İspanya İç Savaşı’nın en büyük katliamlarına imza attılar. Franco’nun falanjist çekirdeği ile birlikte tecavüzden esirleri öldürmeye kadar her yerde vardılar. Sonuçta geriye kalan ise kendi katillerine hizmetin ağır utancı oldu
Arif Mostarlı
Slimane Betmaki artık ölmüştür herhalde. Ta 2009’da şu sözleri söylerken bile 98 yaşındaydı ve 1936’da yaptıklarından çok memnun görünüyordu: “Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi ayırmadık. Karşılaştığımız herkesi öldürdük!”
Kendisi ve Franco’nun ordusuna katılan arkadaşlarının çoğu, Faslı askerlerin din düşmanı olarak gördüğü “Rojos”a (Kızıllar-İspanyol Cumhuriyetçiler) yaptıklarının doğruluğuna hâlâ inanıyor, yerleşim yerlerine saldırırken tekbir getirdiklerinde çocukların, kadınların ve yaşlıların nasıl kaçtığını gururla anlatıyor.
Ama artık bu efsane çoktan çökmüş durumda. Tarihçiler ve yeni kuşaktan Faslılar, bu korkunç savaşa sürüklenmelerini bir trajedi olarak görüyor ve Fas Ortak Hafıza ve Gelecek Merkezi (CMCA) gibi kurumlarla gerçeklerin peşine düşüyor.
Sömürgenin kaderi
Aslında Faslı askerlerin İspanyol ordusuyla birlikte savaşması çok trajik bir durum. 1492’de Granada’nın düşmesine kadar İspanya’nın büyük bölümünde hüküm sürmüş bir Mağribi geleneğinin, giderek Fas ölçeğinde bir sömürgeye dönüşmesi (ki hâlâ Fas’taki birkaç yer İspanyol toprağı sayılıyor) ve sonra her ayaklanmada İspanyol ordusu tarafından kimyasal silahların da kullanıldığı korkunç katliamlarla ezilmesi tarihsel gerçeklikler.
19. yüzyılın sonunda Fas son yabancı İspanyol toprağıydı ve çok kazançlı bir yer olmasa da merkezi yönetim orayı elde tutmakta kararlıydı. Bir süre sonra da Fas’ta El Ejército de África (Afrika Ordusu) adı altında kendisini örgütleyen İspanya, Las Regulares (Müdavimler) ve Los Legionarios (Lejyonerler) adlarıyla iki büyük işbirlikçi ordu da yaratmış, Muhammed El Hattabi’nin liderliğindeki büyük bir ayaklanmayı da İspanya’ya sadık aşiret reisleri aracılığıyla bastırmayı başarmıştı. Böylece Fas, faşist ideolojinin de beşiği haline gelmişti. Franco askeri kariyerine Fas’ta başlamış ve korkunç kimyasallarla sivilleri katlettiği Rif Savaşı’ndan bir kahraman olarak çıkmıştı.
‘Size her şey serbest!’
Ve yine trajiktir, aynı Franco, 1936’da Cumhuriyete karşı faşist ayaklanmayı Fas’taki İspanyol topraklarından başlatırken, Cumhuriyetçi güçlerin Hıristiyanlara da Müslümanlara da düşman ‘ateistler’ ve ‘kızıllar’ olduğunu sürekli tekrarlayarak bir ‘ortak düşman’ manzarası çiziyor, bir yandan da kendisine sadık Lejyoner/Müdavim birliklerinin sayısını artırıyordu. Böylece faşist ayaklanma başladığında önce yaklaşık 80 bin Faslı askeri İspanya’ya geçirmeyi başardı, daha sonra bu sayı 130 bine kadar çıktı. Franco’nun planı Faslı savaşçıların ‘vahşi’ imajından yararlanmaktı ve bunu da bir ölçüde başardı. Franco’nun Generali Queipo de Llano, “Cumhuriyetçilerin kadınlarının Faslı ‘gerçek erkeklerle’ tanışarak ilk kez kadınlıklarını hissedeceklerini” söylüyordu ve “her şey serbest” emrini veriyordu. Sonradan general yapılan Faslı işbirlikçi komutan Muhammed ben Mizzian ise bizzat kendisi tecavüzleri yönetiyor, özellikle hastane katliamlarıyla dikkat çekiyordu.
Et, balık, meyve ve maaş…
Faslıların bir bölümü zor ve baskıyla askere alınmıştı; bir bölümü ise işbirlikçi aşiret reislerinin katı düzenine boyun eğerek Franco’nun hizmetine girdiler. Ama asıl faktör açlık ve yoksulluktu. Yaşadıklarından Slimane Betmaki kadar memnun olmayan 87 yaşındaki Ahmed el Fisouni, 2009’da İspanya macerasını anlatırken, “15 yaşında öksüz kaldım. Rif’te hepimiz açtık ve işsizdik. Ben, İspanya ordusuna kabul edilen şanslı adamlar arasındaydım. İspanya bize güzel yemek, et, balık, ekmek ve meyvelerin yanı sıra 250 dirhem maaş veriyordu” diyor. Sivillerin öldürülmesi konusunda ise El Fisouni’nin yanıtı standarttı: “Biz de dünyanın her yerindeki diğer askerler gibiydik. Üst düzey komutanlarımızın emirlerine uyduk. Sefaletten kurtulmak için bu bir şanstı ve kullandık.”
Ama böylece El Fisouni ve arkadaşları, büyük bir lanetin de parçası oldular. İspanyollardaki “vahşi Arap” korkusunu ustalıkla öne çıkaran Franco, kendi sadık Falanjistlerinin ve Faslıların savaş boyunca yaptıklarına tamamen gözlerini kapadı, hatta özellikle kışkırttı. Dahası, bu konuda kurnazca da davrandı. Faslı askerlerin kışlalarında mescitler, imamlar, İslami mezarlıklar, Müslüman beslenme düzenine saygılı yönetim hizmetleri kuruyor, hatta Ramazanda oruç tutmaları bile gözetiyordu.
Ama öte yandan Franco, İspanyol tarihçi María Rosa de Madariaga’nın da vurguladığı gibi, Faslı savaşçıları top yemi (harcanabilir asker) olarak kullandı. Bilbao, Santander, Brunete, Teruel, Ebro, Aragon, Katalonya vb. gibi en kanlı çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin çoğunluğunu Faslılar oluşturuyordu. On binlercesinin cenazesi bile bulunamadı, ayrıca sağ kalanlara vaat edilen İspanya’ya yerleşme sözü de hiç tutulmadı.
***
Sonuç, özellikle kendi sömürgecisine hizmet eden Faslılar açısından tam bir trajediydi. Tarihçi Profesör Sebastian Balfour, ülkesi bu kadar acımasızca sömürgeleştirilen ve katledilen zalimler adına savaşmasını “bir paradoks” olduğunu belirtiyor ama bu paradokstan daha fazlası olmalı. Bugün Melilla ve Ceuta’da Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlere uygulanan vahşeti görünce, insan her şeyi daha iyi anlıyor: Sömürgeciye hizmet lanetten başka bir şey getirmiyor.