Somut veriler Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’de yaptığı her operasyonun, eş zamanlı olarak bir ‘nüfus yerleştirme’ işlemine de denk düştüğünü gözler önüne seriyor. Durumun ironikliği ise yapılanın ‘Araplaştırarak Türkleştirme’ operasyonu olması
Ender Öndeş
Gerek Erdoğan’ın sarf ettiği “1 milyon Suriyeliyi geri göndereceğiz” sözü, gerekse sözde ona muhalefet eden ulusalcı kesimlerin “hepsini gönderelim” çığlıkları, aslında pratik olarak aynı kapıya çıksa da, Erdoğan’ın diğerlerinden farkı, söz konusu kitleyi “nereye göndereceğini” bilmesi, hatta yıllardır zaten gönderiyor olması. Bu anlamda telaffuz edilen “1 milyon” sözü, aslında propagandif bir anlam taşıyor; somut veriler ve gözle görünen manzara, Türkiye’nin uzun süredir “Terör kuşağını önleme” adı altında Kuzey ve Doğu Suriye’de yaptığı her operasyonun, eşzamanlı olarak bir “nüfus yerleştirme” işlemine de denk düştüğünü gözler önüne seriyor. Suriye örneğinde yaşanan durumun ironikliği ise yapılanın “Araplaştırarak Türkleştirme” operasyonu olması.
Baas ırkçılığı ve yerleşimcilik
Herhalde dünyada ‘Ulus Devlet’ formuna en uymayan bölgelerden biri Ortadoğu’dur ve Ortadoğu’da da bu formatın içine sığdırılması mümkün olmayan ülkeler arasında en başta Irak ve Suriye gelir. Her iki ülke de, Türkiye ve diğer ülkeler gibi etnik ve inançsal karmaşıklığa sahiptir. Ve işin kötüsü, her iki ülke de 20. yüzyılın önemli bölümünü tek ulus inşasına inanmış yönetimler altında geçirdiler.
Irak ve Suriye Baas rejimlerinin ortak noktalarından biri, on yıllar boyunca sürdürdükleri ‘Araplaştırma’ politikaları ve yerleşimcilikti. Saddam Hüseyin’in Baas Partisi, başta Kürtler, Süryaniler, Êzidîler, Şabaklar, Ermeniler, Türkmenler, Kawliyalar, Çerkesler ve Mandeanlar olmak üzere Arap öncesi ve Arap olmayan ırkları sürüp bunları Arap ailelerle değiştirmeyi içeren agresif Araplaşma politikalarına sahipti. Bu politika, 1991-2003 yılları arasında 500 bin kişinin hayatına neden oldu. Saddam rejimi, zaman zaman zorlanarak Kürdistan’ın varlığını tanır gibi yapsa da, aslında -bölgedeki petrol kaynaklarını da gözeterek- nüfus yapısıyla oynamaktan hiç vazgeçmedi. Değişik etnik grupların birçoğunu Araplar olarak tanımlamaya zorladılar ve dillerine, kültürel ifadelerine ve kendi kendini tanımlama hakkına kısıtlamalar getirdiler. Sonuçta, Irak hiçbir zaman ne bireylerin ne de toplumların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir ülke olmadı ve öyle umulduğu gibi Araplaşmadı da. Tekleştirme hevesi yüzünden bir gün olsun demokrasi yüzü görmeyen Irak coğrafyası, nihayetinde savaşlarla ve ABD işgaliyle de yıprandıktan sonra, bugün de aynı kaosu yaşamaya devam ediyor.
Arap Kemeri ve ‘ecanib’ler
Suriye’deki durum ise nispeten daha farklıydı. Suriye rejimi, Kürtleri Saddam kadar bile tanımadı. 1921’de Türkiye ile Fransa arasındaki Ankara Anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırları belirlenirken bazı kentler ve köyler tam ortasından bölündü. Özellikle Cizire bölgesi, tartışmalıydı. 1925 Şeyh Sait ve 1927-1931 Ağrı Dağı İsyanı’nın ardından yaşanan Kürt göçüyle birlikte başlayan süreçte bölgedeki Kürt nüfusu artmıştı ve bu durum tırmanan Arap milliyetçiliğinin hedefindeydi. Suriye’deki tahıl üretiminin yüzde 40’ını, pamuk ve mısır üretiminin yüzde 80’ini gerçekleştiren, petrol yataklarının bulunmasıyla daha da değerlenen bölge, böylece Araplaştırma politikalarının odağına oturdu. Daha 1960’larda, 1945’ten önce Suriye’de olduğunu ispat etmeyen Kürtler ‘ecanib’ (yabancı), sayıma katılmayanlar da ‘maktumin’ (kayıt dışı) diye kaydedilmeye başlanmıştı. Böylece Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümü ‘yok’ hale geldi. 24 Haziran 1974’te ise Baas Partisi, başta Cizire olmak üzere Rojava’nın büyük bir kısmını Araplaştırmak adına bir projeyi devreye koydu. Rojava-Türkiye sınırında uygulanan 350 kilometre uzunluğunda ve 10- 15 kilometre derinliğindeki Arap Kemeri’ni kapsayan bölgelerdeki topraklara, Hafız Esed rejimi tarafından el konuldu. Kürtler sürgün edildi ve yerlerine Rakka ve Halep’in köylerinden büyük Arap aileleri yerleştirildi. Buradaki Kürt köylerinin isimleri de Arapça isimlerle değiştirildi. Esad rejimi için zaten Kürt sorunu ve Kürt varlığı hiç olmadı.
Kürtler özne olunca…
Kürtlerle rejim arasındaki ilişki uzun bir süre katliamları da içeren bir baskı sistematiği altında devam ettikten sonra 2011’e gelindiğinde durum köklü şekilde değişti. Suriye kaynamaya/kaynatılmaya başladığında Kürtler, önce bu kargaşanın bir parçası olmamaya ve kendilerini korumaya gayret ettiler. Ancak Türkiye ve Türkiye’nin beslediği İhvancı gruplar ve El Nusra, IŞİD gibi yapılar bölgeye yayıldıkça, kendileri özne olmadıkça güvende olamayacaklarını anladılar ve kendi hikâyelerini yazmaya başladılar. Böylece kantonlar ve özerk yönetimler ortaya çıkarken, bir yandan da IŞİD’i yendikleri süreçte, bölgedeki diğer halklara da yakınlaşarak yeni bir tarih yarattılar ve bugünkü Özerk Yönetimler noktasına kadar gelindi.
Bu yeni durum ‘Kürt Kemeri’ değildi elbette. Çünkü birincisi, Kürtler başka bir yerden gelip oraya yerleşmemişlerdi; ikincisi de Kürtler diğer halkları yok etmek yerine birlikte bir demokratik yaşam kurmayı seçmişlerdi. Ama bu kadarı bile Erdoğan rejimine yetti! Kürtleri kendi İhvancı, Neo-Osmanlıcı projesine dahil edemeyen Erdoğan, doğrudan düşman ilan etti ve ‘güvenlik’ bahanesiyle Suriye topraklarına girmeye başladı.
Önce harekat, sonra yerleşme
Türkiye, 2016’dan başlayarak Cerablus ile Bab arasındaki bölgeye girdikten sonra 2018’de Efrîn’e düzenlediği operasyonla oradaki özerk yapıyı dağıtarak, beraberinde taşıdığı IŞİD/El Nusra türevi yapıların yuvası haline getirirken, bir yandan da bu bölgelerin yönetimini fiili olarak Antep/Mardin gibi illerin uzantısı haline getirmeye, okullardan resmi dairelere kadar her yerde Türkiye’ye ait kuralları ve simgeleri geliştirmeye başladı. Ekim 2019’da Serêkaniyê ve Girê Spî kentleri de aynı kaderi paylaştı.
Ama Erdoğan bununla da yetinmedi. 2019’da Fırat’ın doğusunda inşa edilecek kentlere 2 milyon sığınmacıyı döndürme planını BM Genel Kurulu’na sunan Erdoğan’ın projesine göre, 32 kilometre derinliğindeki şeritte ilk etapta 1 milyon sığınmacı için 10 ilçe ve 140 köy inşa edilecekti. Türkiye’nin ‘cihatçı kuluçkası’ olarak kullandığı İdlib kırsalında ise 77 bin briket ev Türkiye sınırlarına yakın yerlerde inşa edilmeye başlanmış ve bunların 60 bine yakını tamamlanmıştı. Sonuç olarak zaman içerisinde görüldü ki, Türkiye, girdiği her bölgede nüfusu değiştirmeyi de amaçlıyor, böylece aslında fiili bir ilhak durumunun koşullarını hazırlıyordu. Yani son süreçte olan şey, bölgeyi izleyenlerin bildiği gibi, bu politikanın devamından ibaret.
Tehlikeli oyun
Anlaşıldığı kadarıyla, AKP-MHP iktidarı, Türkiye’deki aşırı mülteci yoğunlaşmasının bir bölümünü eriterek seçimler öncesinde biraz elini rahatlatmak istiyor ama meseleyi bu kadar basit görmek doğru değil. Erdoğan’ın “1 Milyon Suriyeliyi göndereceğiz” sözlerinden sonradan çark eder gibi olması, belki biraz da bu işi çok şatafatla yapmama isteğinden kaynaklanıyor. Yoksa hali hazırda plan zaten uygulanıyor. Erdoğan ayrıca bu yolla, Avrupa’ya “siz almıyorsanız ben de böyle çözüm bulurum” şantajını sürdürerek ‘yerleşimci’ politikalarına meşruiyet sağlamaya çalışıyor.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, geçenlerde yaptığı açıklamada, “Türk devleti, bölgeyi Osmanlılaştırmaya ve sömürgeci politikalarını sürdürmeye devam ediyor. Bunu da teröristleri ve çeteleri desteklemek, Türkçeyi resmi dil olarak dayatmak, işgal altındaki bölgelerin demografik yapısını ve kimliğini değiştirmek gibi yöntemlerle açıkça yapıyor” uyarısında bulunurken, Türkiye’nin Katar, Kuveyt ve bölgeden birçok derneğin yardımıyla “sömürge evleri” inşa ettiğini söylüyor. Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’de kamplar kurulduğunu belirten Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim Çalışma ve Sosyal İşler Komitesi Eşbaşkanı Hemdan El Abid de, özellikle Suudi ve Kuveyt’ten derneklerin bu kampların oluşumunda yer aldığını vurgulayarak, “Suudi ve Kuveyt’e çağrım, bu projeden vazgeçmeleridir. Bu toprakların sahipleri var” diyor.
Asıl ev sahipleri ne olacak?
İlk bakışta “Suriyelilerin Suriye’ye dönmesi”, mantıklı gibi görünse de, asıl sorun bu insanların nereye dönecekleri sorunu. Türkiye’de az bilinen ya da görülmek istenmeyen gerçek, bölgedeki iç-göçün ulaştığı trajik aşama. Bölgedeki Kürt kurumları, genel olarak “Türk eliyle Arap Kemeri” olarak adlandırdıkları durumun, Baas uygulamalarından daha tehlikeli olduğunu, büyük toplumsal çatışmalar yaratacağını vurguluyor. Çünkü sorunun diğer cephesinde ‘gerçek ev sahipleri’ var. Türkiye ve Cihatçı çetelerin girdiği yerlerden kaçmak zorunda kalan muazzam bir nüfus da şu anda Özerk Yönetim bölgelerindeki kamplarda yaşıyor ve asıl geri dönmesi gereken topluluğu onlar oluşturuyor. Haziran 2021’de ANHA’da yayınlanan bir habere göre, sadece 400 bin Efrînli bu nedenle kenti terk etmek zorunda kalmış durumda. Aynı şekilde, 9 Ekim 2019 tarihinde Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine dönük harekâtından sonra ise Serêkaniyê, Girê Spî, Til Temir ve Zirgan bölgelerinden yaklaşık 500 bin sivil evlerini terk etmek zorunda kalarak göç yollarına düştü. Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerinde onlarca küçük kampın yanı sıra 15 büyük mülteci kampında yüzbinlerce sığınmacı kalmaktadır. Buna karşın Fırat Bölgesi Yönetim Kurulu Üyesi Nîhad Ehmed, özellikle Efrîn’de büyük bir demografik değişimin söz konusu olduğunu belirterek, Halep, Himis, İdlib ve Hema gibi yerlerden insanların Efrîn’e getirilip yerleştirildiğine dikkat çekiyor.
İçeriden başlamak gerekiyor
Türkiye’deki resmi muhalefetin görmediği, görmek istemediği sorun da zaten tam olarak bu. Erdoğan’ın savaş politikaları sonucunda Türkiye’ye yığılmış olan mülteciler konusunda tek söyledikleri şey, “göndereceğiz”den ibaret olan muhalefetin aksine, iktidar bu sorunu Suriye’nin bir bölümüne, mümkünse Rojava’nın tümüne el koyma planına uygun biçimde yürütüyor. İstanbul’da “vahşi Suriyelilerin kadınları rahatsız etmesini” kendine dert edinen ama Efrîn’deki tecavüzleri görmezlikten gelen popülist/ulusalcı muhalefet ise ne sorunun kaynağını ne de Türkiye ve çetelerin elinden kaçarak Özerk Yönetim alanlarına sığınan 1 milyona yakın insanı görüyor.
Bu nedenle, geçen gün Dr. Hayri Hazargöl’ün yazdıkları, meselenin gerçeğine en doğru yaklaşımı ifade ediyor: “Suriyelilerin dönüşünü savunmak Türkiye’nin Suriye ve Kürt politikasına karşı çıkmakla olur. AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanlığını bırakıp Suriye’nin Kürt sorununun çözümü temelinde demokratikleşmesi önünde engel olmaktan çıksın, tüm Suriyeliler gönüllü olarak ülkelerine döner. Bunun için de en başta Suriyeliler üzerinde yürütülen kirli politikanın deşifre edilmesi gerekmektedir.”
Hazargöl’ün sözlerinin daha basit ifadesi ise şu olmalı: Önce kendi kapının önünü süpür!
İdlib’de olmayan yok!
İdlib’deki yerleşim, uzun süredir devam ediyor. BBC’nin haberine göre daha 2020’de 20 bine yakın briket ev yapımına başlanmıştı bile. Konutların yapımında ise Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) koordinatörlüğünde Kızılay, Sadaka Taşı, Hayrat, İnsani Yardım Vakfı (İHH), Deniz Feneri, Türkiye Diyanet Vakfı, Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı, Yedi Başak İnsani Yardım Derneği, İstanbul Fetih Cemiyeti, KIYAMDER ve Beşir Derneği gibi iktidara yakın tarikat dernekleri rol alıyordu. Haberde, büyük çoğunluğu İdlib’den Türkiye’ye açılan Cilvegözü Sınır Kapısı’na giden yoldaki ilk büyük yerleşim yeri olan ve birçok tüccarın çalıştığı Sarmada ile Ekim 2019’da IŞİD lideri Bağdadi’nin öldürüldüğü Barişa köyü arasındaki bölgeye inşa edildiği belirtilirken, projede “İdlib kampanyası”nda toplanan yaklaşık 720 milyon liranın bir kısmını kullanıyordu.
Bir örnek: Beyaz Eller
Yerleşimcilik, sadece Türkiye devletinin resmi kurumları tarafından yürütülmüyor, Katar ve Kuveyt gibi ülkeler üzerinden STK adı altında yürütülen girişimler de var. Geçtiğimiz Mart ayında Kuveyt Beyaz Eller Derneği tarafından Efrîn’in Şehba nahiyesine bağlı Besme köyünde yeni bir konut kompleksi inşa edildiği öğrenilmiş, Suriye İnsan Hakları Örgütü Sözcüsü İbrahim Şexo, söz konusu kompleksin, Türkiye’nin desteklediği silahlı örgütlerin aileleri ile Efrînli olmayan kişilerin bölgeye yerleştirilmesi amacıyla yapıldığını söylemişti. Kuveyt Beyaz Eller Derneği resmi Facebook sayfasından konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Besme köyünde 125 daireden oluşan sekiz yeni bina inşa edildi. Söz konusu daireler 29 Mart’ta ailelere teslim edilecek. 600’ü aşkın ailenin bu evlere yerleşmesi bekleniyor. 6 yeni binanın inşaatı da devam ediyor” ifadelerine yer verdi.
Öte yandan Efrîn’in Cindires nahiyesine bağlı Şadêrê köyü sınırlarındaki Geliyê Newalê de Kürtlerin arazisine Sultan Süleyman Şah Grubu tarafından el konularak İhsan Derneği tarafından konut kompleksi yapıldığı da geçen yıl gündeme gelen haberler arasındaydı.
BİTTİ