Aydın, yaşadığı günün, iklimin, çağın vicdanıdır. Başta içinde yaşadığı kendi mahallesinden, kendi ülkesinden başlamak üzere amasız ve fakatsız dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın her türlü eşitsizliğe, zulme, baskıya itiraz eder. Aydın olmanın niteliği, iktidar odaklarıyla kurulan ilişkinin karakteriyle doğrudan bağlantılıdır. İktidar ile uzlaşmamak, her türlü iktidar biçiminin amansız muhalifi olmak aydın olmanın temel sorumluluğudur. Aydınlar bir toplumun demokrasi mücadelesinin de en önemli entelektüel gücüdürler.
Daha öncesine gitmeden sadece son yüzyıllık tarihine bakıldığında Türkiye’de aydın olma meselesi oldukça arızalı, problemli bir meseledir. Gerçekten aydın sıfatının yakıştırılabileceği çok az insan yetişmiştir bu iklimde. Bu insanlara da aydın olmanın, egemen ideolojiye muhalefet etmenin bedeli çok ağır işiz aşsız kalmakla, onlarca yıllık hapis cezalarıyla, sürgünle ve ölümle ödetilmiştir. Bu bedeli ödeyen aydınlar, içinde yaşadıkları ülkenin iktidarlarına amansız muhalefet etmede tereddüt etmemiş insanlardır. Bedeli ne olursa olsun gerçekleri söylemeyi bilmiş, gerçeğin karartılmasına izin vermemişlerdir. Türkiye aydını diye tabir ettiğimiz genel geçer aydın kimliğinin en temel özelliği ise başka ülkelerde yaşanan en ufak eşitsizliğe, haksızlığa karşı cevval iken, kendi ülkesindeki devasa haksızlık ve eşitsizliklere dair gelmiş geçmiş tüm tüm iktidar odakları ile aynı bakıyor olmalarıdır. İktidarla aynı safa düşmenin huzursuzluğundan kurtulmak için bu tür haksızlık ve eşitsizliklere itirazı bir sürü ama ve fakatın ardına sıralayarak gerçekleştirirler. Hâlbuki aydın olma vasfını belirleyen şey uzak diyarlardaki bedel ödemeyi gerektirmeyen haksızlıklara itiraz etmekten çok kendi yanı başında gerçekleşen ve iktidar ile göğüs göğse çarpışmayı ve bedel ödemeyi gerektiren haksızlığa itiraz etmekten geçer.
Sömürgeci bir ülkenin aydını olmak en netameli iştir. Kendi ülkesinin müesses nizamını sömürgeci olarak tanımlamak, genel olarak sömürgeci politikalarına özelde günlük yaşam içerisinde sömürgeci uygulamalara karşı çıkmak ağır bedeller ödemeyi gerektirir. Türk aydını bu bedeli ödemeye asla yanaşmamıştır. Bütün dünya için emperyalizme dair büyük büyük cümleler ile itiraz ederken kendi müesses nizamının, kendi ülke iktidarının sömürgeci olduğu gerçeğini görmezden gelmiştir. Hatta bu ülkenin anti-emperyalist bir mücadele sonucu kurulduğu ve dünyanın bütün sömürge ülkelerine kurtuluş için ilham kaynağı olduğu efsanesini hararetle savunmuştur. İktidarın genel sömürgeci karakterine esastan bir itiraz geliştirmezken bir takım günlük sömürgeci uygulamaları eleştirmeyi aydın olmanın sorumluluğu için yeter bulmuştur. Oysa sömürgeci politikalar bu ülkede çok kanlı katliamlar yaşanmasına yol açmıştır. Dolayısıyla bu katliamlara veya onun devamı olarak bugün sürmekte olan bir takım uygulamalara onun sömürgeci karakterini görmezden gelerek yapılan hiçbir eleştirinin bir kıymeti yoktur. Türk aydını sömürgecilikle malul bir düşünce dünyasının içinde debelenmekte ve iktidarlara karşı ürettiği hiçbir argüman inandırıcılık kazanamamaktadır. Sömürgecilik ile kurulan bu marazi ilişki aydının diline öyle zehirli bir şekilde yansıyor ki en değme faşist ideoloğa taş çıkartabiliyor bazen.
Bu yazının başına otururken aydın olmak ile ilgili böylesi bilinen genel geçer şeyler söylemek üzere oturmadım aslında. Cumhuriyet Gazetesi’nde Işıl Özgentürk’ün başta bir kadına, bir Kürt kadınına yönelmiş bir cinsel saldırıyı “Kürtlerin sahip olduğu özelliklerden dolayı yaşanır olduğunu” savunan ırkçı sömürgeci kibri ve cehaleti ile yazılmış yazısına bir cevap yazmak üzere oturmuştum. Fakat Duvar Gazetesi’inde İrfan Aktan bu mesel ile ilgili söylenecek her şeyi öylesine derinden ve derli toplu anlatmış ki tekrar o konuda yazmak yerine aydının kim olduğuna dair yeniden bir hatırlatma yapma gereği duydum. Işıl Özgentürk’ün dili, Türk aydınının kirli, sömürgeci, samimiyetsiz aydın dilinin kemikleşmiş bir ifadesidir. Elbette “aydın” sözcüğünü tırnak içinde kullanıyorum. Bu dili kullanan birisi için aydın sıfatı kullanılamaz. Bu zehirli dildir müesses nizamı daha da müesses kılan. Bu zehirli dildir halklar arasındaki arkadaşlığı dinamitleyen. Bu dildir, bu ülkede her halktan, her kültürden, her inançtan insanının bir arada yaşadı bir ülke yaratmanın önündeki engel. Bu dildir halklar üzerindeki sömürünün, ülkedeki yoksulluğun, açlığın çoğalmasına yol açan. Bu dildir Türk halkının zihin dünyasına sömürgeci karakollar inşa ederek diğer halklarla bütünleşmesini engelleyen. İrfan Aktan’nın bu yazısını ve tekrar bu vesile ile Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi” kitabını, sömürgeci utançları ile yüzleşmeleri için Türk “aydınlarına” şiddetle tavsiye ediyorum.