Kapandık içeri, az da olsa; canlandı, göz kapaklarını araladı dünya. Birçok yaban hayvanlar dibimize kadar geldi. Bıraktığımız, terk ettiğimiz alanlara, sokaklarımıza kadar sokuldular. Yaban hayvanlar sokaklarımıza kadar gelirken, biz yaptıklarımız ve yapamadıklarımızdan dolayı içeri hapsolduk.
Yaptıklarımız/yapamadıklarımız
Ormanlar bir bir yanarken, cılız sesler çıkardık. Meralar talan edilirken aldıranımız az oldu. Sular borulara hapsedilirken, “su akar, Türk bakar” diye söyleyen yönetenlere çoğumuz kandık. JES’ler ve HES’ler yapılırken bir avuç köylüyü, şirket savunucusu “cengaverlerin” önünde birkaç avukatla yalnız bıraktık. Ürünlerimiz zehre, gıdalarımız kimyasal katkılara bulanırken, olmasın diye çırpınan bir avuç insanın yanı başında yer almadık. Onlarla omuzbaş ol(a)madık. Bunlar yapamadıklarımız, yani Covid-19’un oluşmasına katkı koyan yanlışlar(ımızdı). Şimdi bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendireceğiz diye fellik fellik sağlıklı gıda arıyoruz. Yaptıklarımız ise, daha doğrusu şirketlerin (kapitalistlerin) yaptıkları; doğayı tahrip etmek, küresel iklim değişikliğini krize vardırmak, endüstriyel (kimyasallı) tarımdaki ısrarlarıyla Covid-19’a sebep olmalarıdır. Kısacası, yaptıklarımız +yapamadıklarımız=Covid 19.
Fatura
Bugün yaşadıklarımız, önümüze konulan o yanlışların faturası. Faturayı en çok vebalsiz, günahsız sağlıkçılar, bir de yoksul halk çekiyor. Biz açlık, kıtlık olacak mı, virüs saklandığımız yerden bizi bulacak mı, direncimizi güçlendirecek gıdaya erişecek miyiz diye çırpınıyoruz. Sağlıkçılar ise virüsün içimizden yakaladıklarını hayata döndürmek için kendi canlarıyla kumar oynuyor. Küresel şirketler sebebi oldukları Covid-19’u fırsata çevirmiş, para istiflemek için doğaya saldırılarını hâlâ sürdürüyor. Sorunu büyütmekle ve kârlarını çoğaltmakla meşguller.
Gün bugün
Gün bugün, yarın değil. Yarın geç! Gün, aklı bugün başa devşirme günü. “Bu da, gelir bu da geçer” der, aldırmazsak geçmez bu günler. Öyle bir vehme kapılmayalım boşuna. Musibetler sökün etti, macun tüpten çıktı bir kere. Tüpüne geri dönmeyecek. Döneceği yerleri şirketler eliyle zaten yaktık, yıktık, zehre buladık, bulamaya da devam ediyoruz.
Ne yapacağız?
Dünyamızın hastalıktan kurtulması için çalışacağız. Bunun için, ilk evvela tarlaları zehirden arındıracağız. Kâr hırsı, yüksek verimlilik aç gözlülüğüyle içeriye hapsettiğimiz hayvanları salıvereceğiz meralara.
Borular ve tünellerin içine hapsettiğimiz suları serbestleştireceğiz, özgür akacaklar! Jeotermal ve vahşi maden aramaları bırakacağız, yerin üstü bize yeter diyecek, yerin altını eşelemeyeceğiz; köstebekliği bırakacağız! Ormanları gözümüz, meraları gözbebeğimiz belleyeceğiz, dokunmayacağız. Yerel üreteceğiz, yerel tüketeceğiz, carbon ayak izi oluşturmayacağız! Gıda egemenliğini üreticiler ve tüketiciler olarak birlikte ele geçirmek için çalışacağız!
Bunun için
Mahallelerimizde tüketici, köylerimizde üretici kooperatifleri kurmalıyız. Üreticiler ile tüketicileri aracısız biçimde kooperatifleri aracılığıyla buluşmasına destek olmalıyız. Kooperatiflerden alışveriş ederek üretimin endüstriyelden (kimyasallı tarımdan) küçük çiftçi eksenli ekolojik tarıma (kimyasalsıza) geçmesinde tercihlerimizle ve dayanışmamızla katkı koymalıyız. Gıdada bağımsızlaşacağız, üretim sürecinde kolektivizmi birlikte inşa ederek, organik tarımla ufkumuzu ve çabamızı, sınırlamayacağız. Endüstriyel tarımdan koptuğumuz, Bilge Köylü Tarımına geçtiğimiz oranda doğamızı onarmış olacağız. Yani gezegeni sağlığına ne yapıp edip kavuşturacağız. Dünya iyileşmediği sürece, biz hastalıktan kurtulamayız. Sağlıksız bir dünyada hastalıksız yaşam olur mu hiç? Olmaz! Bu; iki daha iki eder dört, iki çarpı iki eşittir dört, kadar net!