Sevgili Faik Bulut’un “Anadolu’nun Solan Renkleri” adında bir kitabı var, yıllar önce çıkan. Zaman zaman bakardım “kimler şimdi ne durumda” diye. Şimdilerde evdeki karışıklıktan dolayı bulamadım, bazı kitapları ayırmıştım, o da bir yerlere girmiştir herhalde. Orada Türkiye coğrafyasında yaşayan ve kendilerini ülkenin tek ve gerçek sahibi gören Sünni/Hanefi, Türk kesimle yok sayılan Kürtler dışındaki her azınlıktan söz etmektedir. Ezidiler, Aleviler, Nusayriler, Keldaniler, Süryaniler, Çerkesler, Çeçenler, Abhazlar, Gürcüler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Museviler, Romanlar, hasılı tüm azınlıklar ve onların serüvenlerini özetle anlatır. Faik biraz fazla Doğrucu Davut’tur ve oldukça temkinlidir. Bir şeyi iddia ederken, daha doğrusu söylerken yüzde yüz emin değilse hep bir “miş” bırakır. Türkçedeki miş değil bu, Kürtçede “di miş’ê da hiliştin/ miş’te bırakmak” biçimindeki deyimindeki “miş”, yani “aksi de olabilir” gibi bir şey. Ben ise Faik’in yazdıklarının aksine hiçbir şeyi gözlemleyebilmiş değilim. Çevremle oldukça ilgili, iyi bir gözlemci olduğumu düşünürüm. Yanıldıysam affola.. Daha önce de sık sık belirttiğim gibi 2019 yılının son yarısından fazlasını daha çok Maraş ve çevresinde geçirdim. 2013’te de siyasi çalışmalarım nedeniyle yaklaşık bir yıldan fazla zamanımı Mersin-Malatya arasında geçirmiştim. Faik’ten mülhem, gittiğim her köy, kasaba, kahve, cenaze, düğün ve benzeri yerlerde bu solan renkleri gözlemlemeye çalıştım. Öğrenciliğim, Maraş/Elbistan ve Malatya’da geçti. Aile ilişkileri nedeniyle her iki il ile komşu Adıyaman, Antep, Sivas, Kayseri, Adana ve Hatay illeriyle çok sıkı bağlarımız var. Yalnız Kürt ve Alevilerle değil, Sünni Türk kesimle ve diğer azınlık gruplarıyla da tanışırız. Hemen her kesimden insan evimizin konuğu olmuş, ya da biz onlara konuk olmuşuzdur.
O dönemlerde Maraş’ta Sünni Türk ve Alevi Kürtler iki yaygın topluluktu. Bunların arasında Alevi Türk ve Sünni Kürtler daha çok Alevi Kürtlerle birlikte hareket ederlerdi ve toplam yüzde kırkbeş dolaylarındaydı. Kırka yakın Çerkes ve Çeçen köylerinin hepsi birden “Çerkesler” olarak anılırlar ve sosyal bakımdan daha çok Sünni Türk kesimle ilişkide olurlardı. Maraş merkezde birkaç Yahudi ticaret erbabı ile bir ya da iki Arap köyü vardı.
Lise yıllarımda Malatya’da şehir merkezinde 800 kadar Ermeni aile yaşardı. Sınıflarımızda gerek merkezden, gerekse başta Arapgir olmak üzere ilçelerden gelen birçok Ermeni arkadaşımız vardı. Darende’li değirmenci Setrak, köylerimize gelir, konuğumuz olurdu. Çok hoşsohbet biriydi. Lozan Andlaşmasıyla İstanbul, İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) Rumları ile Batı Trakya Türkleri mübadele dışı bırakılmışlardı. 1950’lerde İstanbul’da 200 bin Rum, bir o kadar Ermeni ve 100 bin kadar da Yahudi vardı. Tabii bunların dışında Bulgar, Arnavut, Boşnak, Pomak vb gibi topluluk ve cemaatler de vardı. 1950 seçimlerinde her parti listelerine birer azınlık temsilcisi almıştı. Hatta 6-7 Eylül olaylarında devrin iktidarı Demokrat Parti, kendi milletvekili yanılmıyorsam Aleksandros Hacopulos’u adeta özür dilemek için Yunanistan’a göndermişti.
Efsanevi futbolcu Lefter’in milli takıma alınırken birçok itirazla karşılaştığını biliyorum ama hiçbir zaman takımına yüz çevirmedi.
Üniversite yıllarım Samatya’da Ermenilerin arasında geçti, birçok dostumu hala özlemle anarım. Ailelerinin içine girmiş, çocuklarıyla yakın dost ve arkadaş olmuştuk.
Peki şimdi ne durumdayız?
Maraş ve Malatya’dan başlayayım. Yahudi ve Ermeni hemen hemen hiç kalmadı. Sanırım Malatya’da birkaç aile var.
Kürt ve Alevilere baskılar hep var oldu, hala devam ediyor. Maraş, Malatya, Sivas olayları tüm canlılığıyla hafızalarımızda.
On yıl kadar önce görüştüğüm komşum Rum bir öğretmen hanım, İstanbul’da 1800 civarında Rum kaldığını söylemişti. Museviler çok çok azaldı, yüz binden az Ermeni kaldı. İki yıl önce gittiğim Gökçeada’da otuz kırk civarında aile ve Bozcaada’da ise on kadar kişi kaldığını söylemişlerdi. Şarap imalatçısı Barba’nın evinin tabanına adeta yapışarak kalmakta direnmesi ve ürettiği nefis şarapları beni mutlu etmişti. Maraş’ta görüştüğüm emekli öğretmen bir Çerkes’in sözleri içimi acıttı.
“İbrahim bey, siz rahatsınız, (nasıl rahatlıksa), çoğunluksunuz, biz öyle değiliz, bize sığıntı gözüyle bakıyorlar. Eğer çalışkanlığımız, dürüstlüğümüz, hoşgörü ve barışseverliğimiz olmasa bizi burada barındırmazlar” demişti. Düşünüyorum da tanıklığını yaptığım üç çeyrek asırlık zaman dilimi içinde bir ülkeyi bu denli renksizleştiren bir yönetim, bununla da yetinmiyor. Artık ülkenin dışında, komşu ülkelerde de aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Sayın Erdoğan, Birleşmiş Milletler’de dünyanın gözünün içine baka baka gerçek sahipleri yerlerinden kovulmuş bir bölgenin “güvenli bölge” ilan edilmesini ve Kürtlerin yerine dört milyon Arap yerleştirilmek suretiyle bir etnik temizlik yapılmasını istiyor. Üstelik bu projenin parasının da kısmen uygar ülkelerce verilmesini istiyor.
Ülkemiz depremde evsiz kalanların ve olması kuvvetle muhtemel bir depremde evsiz kalacakların barınması karşısındaki çaresizliğini görmeden.