19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde aynı anda başlatılan cezaevi katliamına “Hayata Dönüş” adını verdiler. Katliamlara “barış” adını vermek, elleri kolları bağlı insanları öldürmek, işkence yapanı terfi ettirmek, “işkence var” diyeni cezalandırmak, genetiklerine işlemişçesine kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Zalimin adı kimi zaman K. Evren, kimi zaman da “Halkçı Ecevit” oluyor. Sistemin sağı-solu, söz konusu devrimciler, Kürtler, Aleviler olunca sağ-sol maskesini çıkarıp, cellat önlüğünü kolaylıkla giyiyorlar.
Susturmak, görünmez hale getirmek, unutturmak, bellek silmek, ibret-i âlemlik birer korku nesnesi yaratmak… tecridin başlıca amaçları bunlar. Tecrit edilenin iradesinin kırılması üzerinden yaratılan Takrir-i Sükûn Kanunu (suskunluk yasası) toplumsal muhalefete yönelik olarak, her dönem tedavülde tutuldu. 19 Aralık katliamı bir yönüyle Takrir-i Sükûn, diğer yönüyle cezaevinde ve sokakta mutlak izolasyonunu amaçladı. “Etkisiz hale getirildi” sözcüğünde gizli olan öldürme eylemi, F Tipi tecrit ortamında ölüm sessizliğine gömmek anlamına büründürüldü.
Hala F Tipi hücre cezaevlerinden ardı ardına tabutlar çıkıyor. Tutukluların her hareketinin izlendiği ama dışarıdan kimsenin hiçbir şey göremediği hücre tipi cezaevlerinden sessiz çığlıklar yükseliyor. Yüzlerce hasta tutuklu tek kişilik hücrelerde ölüme terk edilmiş durumda. Garibe Gezer ve onlarca insanın izolasyon hücresinde katledilmesi örneğinde olduğu gibi, faili belli cinayetlerin üstü kapatılıyor. “Beş yıldızlı otel”, “villa gibi” diyerek pazarlanan F Tipleri; sessiz ölüm, mutlak tecrit, bellek silme, itirafçılaştırma merkezi olarak kullanılıyor.
12 Eylül faşist darbesinin işkence merkezleri olan Diyarbakır, Mamak cezaevlerindeki işkenceleri bile geride bırakan yöntemlerle 26 Eylül 1999’da gerçekleştirilen 10 devrimcinin katledildiği Ulucanlar katliamı, F tiplerine giden yolda önemli bir dönemeç oldu. Ulucanlar’da “yarım kalan iş”in devamı olarak 5 Temmuz 2000 tarihinde Burdur Cezaevi’ne operasyon düzenlendi. Operasyon sonunda onlarca tutuklu ağır yaralandı (Koğuşa sokulan dozerle kolum bu operasyonda koparıldı).
Katliamın siyasi sorumluları olan Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz, H. Sami Türk, A. Suat Ertosun ve dönemin paşalarının isimleri sadece bir ayrıntıydı. 24 Ocak neo-liberal kararlarını uygulamak için nasıl ki 12 Eylül’e ihtiyaç duyulmuşsa, 1999 yılı ekonomik-siyasal kararlarını uygulamak için de 19 Aralık Katliamı’na ihtiyaç duyuldu. Genelkurmay Başkanlığı’nda görüşmelerde bulunan Başbakan Bülent Ecevit’in “teröristlerle pazarlık yapmayız” açıklaması sonrasında, ölüm orucunun 61. günü sabaha karşı yirmi cezaevinde aynı anda operasyon başlatıldı.
Katliamdan ağır yaralı kurtulan Birsen Kars’ın ambulanstan indirilirken “Bizi diri diri yaktılar” dediği dakikalarda Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “Ölüm oruçlarında insanların göz göre göre ölmesine seyirci kalamazdık” diyordu. (Operasyon sonrasında Birsen Kars ve Hacer Arıkan vücutlarında oluşan yanıkların, üzerlerine atılan ateş çıkarmayan kimyasal bir madde nedeniyle meydana geldiğini kamuoyuna açıkladılar.) Operasyon sabahı çıkan sermaye gazeteleri “Devlet girdi – Sahte oruç kanlı iftar” manşetleriyle operasyonu selamladılar. Operasyonun sürdüğü sıralarda İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, “Biz bu operasyona bir yıldır hazırlanıyorduk” açıklamasıyla Ulucanlar, Burdur ve Bergama cezaevleri operasyonlarına atıfta bulunuyordu.
19 Aralık gecesi cezaevlerinde başlatılan ve dört gün süren operasyon sonucunda 29 devrimci yaşamını yitirdi, yüzlercesi de ağır yaralandı. Cinayeti belgeleyen Adli Tıp raporlarını birçok gazete “Hayata Dönüş Katliamı” başlığıyla verdi. Operasyon sonrasında açılan F tiplerinde de ölüm oruçları kitleselleşerek sürdü. İçeride ve dışarıda ölüm orucu yapan 122 kişi hayatını kaybetti, yüzlercesi de sürekli ya da geçici sakatlıklar yaşadı.
Tecrit kime uygulanırsa uygulansın ağır bir işkencedir. Hele ki ağır hasta olan tutuklulara “tek başına cezaevinde kalabilir” raporu vererek onları ölüme mahkûm eden Adli Tıp yetkilileri tasarlayarak insan öldürme suçu işlemekteler. Halen F tiplerinde ve İmralı’da tecrit işkencesi sürüyor. Garibe Gezer’in ardından Halil Güneş, Abdülrezzak Şuyur ve Aydın Ekinci’nin şüpheli ölümleri cezaevlerinde işkenceci Esat Oktay Yıldıran yöntemlerinin uygulamaya konulduğunu gösteriyor. Artan tüm bu baskılara rağmen cezaevlerinde insanlık adına direniş sürüyor. Korku nesnesi haline getirilmek istenenler, cesaret öznesi olmakta ısrar ederek işkenceci Raci Tetik ve E. Oktay Yıldıran’ın mirasçılarının planlarını bozmaya devam ediyorlar.