Kadına yönelik şiddet, iktidarın mevcut politikalarıyla bu yıl da devam edecek gibi görünüyor. Buna karşın mücadeleyi daha da yükselten kadınlar, yaşamlarına kasteden erkek zihniyete karşı güçlü bir duruş sergiliyor. Feminist avukat Selin Nakipoğlu, bu eksende son gelişmeleri değerlendirdi
Nevin Cerav/İstanbul
Kadınlara yönelik şiddet, cinayetler ve hak ihlalleri 2019’da da artarak devam etti. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde kilit rol oynayan İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı kanun, uygulanmamanın yanı sıra yürürlükten kaldırılma girişimlerine maruz kaldı. İktidarın kadınları eve hapsedici, şiddeti meşrulaştırıcı politikaları ise had safhaya ulaştı. Buna rağmen kadınların geri adım atmayan hatta yükselişe geçen mücadelelerine tanıklık ettik. Bu mücadelenin önemli ayaklarından biri de kadınların ‘şüpheli’ ölümlerinin aslında birer erkek cinayeti olduğunun afişe edilmesiydi. Bunun en büyük örneği ise ‘intihar’ denilerek kapatılmak istenen Şule Çet cinayetinin kadınların güçlü mücadelesiyle aydınlatılması ve faillere ceza verdirilmesi oldu. Kadınlar, sarf ettikleri ‘Erkek adalet değil gerçek adalet’ sloganının sadece lafta kalmadığını gösterdi. Feminist avukat Selin Nakipoğlu ile bu düzlemde yaptığımız söyleşide kadın cinayetlerini, danslı protestoları ve AKP iktidarının kadın karşıtı politikalarını ele aldık.
Dünyanın birçok ülkesine yayılan ve Türkiyeli kadınların da gerçekleştirdiği danslı protestolara bir tek Türkiye’de saldırıldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınlar farkındalık yaratmak amacıyla şarkı söyledi, dans etti. Fakat bu şarkının içeriği, sözleri o kadar rahatsız etti ki muktediri, buna tahammül edemedi. Şiddeti protesto etmemize, istismarı dillendirmemize bile izin verilmiyor. Dillendirince ‘bu bir kere oluyor, abartmayın’ deniliyor. Şu kadar kadın öldürülüyor, bu savaş rakamlarıdır diyoruz. ‘Sizin derdiniz bunu çözmek değil, amacınız başka’ deniliyor. Ki, Kadıköy’de gözaltına alınan kadınlar için de İçişleri bakanı aynı şeyi söyledi. ‘Bunların derdi kadın cinayetlerini çözmek değil’ dedi. Peki ne? Ne bu kadınların dertleri? Bu kadınların dertlerinin gerçekten ne olduğunu merak ediyor musunuz? Ben de bunu çok merak ediyorum doğrusu. Bizim sadece susmamızı, hiçbir şeye itiraz etmememizi istiyorlar. Kanuna aykırı davranıyorlar, çünkü kanun diye bir şey yok ortada onlar için. Benim anladığım şey şu, onların kafasındaki çoklu hukuk sistemi.
Kadınların, kız çocuklarının içinde olmadığı, okullarda kız çocuklarının erkek çocukların ayağını yıkadığının tahayyül edildiği, kafalarının örtüldüğü, ne anlama geldiğini dahi bilmedikleri duaların ezberletildiği, sorgulamayan bir tebaa yaratılmaya çalışılıyor. Bizler aslında tam da bu anlayışlara karşı mücadele veriyoruz. Bizler hayat tarzımızı, hayatlarımızı savunmaya çalışıyoruz.
Süleyman Soylu danslı protestolarla ilgili, ‘devlete katil diyemezsiniz. Yasalara bakmam en geniş yetkimi kullanırım’ diyerek kadınları tehdit etmişti. Bir İçişleri Bakanı bunu nasıl yapabilir?
İçişleri Bakanlığının görev tanımları çeşitli düzenlemelerle belli. Herkesin sınırı Anayasa’dır. Soylu kendisinde nasıl yetkiler görüyor ayrıca, bilemiyorum. Ama gerçekten kadınların protesto haklarına çok müdahale edici sözler sarf ediyor. 8 Mart’tan beri kadınların protesto haklarına saldırı var. 25 Kasım’da da bu sürdü.
Kadın cinayetleri davalarına katılan ve adliye önünde açıklama yapan kadınlara da müdahaleler başladı. Fakat her şeye rağmen, bütün müdahalelere rağmen şu konuda netler, kadınlar hiçbir şekilde susmuyor ve korkmuyor. Bizim için fark etmiyor ki, AKP olsun XTP olsun, hayatımızı kısıtlayan, ataerkil politikalara, politikacıya karşı her zaman sesimizi yükseltiriz.
Kadın cinayetlerine hayır diyerek eylem yapan kadınlara da para cezası kesmeye başladılar. Bu yasal mı? Değil tabii ki. Toplantı yürüyüşleri kanununa göre yapılmış olan tüm eylemlilikler yasal. Çünkü Toplantı Yürüyüşleri kanunu çok açık; bir şiddet uygulanmıyorsa, herhangi bir binayı yıkıp kırmıyorsan, sadece düşünceni ifade ediyorsan bu suç değil. Bu kanun 1983 yılında kabul edilmiş. Biz yeni bir şeyden ya da olmayan bir şeyden bahsetmiyoruz. Niye toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununu uygulamıyorsun? Tam tersine o gösteriye saldıran polistir suç işleyen. Biz değiliz. Ölmek istemiyorum diyorum. Yani bunu anlamak bu kadar mı zor. Bu sindirme politikalarıyla beni, bizi muhafazakar bir topluma mahkum etmeye çalışıyorlar. Yaşam hakkımızı, sokakta yürüyebilme hakkımızı devletten isteme noktasına geldik. Bunları isterken de marjinal oluyoruz. Ters kelepçe uygulanıyor. O kelepçeleri erkeklere takmaya biraz cimriler yalnız ama kadınlara çok cömertler. ‘Sokaklar erkeklerin, çekilin’ mesajları vermeye çalışıyorlar bize. Hayır, sokaklar bizimdir, her saatte bizimdir. Siz, bizim güvenliğimizi sağlamak zorundasınız.
Emine Bulut öldürüldüğünde devletin yöneticileri ‘artık ayağa kalkmalıyız’ dedi. Fakat faile verilen cezada indirim yapıldı…
Maalesef kadınların sadece isimleri değişiyor, bu konuda hep aynı noktadayız. Emine Bulut olayında görüntüler vardı. O görüntüler geniş kesimleri çok etkiledi, tepki yükseldi. Tabii ki kayıtsız kalamadılar bu tepkiye bürokratlar. Ve bayağı yüksek tondan açıklamalar yaptılar. Şu sorular önemli, neden Emine Bulut’un katiline ağırlaştırılmış müebbet cezayı uygun görmediniz? O mahkeme heyetinin bunu açıklaması lazım. Neden Şule Çet’in katillerine indirim yaptınız? Katil Çağatay Aksu duruşma salonunda, hakim de dahil herkesin önünde Çet’in babasına ‘Kızına sahip çıksaydın’ diyebildi. Böyle konuşabilen bir sanığa nasıl indirim yapabiliyorsunuz? Ben o mahkeme heyetlerinin gerekçelerini duymak istiyorum, buna hakkımız var. Açıklasınlar. Yani olaylar çıktığında kamuoyunda tepkiler yüksekse iktidarın hep bir gaz alma hali var. Artık insanlar sosyal medyadan adalet arıyor. Bu aslında Adalet Bakanı’nın istifa etmesini gerektiren bir durum. İnsanların mahkemelerin verdikleri kararlara güvenememesi çok vahimdir çünkü.
Yargı, iktidarın politikalarına paralel kararlar alıyor ve uyguluyor. Bir hakim kadın avukatın etek boyunu bile ölçmüştü.
Özellikle biz hak savunucuları başka bir tehlike altındayız. Dövülüyor kadın avukatlar adliyelerde. Öz kızına tecavüz etmiş sanık erkek kadın avukata saldırabiliyor. O hakimin etek boyu ölçmeye cesaret edebilmesi bu saldırılara cüret edilmesine de örnek oluşturuyor. Hele de bu hakim tekrar göreve getirildiyse. Gebze’de görevine devam ediyor o hakim. Ama muktedir tarafından birine bir laf ettiğinde hemen kapıya polis geliyor.
Kadınlara yönelik psikolojik şiddet çok yaygın olmasına rağmen mahkemelerde hiç bu yönlü bir karar görmedik. Sizin karşınıza çıkıyor mu?
6284 kanununda psikolojik şiddet de bir şiddet biçimi olarak kabul ediliyor İstanbul Sözleşmesi’nde de keza aynı şekilde kabul ediliyor. Ben bugüne kadar bir kadına yapılmış aşağılama, hakir görme, hakaret gibi içeriği olan psikolojik şiddetle ilgili bir tek tedbir kararı aldıramadım müvekkilime. Bunu şiddet olarak kabul ettiremiyoruz. Fakat bir erkek kadını öldürmüş, kadın toprağın altında ve fail erkek mahkemede kendini, ‘sen erkek misin dedi bana, o yüzden hiddetlendim, bıçakladım’ diye savunuyor. Ve bu erkek yargıda kabul görüyor, bir indirim sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum yargının ikiyüzlülüğünün en açık göstergesidir. Kadın düşmanlığının en açık örneğidir.
‘İstikrarlı mücadele sonuç alır’
İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı kanun tam olarak uygulansa kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet minimum seviyeye iner mi, bir hukukçu olarak ne diyorsunuz?
Bizim İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını bu kadar ısrarla tekrar etmemizin sebebi şu: Kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadeleye karşı düzenlenmiş en üst regülasyondur İstanbul Sözleşmesi. Bu sözleşmeyi imzalayan taraf devletler bize şunu söylüyor, sen eğer bu sözleşmedeki adımları izlersen çözüme ulaşırsın. Hemen değil, belki 20 yıl sonra. Ama istikrarlı bir mücadele sürdürürsen kadınların şiddete uğramasındaki azalmayı görürsün.
‘Şiddeti körükleyen ayrımcı politika izliyorlar’
Ceren Özdemir cinayetinde polis failin üzerini aramadı, kelepçe takmadı. Bu normal mi?
Yasaları uygulamayarak Anayasaya aykırı davranıyorlar, ayrımcı bir politika izliyorlar. Şiddetin körüklenmesine sebep oluyorlar. Şule Çet öldürüldüğü zaman bir gazete, ‘İki erkekle lüks plazaya girdi ve …’ diye başlık atmıştı. O üç nokta senin yorumuna kalmış demek istiyor ve senin algını da şekillendiriyor. İşte buna ilişkin Aile ve Çalışma Bakanı olarak bir tepkide bulunmuyorsanız siz de bu şiddetin devam etme sebeplerinden birisiniz. Bu çok açık. Gazete ise nasıl böyle bir manşet atabilir, nasıl algı yaratabilir?
6284 ve İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili Akit Gazetesi her gün nasıl hedef gösterebilir? Ve hakkında da yanlış bilgiler vererek. Ceren Özdemir’i katleden o erkeğin öyle bir geçmiş öyküsü var ki, işlediği suçlar, çok şey var. Bu faili ile ilgili gerçekten bir inceleme olsaydı daha önce işlediği suçlara bakarak bu kişi açık cezaevine nakledilmezdi. Ceren Özdemir şimdi yaşıyor olurdu. Ceren 4 km takip edilmiş ve o takibin bir yerinde arkasına bakma zorunluluğu hissetmiş. Sanırım takip edildiğini anlamış. Diyelim bunu anlayınca karakola gitse ve ‘bu adam beni takip ediyor, huzursuz oldum’ dese, polis yine hiçbir şey yapmayacaktı. Israrlı takip 6284 sayılı kanununda bir tedbir alma sebebi ama ceza kanununda sen onu suç olarak düzenlemezsen, ısrarlı takibi ciddiye almazsan sonra da bu suçlar niye işleniyor diyemezsin. Önlemeye ilişkin hiçbir çaba yok, o nedenle hepimiz risk altındayız.