Öncesi bir yana AKP’nin kendi içinde çeşitli aşamalar taşıyan onlarca yıllık iktidarında emekçiler üzerinde nasıl bir ideolojik-siyasi hegemonya kurduğu, bu hegemonyayı aynı zamanda hangi ekonomik manipülasyon araç ve söylemler üzerine oturttuğu konusunda hemen hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söyleriz. Bu hegemonyanın hemen her toplumsal sınıfı ve katmanı şu ya da bu düzeyde etkileyip kapsadığı bahsinde birçok noktada ortaklaşır, bunun hangi biçim-yöntem-söylem üzerinden şekillendiğine dair çok şey sıralayabiliriz.
Fakat bu hegemonya sadece korkuları ya da istikrar arayışını örgütlemekle, tasfiye edilen sosyal haklar yerine halkı dilencileştiren ama bunu da minnet duygusuna dönüştüren yaklaşımlarla, tarihsel toplumsal gericilik birikimini-şovenizmi kışkırtmakla, halkı yayılmacı-emperyal hayallerine ortak etmekle, devasa bir çıkar ağı oluşturarak emekçilerin belli kesimlerini de o çıkar ağlarının parçası haline getirmekle vs. oluşturulmadı. Devasa bir tarikat, cemaat hinterlandına sahip olması, onları “sivil toplum” haline getirmesi -handikap ve risklerine rağmen- elbette önemli bir avantaj oldu. Ya da tarihsel hafızayı diri tutması, mağduriyet edebiyatı üzerinden bu hafızayla adeta oyun oynaması da öyle.
Buna aynı zamanda kapitalizmin çözücü, dönüştürücü etkisini de ekleyebiliriz. Keza bu yıllar boyunca hem AKP şahsındaki gerici hegemonyayı hem de kapitalizmin çözücü-dönüştürücü gücünü en geri noktaya çekebilecek, kendi sınıfsal dili ve kültürüyle karşı bir hegemonya oluşturacak anlamlı bir odak yaratamadık.
Fakat mesele sadece bunlarla mı açıklanmalı? Bunlarla birlikte ve bunları tamamlayan en önemli ayaklardan birinin de örgütlenmeyi yerelleştirmesi, özellikle kadın kitlelerini bu konuda mobilize ederek gündelik hayata onlar üzerinden dalabilmesini görmezden gelebilir miyiz?
Elbette bu ağ aynı zamanda iktidar olanaklarının tepe tepe kullanılması üzerinden serilip serpiliyor. Ancak kimi örnekler meselenin bunlarla birlikte başka bir gerçekliği de kapsadığını gösteriyor. AKP’nin bir mahalle örgütünün nasıl çalıştığına, bu örgütü oluşturan emekçi insanların özelde de kadınların hangi yollardan yürüdüklerine, o çalışmalar içinde ulaştıklarını kendilerine nasıl yeniden örgütlediklerine tanık olursunuz.
Bu yerel örgütlerdeki kadınlar kelimenin gerçek anlamıyla birer kitle örgütçüsü gibi gece gündüz koşturan kadrolar, militanlar haline gelmiştir. Mahalledeki cenazeyi, düğünü, ihtiyaçları tek tek not ederler, takip için görev verirler, görev alırlar. Gerici bir ideolojinin-toplumsal ilişkiler bütünlüğünün kurulması için canla başla çalışırlar. Mutludurlar, çünkü kendilerince anlamlı bir iş yapıyorlardır. Yarattıkları ağ hem kendileri açısından sosyal vahaya dönüşür hem de o ağın parçası haline gelenler için. Kısacası çevrelerindeki karmaşık ilişkiler bütününü değiştirip burada değişiklik yarattıklarını hissettikleri oranda o militan ruhlarını sürekli şarj ederler.
Biz devrimcilerden öğrenilmiş yöntemlerdir bunlar aslında. Sadece yöntem ve tarz değil, örgütlenme modelleri açısından da bu böyledir. İktidar olanaklarıyla da birleşerek iktidarın hegemonya kurmasının araçları olarak kullanılmaktadırlar.
Bugün ihtiyacımız olan en temel şeylerden birinin bu yöntemleri yeniden canlandırmak, emekçilere ulaşılabilecek her kanaldan girmekte ısrarcı olmak olduğu gerçeğini görmezden gelebilir miyiz?
İşçi ve emekçilerin bu ülkede direnişlerden, emek sömürüsüne karşı gelişen tepkilerden süzülüp gelen bir hafızası vardır. AKP’nin gövdesini oluşturan kesimler açısından da bu böyledir. Metal Fırtına denilen büyük işçi direnişinin gövdesini onlar oluşturdu. Metal Fırtına ya da irili ufaklı pek çok işçi direnişinin gerici hegemonyada şimdilik görünür olmasa da gedikler oluşturmadığını düşünebilir miyiz?
Bizlerin hem sayısız kirle pasla kapatılmış bu birikime güvenmemiz ve açığa çıkarmak için önümüze çıkacak her fırsatı değerlendirmemiz gerekiyor hem de saygınlık kazanmak için gözümüzü budaktan esirgemememiz.
Kriz koşullarında kitlelerin ruh hali karmaşıktır, sandıkta sisteme oy veren işçi, hak gaspı, kıyım karşısında işçi önderi olup bir direnişin temel dinamiğine dönüşebilir. Devrimciler olarak bu açıdan önümüze açılacak hiçbir pencereyi görmezden gelemeyiz. Ücreti gasp edilen, atölyede-fabrikada tacize-mobbinge maruz kalan, onuru ezilen işçiyle birlikte onun kendi davası için dövüşen bir özneye dönüştüğümüz oranda aşamayacağımız handikap olabilir mi?
Elbette ki ideolojik kodlar kolay çözülmez, ama çözülmez de değildirler. Gözümüzü buna diktiğimiz, yerel örgütlenmeler yaratıp buraları kitlelerin kendilerini anlamlı hissettikleri ilişki kanalları haline getirdiğimiz oranda o kırılmaz denilen hegemonyanın nasıl çözüleceğini de göreceğiz.
“Her birey, yalnız bugünkü ilişkilerin sentezi değil, bu ilişkilerin tarihidir de yani tüm geçmişin bir özetidir”. Bu, sınıflar açısından da böyle değil midir? Ama bugün içindeki her birey ya da sınıf aynı zamanda geleceğe dair de dinamikleriyle vardır. “Geçmiş”in salt egemenlerce belirlenmediği, onun içinde şu ya da bu şekilde egemenlerle sürtüşmeler içinden şekillenen bir hafızanın var olduğunu görmek kadar bugün içindeki geleceği görmek de devrimcilerin işidir.
Bizler unuttuklarımızı, uzaklaştıklarımızı donandığımız, bugünün ihtiyaçlarına uyarladığımız oranda işçinin mücadelesiyle doğası talan edilen köylünün, yağma politikalarına karşı duran emekçinin, her türlü baskı ve zorbalığa, ayrıma-ezilmeye karşı verilen mücadele kanallarını birleştirmek de gözümüzde büyümeyecektir. Sokak mücadelesi örgütlenme iradesi ve azmiyle birleştiği oranda bu karanlık hegemonyayı çözebileceğimiz bilinciyle…