Bu yazıyı 5 yıl önce, hemen Gezi ertesinde, yerel yönetim seçimlerinin öncesinde yazmıştım ama cüretli bir yerel yönetim programı yerine daha çok ‘nasıl laf söyledim’ muhalefeti ve özellikle pratiği ile yetinildi. ‘Eğer bunları uygularsak belediyeleri alırlar’ düşüncesiyle hiç cüretli bir şey yapılmadı ama yine de belediyelere kayyumlar atandı. Halbuki yerel yönetimleri, bütün politikaları koruyan, her an değişebilen yasal düzenlemeler değil, halkın yaygın kabulü, politikaların genel meşruiyetinden başka bir şey değil. Bu yüzden yeniden gerçekleşebilir ütopya! yerel yönetim ‘Sokak Kooperatifleri’ önerisi…
Sokak kooperatiflerini, halkın belediyelerinin yerel yönetim programında yer alması için tartışmaya açmak istiyorum. Bir somut yer, Beyoğlu üzerinden konuşalım. Aslında sadece 248.000 nüfusu var. Günde gelen geçen ise en az 1 milyon kişi. Türkiye’nin en fazla turistinin geldiği, çok muhtemel en fazla yabancının yaşadığı, ülkenin merkezinin merkezi ve en önemlisi Gezi’nin memleketi. O zaman, onun şu çok güzel sloganından yola çıkıyoruz; ‘Ev kira ama semt bizim.’
Egemenler bu merkezin merkezine, Gezi’ye alışveriş merkezi yapmak istiyorlardı. Benim, belki de her konuşmada tekrarladığım şeyi hatırlıyorum. İngiliz sendikacı Scargil diyordu; ‘Benim babamın bir lafı vardı; eğer zenginler bir şey istiyorsa, tersini istemek iyi fikirdir.’ O zaman öncelikle, AVM istemiyoruz. Kolay. Tersi peki? İşportacılar olsun. -Eh bu adam tam çıldırdı. Bir ‘Yeni Gecekondu hareketi’ tutturmuştu. Şimdi de işportacı diyor.- Kesinlikle böyle diyorum. ‘Semt bizim’ değil mi? O zaman bizim, her gün semtimize gelen, en az 1 milyon kişinin, gelirini neden Carrefour, Migros, AVM’ler, MC Donalds’lar, ulusötesi tekeller alıyor? Neden bu semtin özellikle Tarlabaşı, Kasımpaşa, Hasköy, Tophane’de oturan ve hatta belki çok önemli değil ama doğma büyüme, iki, üç nesil burada yaşayanların hiç geliri yokken, büyük mağaza zincirleri, tekeller servetlerine servet katıyorlar? Sokağın diliyle söylersem- Herifler gözümüzün önünden malı götürüyor, bize ise tavşan kulağı…
Sokak kooperatifleri burada devreye girer. Belediyenin öncülüğünde kurulan ‘Sokak Kooperatifleri’ her aileden bir kişiye, bütün semtte yaşayan her aileden bir kişiye asgari ücret taahhüt eder. Hem de günde sadece 2 saat çalışarak. Bu parayı nereden bulacak? Zaten bunu kazanacaktır. Gezi direnişi sırasında sokaklarda olan binlerce seyyar satıcının gelirini düşünün… Bunu bırakın, Türkiye’nin en pahalı kiralarını verenlerin, kazancına bakın. Aynı yerde ve hatta daha güzelinde, sokakta bu satışı yapabilen, kooperatifler kazanamaz mı? -Bütün sokağı işportacılar kaplar.- Hayır her sokağın kooperatifi, zaten hangi tezgahta kimin, ne kadar süre çalışacağını belirler. Fazladan insan bile olmaz çünkü zaten her çalışan, kendi sokak kooperatifine çalışıyordur ve arabaları dışarı ittiğimizde o kadar çok yerimiz olur ki.
Biraz teoriye dönmeli. Gezi isyanı ‘Mekan- Kimlik-Ekoloji’ isyanıydı. Neo-liberalizm azgın bir şekilde mekanları imha ettiğinde, siz aynı mekanı ancak demokratize ederseniz kurtarabilirsiniz. ‘Sokak Kooperatifleri’ ile biz şimdi onların gözünü diktikleri sokaklarımızı, demokratize etmeyi öneriyoruz. Bizim yaptığımız sadece basit bir şekilde işportacıları bir araya getirerek mağaza zincirlerinden, ulus ötesi tekellerin elinden sokakları almak değil, her sokakta herkesin hakkının olduğunu, söz sahibi olduğunu ve semtin onun olduğunu göstermektir. Hasköy’de, Tophane’de oturan her aileden bir kişinin, günde sadece 2 saat çalışarak asgari ücret güvencesine sahip olması demek, başka bir demokrasi biçiminin sokaklarda fiili olarak yerleşmesi demektir. Bir de göreceksiniz ki genellikle bu kooperatiflere katılanlar kadınlar olacaktır. Seyredin o zaman cümbüşü siz. Kim geri alabilir sokakları artık.
Yanlış anlaşılmasın. Sokak Kooperatifleri sadece ‘İşportacılık’ yapmaz. Belediyenin bütün işlevlerini üstlenir. İhalelerle mütahitlere verilenleri talep edebileceği gibi mesela Beyoğlu evlerinin bütün dış duvarlarını ve çatılarını ‘Yeşil duvara- Orman duvarına’ çevirebilir. Yani evinde, balkonunda dış duvar için ortanca yetiştirenler de, her aile, isterse kooperatif üyesidir. Bu sadece estetik olarak, İstanbul’un en güzel semti yapmaz, aynı zamanda ‘yeşil duvar’, yazın ısıyı 5 derece düşürür, kışın aynı oranda yükseltir. Enerji tasarrufudur yani ve oksijen. Ayrıca sinemacılar, müzisyenler, gazeteciler, çevirmenler, yazarlar, öğrenciler kendi kooperatiflerini, cafelerini…
Yani ne isterlerse kurarlar. Hatta yabancılar komünü, pardon kooperatifi de olur. Seçimi kaybederseniz, kaybetmezsiniz ki… Her zaman geriye kendi sokaklarını talep eden sokak kooperatifleri kalır. Çok mu radikal? Eğer siz radikal, cüretli bir program savunursanız, en sağı bile sola sürüklersiniz… Ne dersiniz?