Zemheri bitti, havalar ısınacak derken soğuklar daha da şiddetlendi. Deprem bölgesinde önümüzdeki günler havaların daha da soğuyacağı Meteoroloji Genel Müdürlüğünce belirtilmekte. Hala dışarıda, derme çatma yazlık çadırlarda soğukla cebelleşen birçok insanımız var. Evleri yıkılan ve her şeyleri enkaz altında kalan birçok aile barınma sıkıntısı çekiyor. “İyiliksever, hamiyetperver” ev sahiplerimiz kiraları iki üç katına çıkardılar. Neyse ki enflasyon paketinde en büyük yeri tutan gıda, barınma ve giyecek maddelerinin paketteki ağırlığını düşürüp, fındık, fıstık, otel, lokanta kalemlerini yükselterek enflasyonu bir hayli aşağı çeken İstatistik Kurumumuz imdada yetişti de nefes aldırdı halka(!) Aklımızla alay ediyorlar. Sanki herkes lüks otel ve lokantalara gidiyor, un, bulgur yerine çerez tüketiyor. Yüzsüzlüğün bu kadarına da pes doğrusu.
Türkiye’nin ve dünyanın tüm saygın bilim insanları başta İstanbul olmak üzere yurdun çok büyük bölümünde yakın zamanlarda olacak bir depremde yüzbinlerce binanın yıkılacağını, milyonla ifade edilecek sayıda can kaybının olabileceğini yıllardan beri söylüyorlar. Birkaç yandaş müteahhidin kasalarını doldurmaktan başka bir sonuç vermeyen kentsel dönüşüm fiyaskosuna toplumca tanık olmamıza rağmen hala havanda su dövülüyor.
Hazreti Mehdi’nin gelişine hazırlık yapmakla meşgul ve Hazreti Nuh’un oğluyla cep telefonuyla konuştuğunu söyleyen, başka ülkelerde akıl sağlığı sorgulanacak birkaç kişi dışında tüm saygın bilim insanlarının ekolojik ve risk yönünden, 126 emekli büyükelçinin de hukuki açıdan karşı çıktığı Kanal İstanbul’u bir yana bırakalım, hiç gereği yokken ve bir sürü saray kullanılmaktayken üstelik aleyhte yargı kararlarına rağmen yapılan üç sarayın parası bile risk altındaki bu binaların çok büyük bölümünün yenilenmesine yeterdi. Depremin hemen arkasından para toplamaya çalışan Kızılay, yandaş vakıflara para aktarmaya aracılık ederek vergi kaçırmaya alet edildiği de ortaya çıktıktan sonra tüm inandırıcılığını kaybetti, bir TV kanalı kadar bile bağış toplayamadı. Bağışı toplayan kanalın sahibi de İçişleri Bakanı Soylu’ya telefonla “paraların deprem için kullanılması” ricasında bulundu. O da biliyordu bu paraların nasıl kullanılmakta olduğunu. 20 yıldan beri toplanan deprem vergilerinin 30 milyar doları aştığı bilinmesine rağmen nereye harcandığı sorgulanmaya başlandı. Siyasilerden çok halktan geliyordu bu sorular. Sosyal medya bu alanda en öndeydi. Ee, yüce yöneticilerimiz devlet-i alinin itibarına toz kondururlar mı, hemen deprem vergilerinin ve toplanan paraların nereye harcandığını soranlar hakkında soruşturma açarak gözdağı verdiler. Sayın Erdoğan, “harcanacak yerlere harcadık, sana mı hesap vereceğim” diyerek ana muhalefet liderini payladı. Bir yandaş gazeteci(!) de “bu hesabı soranların iyi niyetli olmadığını, ülkeye düşmanlık eden soyları bellisiz kılıç artıkları” olduğunu söyledi. Tabii “kılıç artığı” sözü eskilerde Yavuz ve Kanuni katliamlarından kurtulan Aleviler için söylenirdi. Daha sonraları onlara “affedersiniz” Ermeniler de eklendi.
Sadece Acun Ilıcalı’nın topladığı 73 milyon lira ile kısa sürede bine yakın aile sıkıntılarından kurtulabilirdi. Kim nereye ne kadar harcadı, bilen yok. Başlıkta soğuk günlerde sıcak saatler dedik ya, işte asıl gündem şimdi İdlib’deki çatışmalar oldu. Evvelki akşam saatlerinde birden İdlib’den dört şehit haberi geldi. Suriye ordusu da demiyorlar, “rejim güçleri saldırdı birliğimize, dört şehidimiz var, kanları yerde kalmadı, 30- 35 kadar rejim askerini etkisiz hale getirdik” dediler.
Daha sonra bu sayı şehit sayısında sekize, karşı taraftan etkisiz hale getirilenler de ona paralel olarak 70’e çıktı tabiatıyla. Bire dokuz da kaldılar, ona çıkmadı. F-16’ lar, obüsler, uzun menzilli silahlarla verilen cevaplar yayınlandı, Rusya’nın desteğinin olup olmadığı(!) sorgulandı. Ancak Rusya, Türk birliklerinin yerine ilişkin bilgi verilmediğini, uçakların da Suriye hava sahasına girmediklerini söyledi. Suriye’nin kayıpları konusunda da imalı şekilde “operasyon olmadığı”nı açıkladı. Kimin doğru söylediğini bilme şansımız yok şimdilik, günahları boyunlarına. Türkiye, en yetkili, daha doğrusu tek yetkili ağızdan İdlib’de ateşkes sürecinin rejimce bozulduğunu, çok sert cevap vereceğini, sonuçlarına katlanacaklarını söylüyor. Diğer yandan Rusya, İran ve Suriye ise Türkiye’nin Astana ve Soçi mutabakatlarıyla üstlendiği “teröristleri bölgeden çıkarma” görevini defalarca süre verilmesine rağmen yerine getirmediğini, tersine cihadistleri koruduğunu iddia etmekteler.
Bu yazının yazıldığı saatlerde durum kritikliğini korumaktaydı. İki yakın dost olan Erdoğan Putin görüşmesinin ne sonuç vereceği de netleşmemekle birlikte Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Rusya’nın geçiştirmeye çalışacağını söylemek kehanet olmasa gerek.
“Kürt anasını görmesin ve statü sahibi olmasın” esasına dayanan derinlikli(!) Türk dış politikası, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt varlığını dağıtarak bölgede bir demografik değişikliği amaçlamakta ama ne Ortadoğu’nun en direngen halkı olan Kürtler, ne de dünya dengeleri bu hayalin gerçekleşmesine izin verir.