Ne yapmış olursanız olun, “Buraya terörist gömdürmeyiz” diyerek cenazesine saldırmaz, sizden ne kadar nefret ederse etsin, az önce gözlerini yummuş yaşlı annenizi gömüldüğü mezarından çıkarıp cansız bedenini elinize vermez. Gözünde ne suç işlemiş olursanız olun, iki büklüm yaşlı annenizin bütün yalvarmalarına, yakarmalarına rağmen büyük bir zevkle alaylar ve küfürler eşliğinde mezarınızı tahrip etmez, kemiklerinizi çöp torbalarına doldurup götürmez
Ne kadar kin duyarsa duysun, başınızı çıkardığınızda sizi avlamak için yaşlı annenizi öldürmez, cesedine günler ve haftalarca sokak ortasında bekçi kesilmez, kurda kuşa yem ettirerek size izletmez. Aranızdaki husumet ne olursa olsun en vahşi hesabı acılı, yoksul, bitkin, çaresiz anneniz üzerinden görmez. Size karşı nasıl bir düşmanlık beslerse beslesin ayakta duramayacak kadar yaşlı ve takatsiz annenizi tokatlamaz, yumruklamaz, coplamaz, kollarını arkadan büküp kırmaz, meydan dayağından geçirmez.
Nasıl bir acı çektirmiş olursanız olun, ölümüne gün sayan ihtiyar annenizi beyaz saçlarından tutup yerlerde sürüklemez. Yüreğine nasıl bir yangın düşürürseniz düşürün, hapishane kapılarında çocuğunun sesini duyurmak için sesi bile neredeyse duyulmayacak kadar zayıf çıkan seksen-doksan yaşındaki annenizin boğazına var gücüyle sarılmaz. Kanı nasıl bir öç alma duygusuyla kızışırsa kızışsın, size layık gördüğü muameleyi bir nefeslik canı olan ihtiyar annenize layık görmez.
Kan davalarının hiçbirinde görülmeyen, barbarlık geleneğinin hiçbirinde izi sürülemeyen acımasızlığın, merhametsizliğin bu emsalsiz deneyimine sizi böyle yüreklendiren nedir öyleyse? Bu dünyada birkaç günlük ömrü kalmış ayakta duramayacak kadar hasta ve bitkin annenize, bu dünyada birkaç günlük ömrü kalmış ayakta duramayacak kadar hasta ve bitkin annesine uyguladığınız şiddete yeltenmeyecek bir düşmanınız olduğu için mi bütün bu barbarlık gösterileriniz? Düşmanınızı güçsüz bulduğunuz için mi, tenezzül ettiğinize tenezzül etmeyeceğini bildiğiniz için mi tüm bu işitilmemiş zenginlikteki gaddarlık şölenleriniz? Günlerdir sürüyor. Bakamıyor, izleyemiyoruz. Kötülük ağırlaştı, asla bağışlanmayacak, her biri bir rezillik harikası çok suç birikti.
Liste uzayıp gidiyor, en sonuncusu diğerlerini unutturuyor. Vahşetin her yeni biçimi öncekini önemsiz kılıyor. Kaç zamandır zindan kapılarında ayakta kalmaya, oğulları ve kızlarının sesini duyurmak için nefes almaya bile mecali kalmamış yaşlı kadınların çığlıklarını, çıtırdayıp kırılan kemik seslerini işitiyoruz. Çok oralı değiliz, ama hala söyleyecek çok sözümüz varmış gibi de bir garip ağırbaşlıyız. Yaptığının aynısını yapmayı zül sayacak bir düşman bulduğu için yetmiş, seksen, doksan yaşındaki kadınları döve döve sürükleyip götürmeyi marifet sayan tuhaf, acımasız yaratıkların kol gezdiği bir cehennemin ortasındayız. Buna rağmen baharın geldiğine inanıyoruz, tüm bu olanlara rağmen gerçekte yaşayabileceğimizden hala zerre kuşku duymuyoruz. El insaf! Biz nasıl bir çağa kaldık, nasıl, nasıl bir zamana uyandık, nasıl bir ülkeye düştük, nasıl bir insan türüne denk geldik böyle!