‘Dört cenazemi kuyuda biriken yağmur suyu ile yıkadım’ sözlerinin hafızama kazınmasının ardından yüreğimde ve omuzlarımda biriktirdiğim acı ve ağırlıkla birlikte Ankara’ya dönüşümün kolay olmayacağını biliyordum
Dilan Babat*
Günlerdir yaşadığım acının ardından yeni rotam Dîlok ve Hatay oluyor. Dîlok’a vardığımda şehir merkezinde çok fazla bir yıkımın olmayışı, insanların normalleşmeye dönme çabaları gözüme çarpıyor. Daha önce geldiğim Dîlok’un gezdiğim ara sokaklarında buram buram tarihi olan birçok binanın ağır hasar alması da ayrı bir acıyı getiriyor.
“Keşke önceden buraları görmeseydim buraların bu hale gelmesi ne acı verici” sözlerimin karşılığında Nurdağı ve İslahiye’ye doğru yol alıyorum. Akşam saatlerinde vardığım İslahiye’de soğuk havaya karşı yakılan ateşin etrafından oturan ve depremin yıkıcı etkilerini konuşan insanların sohbetlerine dahil oluyorum. Ardından Nurdağı’nda büyüyen bir gazeteci arkadaşımla sohbet ediyoruz. “Bildiğim tüm sokaklar gitmiş, okul arkadaşlarım yaşamını yitirmiş” cümlelerini sıralarken, tek yapabildiğim şey arkadaşıma sarılmak oluyor. Arkadaşımı yolcularken, günün erken saatlerinde mahallelere doğru yol alıyorum. Sağlam tek bir binanın dahi kalmadığı İslahiye ve Nurdağı’nda uzun bir süredir aşina olduğum duygular yeniden beliriyor.
İhmaller yüzünden bize yaşatılanlar gerçekten geçecek mi?
Omuzlarıma yüklenen yükler, yüreğime işlenen acıların tarifsizliği içerisinde, 7 kimliğin yıllardır bir arada yaşadığı, görmek istediğim ama sürekli ertelediğim Hatay’a doğru yol alıyorum bir kez daha. Mereş’ten Dîlok’a, Hatay’a kadar binlerce hikayeye tanıklık etmenin ağırlığı içerisinde, bu ülkede yaşamın da ölümün de ne zor olduğunu kendime ara ara hatırlatıyorum. Dinlediğim her bir gerçeklik karşısında bitmeyen boğaz düğümleri, “Geçmiş olsun” sözlerini kullanırken, “Gerçekten geçecek mi? cevabı ile karşılaştığımda sözlerin anlamsızlığı yerini sessiz dakikalara bırakıyor.
Dayanışma yaşatıyor…
Soğuk ve kasvetli havanın sardığı Hatay’daki canlılık da enkazlarla beraber yok olmuştu sanki. Koordinasyon alanına indiğimde gözlerim sürekli tanıdık birilerini aradı. Tanıdık bir arkadaşıma sarılsam her şey geçecekmiş gibi düşünürken, daha önce Ankara’da birlikte çalıştığım ardından başka bir yere geçen bir kadın arkadaşımı görerek sarılıyoruz birbirimize. Birbirimizin durumunu sorup ardından Hatay’daki yıkımlardan söz ediyoruz. “Diğer yerlerde Hatay gibi mi?” sorusu karşısında bir anda sessizleşerek kafamı sallıyorum sadece. Ateşin önünde uzun uzun sohbet ettikten sonra ateşin önüne gelerek ısınmaya çalışan insanlarla tanışıyorum. Her biri ayrı bir şehirden gelmiş, kimi depremin ilk gününden bu yana Hatay’da, kimi ikinci günde, kimi üçüncü günde gelmiş Hatay’a. Hiç tanımadığımız insanlar için bir araya gelmenin verdiği dayanışma yitirmek üzere olduğum umudumu yeniden yeşertirken, “Dayanışma yaşatır” sloganının bir cümleden öte olduğunu bir kez daha anlıyorum. Her bir arkadaştan aldığım güçle insanlara en iyi şekilde nasıl yetişebiliriz tartışmaları da beraberinde geliyor.
Bitmeyen, bitmeyecek acılar…
Hatay’da kaldığım süre boyunca, Samandağ, Arsuz, İskenderun’da tablo hep aynıydı. Bitmeyen ihmaller silsilesi, insanların kaderine terk edilişi, lavabo bulamadığı için çadırda tuvaletini bir kutuya yaptığını ve akşamları dışarıya atabildiğini söyleyen insanların ağlayışları, “Oğlumun binasının hemen yanında başsavcılığın görümcesi vardı gelip onu kurtardılar ama iki oğlumun olduğu enkazda arama yapılsın diye yalvarışlarımız bile cevapsız bırakılarak çekip gittiler” feryatları bir saniye dahi dinmedi. Bir ay boyunca bulunduğum bölgede her ne kadar acı biriktirsek de umudu yeşertmek mücadelesi de verildi. Deprem boyunca herkes “insan olma gayreti gösterdi” peki ya devlet…
“Devlet nerede, devlet yok” cümlesinin bir saniye dahi dinmediği Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Karaali Mahallesi’nde Nahide Doğruev’in 4 cenazesini kuyuda biriken yağmur suyu ile yıkamasını dinliyoruz.
4 kişi yaşamını yitirdi
Kentlerin büyükşehir olma düzenlenmesi ile birlikte önce köy olan ardından mahalle olan Karaali Mahallesi’nde herkes akraba. Depremin ilk gününden bu yana elektrik ve suya ulaşamayan Nahide ve ailesi geceyi bir naylon altında geçirmek zorunda kalmış. Evinin yakınında oturan 4 yeğenini enkaz altında kendi çabalarıyla kurtarmaya çalışan Nahide, yaşamını yitirenleri enkaz altında bırakmak zorunda kalıp yaşayanları kurtarmaya çalışmış. Nahide, “İki günden sonra ablamı canlı çıkardılar ama ilk gün gelinimi ve küçük bebeğini kendimiz kurtardık. Gelinim yolda öldü ama bebek şimdi yoğun bakımda. Aileden 5 kişiden sadece minik yavrumuz yaşıyor” diyor.
Soba zehirlenmesinden iki kişi yaşamını yitirdi
Nahide’nin enkaz altında kalan ablası ve eniştesinin üzerine soba devrilmiş. Eniştesi beş gün boyunca “kurtarın bizi” diye bağırırken, Nahide, beş gün boyunca eniştesi ve ablasına kâr suyunu eriterek, borudan onlara doğru ulaşması için suyu boruya dökerek yaşama tutunmalarını sağlamış. “Beşinci günün sonunda zehirlenmekten dolayı yaşamlarını yitirdi” diyen Nahide, “Çok zor günler geçirdik. Onları saracak kefen bulamadık. Enkazların altında ya da ağır hasarlı evlerin içine girerek çarşaf bulup öyle gömdük. O gün yağmur yağıyordu, ben dört cenazemi su kuyusunda biriken yağmur suyuyla yıkadım. Evin avlusunda dizip o yağmur suyunu damla damla üstlerine dökerek yıkadım” sözlerini kullanıyor.
Ölmek istemiyorum haykırışları
İki gün boyunca enkaz altında akrabalarını kurtarma çabaları sürerken, üçüncü günden sonra AFAD mahalleye gelerek yaşayanları kurtarmaya çalışmış. Geliniyle son güne kadar konuşan Nahide, kurtarılan bebeğin annesi tarafından korunduğunu belirtiyor. Yolda kalbi dayanamayan gelininin yaşamını yitirdiğini söyleyen Nahide, “Hala çadır ve su sorunu yaşıyoruz, beş gün sonra su bulduk. Serada kalıyoruz. Geçen fırtına çıktı, çadırlar uçtu. AFAD ve Kızılay’a çadır başvurusunda bulunduk sürekli ‘gelecek’ diyorlar. Ama kaç hafta geçti hala bekliyoruz. 4-5 güne kadar kendi cenazelerimizin derdindeydik. Devletten tek bir şey gelmedi biz görmedik. Erkenden gelselerdi ölenlerimiz dahi kurtulurdu. Eniştem sürekli ‘ölmek istemiyorum’ diye bağırıyordu” sözleriyle anlatmaya devam ediyor.
Ya cenazesini yıkayamayanlar…
Enkazlar için kepçeleri de kendi imkanlarıyla bulan Nahide, beşinci gün sabahında eniştesinin “Boğuluyoruz dumandan” bağırmalarını duyar. Yoldan geçen itfaiyenin önüne kollarını iki yandan açarak yardım isteyen Nahide’ye itfaiye görevlilerinin cevabı ise, “Su varsa su dökün bizim görevlendirilmemiz burası değil benim işim de değil” sözleri ile karşılaşır. Nahide şöyle ekliyor: “Sadece burası değil, yakınımızda bulunan mahallenin hepsi öyle. Çok şükür biz yıkadık ya yıkayamayanlar ne yapacak. Onlarca cenaze toplu bir şekilde gömüldü.”
*Bu izlenim JinNews’ten alınmıştır