142 yıllık geçmişi olan parlamenter rejim sona erdi ve dünyada bir örneği olmayan Türk tipi başkanlık rejimine geçildi. Yeni rejimde başbakanlık olmayacak, devletin başı sıfatıyla cumhurbaşkanı bakanları seçecek, yürütme yetkisini tek başına kullanacak. Ülkeyi kararnameler ile yönetecek olan cumhurbaşkanı yasama ve yargı üzerinde en yetkili kişi konumunda olacak. Savunma, güvenlik, kamu yönetimi ve ekonomi başta olmak üzere doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı kurullar oluşturulacak. Genelkurmay’dan MİT’e, MGK’dan Diyanet’e kadar birçok Başkanlık, doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanacak. İsrail’den ABD’ye, AB’den Rusya’ya, NATO’dan IMF’ye kadar uluslararası ve emperyalizme bağlı Türk oligarşisinin desteği ile kurulan yeni rejim, parlamentonun, siyasal partilerin ve siyasetin parametrelerini değiştiriyor. Devlet yönetiminde ve siyasette yeni bir dönem başlıyor.
Emperyalizmin neoliberal dönemindeki son sığınağı olan totalitarizm Türkiye’de ilk kez ve seçimler yoluyla gerçekleşiyor. Rejimin işleyişi, idari ve hukuki zaafları, siyasal ve toplumsal yetersizlikleri ve alternatifleri uygulama sürecinde ortaya çıkacaktır. Ancak AKP-MHP-BBP koalisyonu ile hayata geçirilecek olan bu rejimin önümüzdeki süreçte birçok sorunla yüz yüze geleceğini şimdiden öngörebiliriz. Bu bakımdan rejimin geleceği 6 soru üzerinden irdelenebilir: 1) Cumhur İttifakı’nın parlamentodaki konumu koalisyonun geleceğini nasıl etkileyecek? 2) ABD, AB, Rusya, İran ve İsrail ile ilişkiler nasıl gelişecek? 3) İttifaklar tarafından beka sorunu olarak algılanan Kürt sorunu ve Suriye Savaşı konusunda nasıl bir tutum sergilenecek? 4) Ekonomistlerin öngördüğü ağır ekonomik kriz nasıl aşılacak? 5) Millet İttifakı birleşik bir mücadele sergileyebilecek mi? 6) Millet İttifakı’nın HDP’ye karşı tutumu nasıl olacak?
İlk kez bu seçimde yapılan parti ittifakları parlamentoda daha çok partinin parlamentoda temsilini sağlamakla birlikte, ittifakların yarattığı saflaşmalar toplumsal kutuplaşmaları derinleştirecektir. İçişleri Bakanı Soylu’nun HDP ve CHP’ye karşı provokatif tutumu, AKP milislerinin seçim sonrası yaptığı silahlı gösterileri, önümüzdeki dönemde toplumsal ayrışmaların hızlanacağının ve siyasal mücadelelerin sertleşeceğinin ön belirtisi gibidir. Önümüzdeki süreçte MHP’nin Ülkü ocakları, BBP’nin Nizam-ı Alem Ocakları, AKP’nin Osmanlı Ocakları ve Halk Özel Harekatı gibi paramiliter örgütler, muhalefete karşı baskı, terör ve provokasyonlar başlatabilir. Demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, etnik, kültürel ve inançsal farklılıkların dışlanması ise, sivil toplum örgütleri ile siyasal hareketleri bir araya getirebilir. Her düzeyde olağanüstü rejim standartlarının geçerli olacağı bu totaliter rejim koşullarında parlamentoda kürsüyü kullanmaktan öte fazla bir şey yapamayan bazı partiler de parlamento dışı muhalefete yönelebilir. Siyasetin sokağa taşınması ve özellikle sivil itaatsizlikler yoluyla rejimi değişime zorlayabilecek güç ve eylem birliklerinin gelişmesi, yeni bir dönemin başladığı anlamına gelecektir.
Otoriter ve totaliter rejimleri ayakta tutan unsurların başında rejimden beslenen çıkar grupları, emperyalist güçler, rejim yanlısı partiler, meslek ve kitle örgütleri, etnik, kültürel ve inanç grupları geliyor. Ancak rejim yanlısı olmayan ve iktidardan rahatsız olan seçmen kitlelerindeki korku, yılgınlık, umutsuzluk ve muhalefete yönelik güvensizlik; seçmenin sandığa gitmeme, sandığa gidilse de oyuna sahip çıkmama, hile yapıldığında sokağa çıkıp protesto etmeme tutumuna yol açıyor. Bir yandan rejimin devamını sağlayan bir yandan da muhalefetin güç toplamasını engelleyen bu durum, totaliter rejim koşullarında seçim kazanmanın mümkün olup olmadığı sorusuna yanıt aramamızı gerektiriyor. Bu bağlamda üç temel unsurdan söz edebiliriz:
Birincisi, muhalefetin, seçim ittifakları temelinde birleşik bir cephe/blok oluşturması ve enerjik bir kampanya yapmasıdır. İkincisi, halkın, rejimin kaybedebileceği yönünde ikna edilmesi ve sandığa gitmesinin sağlanmasıdır. Üçüncüsü, halkın, rejimin değişebileceği ve muhalefetin bunu başarabileceği konusunda ikna edilmesidir. Dünyadaki örneklerinden hareketle bu olgulardan ortaya çıkan siyasal muhalefet, kitle hareketinin gücü ve dinamizmi ile birleştiğinde halkta bir şeylerin değişebileceğine dair bir inanç ve güven gelişiyor. Bu da rejim değişikliğine kadar varabilen radikal dönüşümlere yol açabiliyor.