İstanbul seçimlerinden AKP-MHP blokunun aldığı yenilgiyle otoriter sistemin Türkiye’de inşasını zayıflatma, geriletme ve sonlandırma stratejisinin öngörülen aşaması tamamlanmış oldu. HDP’nin öncülük ettiği demokrasi güçlerinin otoriter sistemin gelişmesinin önünü almayı hedefleyen seçim stratejisin başarılı olduğu ortaya çıkan sonuçlardan anlaşılmaktadır. AKP-MHP blokunun seçimlerden zayıflayarak çıkması bunun somut ifadesidir. Çünkü Türkiye’de faşizm Kürt düşmanlığı ve fobisi üzerinden geliştirilmektedir. Bunun rolünü de yeni dönemde AKP-MHP etrafında oluşturulan milliyetçi ve ulus-devletçi güçlere verilmişti. Bundan ötürü özgürlük ve demokrasi adına bir şey yapılacaksa evvela bunların zayıflatılması gerekiyordu. İşte seçimlerde izlenen siyasetin stratejik anlamı ve başarı ölçüsü buradadır.
Peki, kayyumların önemli oranda geldikleri yere gönderilmesi, en son İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde ve ülke genelinde AKP-MHP blokunu geriletilmesiyle tehlike tümden bitti mi? Devletin savaş ve bastırma konsepti değişti mi? Bundan sonra demokratik bir yoldan mı ilerlenecek? Kürt meselesinde çözüm yoluna girilecek mi? Tüm bunlar gerçekleşirse veya gerçekleşiyorsa olumlu cevap verilebilir ki, gelişmeler bunun hiç de böyle olmadığını, demokrasi mücadelesinin diğer aşamalarının örülüp pratikleştirilmedikçe bunun gerçekleşmeyeceğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de milliyetçiliğin, tekçiliğin, retçiliğin, inkar ve soykırımcılığın temellerini oluşturduğu zihniyetin kökeni devletin yapılanmasına içerlenmiştir. Türkiye’de devlet ve onun tüm kurum ve yapılanmaları, buna sivil yapılanmalar da dahildir, ulus-devlet zihniyet ve modelinin şekil verdiği sistemden mustariptir. Temelini İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin oluşturduğu bu zihniyet Cumhuriyet Türkiye’sinin zihniyetini teşkil etmiştir. Şimdiye kadar bunu aşarak buna karşı çıkan çok az kişilik ve hareket olmuştur. Karşı olduğunu söyleyen veya öyle görünen birçok çıkışın böyle olmadığı,ı sistemin versiyonları oldukları veya süreç içerisinde ona dönüştürüldüğü çok defa görülmüştür. Tıpkı şu anda karşı karşıya olunan durumda olduğu gibi. Demokrasi güçleri eğer bunu görmez ve buna karşı tedbir almazsa, siyaset geliştirip inisiyatifi bizzat alıp örgütlü toplum gücünü açığa çıkarmazsa geliştirilen süreç kesintiye uğrayacağı gibi, sistem bir önceki süreçten daha ileri bir noktaya ulaşacaktır. Türkiye’de otoriterliki ve onun gelişimini belli süreçlere, belli süreçlerin bir kısım yapılarının zihniyeti ve çalışması olarak görmek yapılacak en büyük hata olur. Bunun böyle olmaması gerektiğini tarihten ve güncel süreçten de anlamak mümkündür.
Cumhuriyetin tüm tarihsel geçmişi ve gelişimiı faşizmin etkisinde olmuştur. İktidara oynayan kesimlerin sınıfsal çıkarları ile hegemonik sistemin bölgesel dizayn siyasetinin geliştirdiği ikili yapılanma sonucunda oluşan bloklaşma bu genel çerçevenin dışında değildir. Laik milliyetçilikle Türk-İslamcı milliyetçiliğin oluşturduğu bu bloklaşma aynı kökenden gelmektedir. İkisi de ulus-devletçiliğin zihni olguları olan milliyetçi, tekçi, retçi ve inkarcı bir biçimlenişe sahiptirler. Aralarındaki çekişmeyi kızıştıran çoğunlukla hegemonik sistemin bölgesel politikalarının devlet bünyesinde yol açtığı zorlanma olmaktadır. CHP ile DP’yle başlayan ve bugün AKP ile süren onun muhalifleri arasındaki siyasi rekabet bir iktidar mücadelesidir. Demokratik bir gelişimi ifade etmemiştir. Buna yetmişlerin CHP’sini örnek vermek ve buradan günümüz siyasetini, onun kodlarını ve konumlamalarını kavramak önemlidir. Gelişen ve biriken devrimci ve demokrasi mücadelesinin, onun toplumda somutlaşan ve siyasi potansiyel haline gelen sürecin Ecevit liderliğinde Kıbrıs operasyonuyla nasıl içinin boşaltıldığı gözden kaçırılmazsa bahsetmeye çalıştığımız öz anlaşılmış olur. Unutulmamalı ki Türkiye’de blokların çıkış yerleri aynıdır. Celal Bayar CHP’nin önde gelen bir şahsiyetiydi. DP’yi CHP içerisinden devşirdi. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadrosuydu. CHP cumhuriyet Türkiye’sinin siyasi hareketidir. Mustafa Kemal ve diğerlerinin İttihat kadroları olduğu göz önüne alınmalıdır. Hiçbirisi hiçbir süreçte oluşturulan haliyle devletin temel zihniyetinin dışına çıkma iddiasında olmamışlardır. Bu iddiada olanlar ancak gerçek demokrasi güçleri olabilirler. Demokrasi güçleri demokratik siyaseti örgütler, örgütlü toplum gücünü açığa çıkarırsa, devlet içerisindeki bloklaşmaları avantaja çevirebilir.
Sonuç olarak demokrasi güçleri ve gayet tabi HDP siyaseti yeniden örgütlemezse sürecin kazananı olma konumunu hızla kaybeder ve toplumsal mücadelede geriye düşme gerçekleşecektir. Seçimlerle beraber otoriterlik darbe aldı ama tümden dağılmış değil. Siyaset ve toplumsal mücadele diğer güçlere bırakılamaz. İdeoloji, zihniyet bakımından ulus-devletçi kesim ile toplumcu kesimler vardır. 3. Yol siyasetin örgütlendirilmesinde vardır. Eğer demokrasi güçleri bunu yapmazsa ortada tek blok kalır, o da ulus-devlet siyasetinin yapılarıdır. Yapılması gereken hızla toplumu örgütleyecek çalışmalara başlamaktır.