Dananın kuyruğu mu kopacak, takke düşüp kel mi görünecek, yoksa zurnanın zırt dediği yere mi varacağız? Her ne olacaksa önümüzdeki 1 buçuk ay boyunca ve illa da sonunda olacak.
Gündelik omurgasız ve yanardöner siyaset, hele de partiler içi siyaset, okurlar bilir, bu sütunun ilgi alanına pek girmez. Sebebi ise gayet açık, sütunu temiz tutma çabası.
O yüzden de esas olarak iki aday arasında geçecek olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde herhangi bir iddiası olmayan şu veya bu adayın, 100 bin imzaya ulaşıp ulaşmayacağı, ulaşınca alacağı küsuratlık oy oranlarının hangi kirli pazarlığın konusu olacağı gibi gereksiz konular bu sütunun yazarını da, okurunu da meşgul edemez.
Siyaset arenasında partileşmenin temel ayrımı ideolojiktir. Başka bir deyişle sınıfsaldır. O yüzden de siyasi kamplaşma çoğu kez yelpaze benzetmesiyle tanımlanır. Yelpazenin sol kanadı emeği, sağ kanadı sermayeyi temsil ederler. Sağ partiler içinde kişisel ikbal peşinde koşanlara rastlamak çok yaygın bir özelliktir. Fırsatçılar bal tutmak için bu partilere ilgi gösterirler. Ne de olsa günün sonunda parmaklarını yalayacaklarını bilirler zira. O kirli çarkta bal tutan parmağını yalarken, beceriksiz kalanlar da avucunu yalamakla yetinir.
Bir de sanki marifetmiş gibi, kimileri de kendini ortada tanımlar. Ortada veya merkezde olmanın, aşırılıklardan uzak durmayı, dengede kalmayı ima edeceğini düşünüp toplumda karşılık bulmaya çalışırlar. En azından bu yönde bir yanılsama oluşturmaya gayret ederler.
Evet, bu bir yanılsamadır, zira kendini merkezde konumlandıran siyaset, müesses nizamın, Türkçe ifadesiyle kurulu düzenin güvencesidir. Kurulu düzen ise asla emekten, emekçiden yana olamaz.
Olsa olsa kutsallık atfedilen devlet yapılanmasının temel taşıdır merkezde konumlanan siyaset. İyi de devlet yapılanması da her zaman toplumun egemen güçlerinin, sermaye ve toprak sahiplerinin etrafında örgütlenir.
Emek cephesi devlet yapılanması içinde ancak yoğun mücadeleler sonucunda belirli mevziler kazanır. Örneğin kısaca EYT olarak ifade edilen emeklilikte yaşa takılanlar konusu, bu uygulamadan mağdur olanların ısrarlı mücadelesi ile çözüme ulaştı. Şu sıralar Fransa kentlerinde de emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarmaya çalışan yasaya karşı yoğun bir mücadele sürdürülüyor.
Bu konudaki talepler karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İktidarımıza mal olsa dahi bu konuda geri adım atmayacağız” demişti. Şimdi ise Macron hemen hemen aynı cümleleri kuruyor. Oysa bu tür konularda son sözü söyleyen, mücadele azmini ısrarla koruyanlar olmuştur.
Denklem tarih boyunca böyle kurulmuştur. Adaleti ve yasaları belirleyenler haklı olanlar değil güçlü olanlardır. Hukuk kuralları onların ihtiyaçları doğrultusunda belirlenir ve uygulanır. Eğer çıkarları tersini gerektiriyorsa, burjuva düzeninin iktidarları kendi belirledikleri hukuku da eğip bükebilir, hatta çok gerekliyse toptan yok sayabilirler.
Türkiye tarihi, Osmanlıdan bu yana, hatta daha geniş perspektifle bakarsak, Bizans’tan, Doğu Roma’dan bu yana oyun oynanırken kural değiştirmenin örnekleriyle doludur.
Kişisel olarak ilk otuz yılı ıskalasak da yüz yıllık Cumhuriyet tarihinin son yetmiş yılının yaşanmışlığında 1960, 1971 ve 1980 askeri darbelerinin tanığı olduk. Arada 28 Şubat veya 15 Temmuz gibi parazit cızırtıları da unutmamak gerekir.
Yıllar öncesinde, mücadelelerle elde edilmiş hakların hoyratça iptal edildiği zamanları yaşıyoruz. Üstelik bu hak gaspları üniformalı bir zorbalığın eşliğinde uygulanıyor. Emeğine sahip çıkan işçi, doğasını korumaya çalışan köylü, akademik özgürlük talep eden bilim insanı, barınma sorununu gündeme getiren öğrenci, erkek şiddetine direnen kadın ve toplumun hak talep eden tüm kesimleri karşılarında copuyla, dipçiğiyle, gazıyla, tazyikli suyuyla polisi ve jandarmayı buluyor.
Devlet benim diyerek ülke halklarını tepeleyen üniformalı zorbalıkla seçime gidiyoruz. Üstelik seçenek olarak bünyesinde MHP olan bir ittifaka karşı, bünyesinde İYİ parti olan bir ittifakın yarışacağı bir seçime. Vatana millete hayırlı olsun