İdeolojik ve siyasal saflaşmaların tarihi eskiye dayanıyor. Ama kutuplaşma tarihi daha yeni dönemlere ait. Bugünkü tanımıyla kutuplaşma 1946’da çok partili hayata geçişle dönemin iki temel partisi olan CHP-DP ve onların versiyonları arasında devam etti. CHP ve Demokrat Parti (DP) arasındaki bu kutuplaşma Cumhuriyete geçiş sürecinde oluşan Kuvayı Milliye hareketinin askeri ve sivil kanatları arasındaki 25 yıllık ideolojik ve siyasal ayrışmanın ürünüydü. Bu ayrışma iki partinin liderleri olarak İnönü ve Bayar arasındaki siyasal rekabeti de ifade ediyordu. Atatürk’ün ölümünden sonra Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı olmasını engelleyen İnönü, yaklaşık 10 yıl sonra Bayar’ın seçimle Çankaya’ya çıkmasını hazmedememiş ve 27 Mayıs darbesinin yapılmasına katkı sunmuştu. 27 Mayıs askeri müdahalesi ise Türkiye ordu, devlet ve siyaset ilişkileri bakımından yeni bir dönem başlatmıştı.
Çok partili hayata geçildikten sonra 1946-1960 döneminde DP ile CHP arasındaki keskin kamplaşma 27 Mayıs 1960 askeri darbesini tetikleyen sebeplerden biri oldu. Bu durum 1946’ya kadar tek parti iktidarı koşullarında yaşanan modernleşme sürecinde devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru dönüştürmede uygulanan baskıcı, şekli, yüzeysel, ayrımcı ve kutuplaştırıcı politikaların da iflası anlamına da geliyordu. Bu nedenle DP’liler 27 yıllık CHP iktidarını sorgulayarak işe başlamış ve “İkinci Cumhuriyet” kavramını ortaya atmışlardı. DP’yi iktidara getiren 14 Mayıs 1950 seçiminden önce partinin sözcüsü Zafer Gazetesi’nin 15 Nisan tarihli sayısında “İkinci Cumhuriyet” başlıklı yazıda, “CHP’nin çürümüş cumhuriyeti yerine yenisini kurmak gerektiği” şeklinde yayın yapıyordu.
DP Zonguldak milletvekili Abdurrahman Boyacıgiller 27 Mayıs’tan günler önce 9 Mayıs 1960’da Büyük Gazete’de şunları yazmıştı: “On beş yıl önce tek düşüncemiz, cumhuriyetin bütün müesseseleri ile kurulması, demokratik cumhuriyet anayasasının yapılması, memleketin içtimai, iktisadi, teknik ve kültürel alanlarda kalkınmasını derpiş eden/öngören bir plan-program yapılıp uygulanması idi.(…) Demokratik Cumhuriyet, İkinci Cumhuriyet anayasası için yaptığımız mücadele on beş yıl sürmüşse ve bu dava gerçekleşmekte gecikmeye maruz kalmışsa, bunun sebepleri bu hava için yola çıkanların davalarına ihanet etmeleri, maddi menfaat yolunu tercih ederek her şeylerini bunun için feda eylemeleridir”.
Bu konuda ilginç olan “İkinci Cumhuriyet” söylemini darbeden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi’nin sahiplenmesidir. Nitekim Org. Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Hükümeti’nin programında, “Vazifede bulunduğumuz sürece, İkinci Cumhuriyet ile, kurulacak olan yeni Türk demokrasisinin, sağlam ve hiçbir kimse veya zümrenin tasallutuna maruz kalmayacak kudret ve dayanıklılıkta olması hedefimizdir” denilmişti. Gürsel’in ve diğer MBK üyelerinin her fırsatta tekrarladığı İkinci Cumhuriyet vurgusu pek çok yazar ve akademisyen hukukçu tarafından onaylanmış ve savunulmuştu.
27 Mayıs’tan günümüze kadar geçen 69 yıl içinde 9 kez askeri darbe veya darbe girişimi oldu. Her darbe, siyasal ve toplumsal alanda kırılma ve travma yaratarak derin bölünmelere yol açtı. Ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal farklılıkların reddedilmesi, kitlelerde kuşku, korku ve güvensizlik yarattı. Bu süreçte eşitlik, özgürlük ve adalet bilincinin gelişmesi, çoğulcu ve demokratik yapıların oluşması ve “çatışma kültüründen uzlaşma kültürüne” geçilmesini engellendi. Kısacası kutuplaşma, kamplaşma ve ötekileştirme süreçleri nedeniyle demokratik geleneklerin yerleşmesi ve kökleşmesi mümkün olmadı.
Geldiğimiz aşamada darbe riski hala devam ediyor. AKP iktidarının yaptığı bazı şekli düzenlemelere karşın, ordunun devlet ve siyasetteki müdahaleci rolü ortadan kaldırılmış değil. Önceki tüm iktidarlar dönemlerinde olduğu gibi AKP iktidarı da başı sıkıştığı her anda orduya bel bağlamayı sürdürüyor. Bu olgu, milli güvenlik devletlerine özgü geleneksel “güvenlik politikalarının ve beka sorununun” sürekli olarak gündemde tutulmasından kaynaklanıyor. Bu gerçek rejim değişikliği koşullarında daha bariz bir şekilde görülebiliyor. Çünkü otoriter, baskıcı, zora dayalı modernleşmeci geleneğin yarattığı kamplaşma-kutuplaşma- ötekileştirme olgusu artık siyasetin temel ekseni haline gelmiştir.