2024 yerel seçimleri halkın siyasi partilerden daha yenilikçi olduğunu bir kez daha gösterdi. Siyasetin muhafazakarlıktan kurtulamadığını gören kitleler değişim dalgasını harekete geçirerek siyasi partilerin sırtına büyük bir sorumluluk yükledi. 2015 genel ve 2019 yerel seçimlerinde benzer tablolar açığa çıkmasına rağmen muhalefet dinamikleri bu değişim arzusuna denk düşebilecek siyasi programı hayata geçirmekte başarılı bir performans sergilememişti. 2024 yerel seçimleri otoriter rejime rağmen halkın siyasette ne kadar etkili olabileceğini bir kez daha gösterdi.
Siyasal İslam eriyor mu?
İktidar bloku 7 Haziran’dan beri süregelen değişim arzusunu şiddet ile manipüle ederek ve de tüm yaşamı güvenlik mefhumu etrafında konsolide ederek yönetmeyi tercih etti. Gelinen aşamada şiddet siyasetinin toplumun gerçek sorunlarına çözüm olmadığı gibi politik istismarı da beslediği anlaşılıyor. Tehditlerle bir yere kadar toplum üzerinde hakimiyet kurulabilir. Zira demokrasinin bahşettiği toplumsal rızayı istismar eden aktörler, genellikle ve kaçınılmaz bir şekilde merkezden çevreye itilir. Kent toplumu ile barışık olmayan, toplumu kullanışlı bir oyun nesnesine indirgeyen iktidarın siyaset formu günün sonunda kentlerden kovularak taşranın yolunu tutmak zorunda kaldı.
Seküler yaşama göz kırpan kentli İslamcılar bu eşikte daha uyanık ve pragmatist bir yerde durmaya çalışıyor. Bu kesimler olası risklerin farkında oldukları için daha fazla risk alarak kazanımlarını kaybetmek istemiyor. Kentli İslamcıların dışında, topluma yabancılaşan siyaseti dava etrafında bir araya gelerek aşmayı planlayan başka bir çizgi var. Toplumsal ve kültürel meseleler konusunda AKP’nin bile gerisine düşen bu çizgiyi dikkatle takip etmekte fayda var. İktidara muhalif olan her damara temkinli yaklaşmak gerektiği konusunda sanırım İP hadisesi çok öğretici oldu. Davacılar için Filistin meselesi önemli bir fırsat olarak görülmesine rağmen radikal İslam’ın yarattığı tahribatın içinde bu meseleye yönelik beklentiler şimdilik iç çelişkileri büyütmekten öteye gitmedi.
AKP için karar verme zamanı
31 seçimlerinde büyük bir yenilgi alan AKP’nin önünde iki yol var: Ya faşizm ya demokrasi. Bu tercihleri tek başına belirleme kudretine de sahip değil. MHP ile ilişkiler burada belirleyiciliğini sürdürecek. 7 Haziran’dan bu yana AKP’yi faşizme çektikçe ayakta kalabilen MHP’nin doğal olarak demokrasiye ihtiyacı yok. MHP’nin dışında asıl belirleyici olacak aktörler seçimlerden birinci çıkan CHP ve belediyelerini kayyıma rağmen yeniden geri alan DEM’in temsil ettiği Üçüncü Yol dinamikleridir. CHP bir kez daha AKP’nin belirlediği oyunun kurallarına göre mi oynayacak, yoksa kuralları kendisi mi belirleyecek? Bu soru önemli. Hakeza Üçüncü Yol dinamikleri CHP’nin gölgesinde kalan bir siyaset mi yapacak yoksa yeni formlarla Üçüncü Yol siyasetini güçlendirebilecekler mi?
AKP dağıldı-bitti demek gerçekçi olmasa da kurucu kodlarına dönmesi giderek zorlaşıyor. 2024 seçimleri AKP’ye yönelik umutların adım adım yok olduğunu gösteren en somut hadise olarak ortada dururken, demokrasiye ve normalleşmeye dönüş meselesi Erdoğan’ın manevra kabiliyetine rağmen kitlelere pek inandırıcı gelmiyor.
Kemalizmin muhafazakarlığı
Muhalefet üç seçim (7 Haziran, 2019 ve 2024 yerel seçimleri) kazandı; ilk iki seçimin kazanımlarına rağmen arzulanan değişim olgusunda mesafe alınmadı. Üçüncü seçimin sonuçlarının kazanımlara dönüşeceğine dair henüz bir emare görünmese de toplumda bir değişim umudu var. Değişim dalgasının demokrasi ile buluşması belki de en büyük umut. CHP’nin kentlerde yükselmesi ve birinci parti olması değişim için büyük bir fırsat sunuyor. Ancak deneyimler bu fırsata temkinli yaklaşmayı zorunlu kılıyor.
CHP İslamcılarla rövanşist bir gerilim, Kürtlerle savaşın farklı bir versiyonunu mu hayata geçirecek, yoksa daha toplumcu ve barışçıl bir hikayenin sorumluluğunu mu üstlenecek? CHP’nin yapacağı tercihler Kemalizmin ortaya çıkardığı maliyetlerle yüzleşip yüzleşmemeleriyle bağlantılı bir mesele. Kemalizmin tarihsel süreçte demokrasiye mesafeli duruşu İslamcı rejimin hem demokrasiyi hem Kürt meselesini manipüle etmesinin en büyük gerekçesidir. Uzun süreden beridir patrimonyal rejimin yeniden hortlamasını pekiştiren Kemalizmin sebep olduğu ağır maliyetlerle yüzleşmesi önümüzdeki sürecin gidişatını doğrudan belirleyecektir.
Üçüncü aşama
Kemalizm ve siyasal İslam’ın toplumdan ciddi uyarılar aldığını ve bu iki tarihsel bloka odaklı siyasetin günü birlik politik yatırımlara dönüşmediğini görüyoruz. Bu iki tarihsel blokun süregelen yolculuğunun kesiştiği nokta, kutuplaşan bir toplum, öngörülemeyen bir gelecek ve Kürtlerle nasıl yaşayacağı konusunda kafası karışan bir devlet aklı. Aslında her iki siyasi hattın sınırlarına ulaştığını söyleyebiliriz; demokrasi üçüncü bir aşama.
Demokrasi krizinin en güncel bariyeri ise büyüyen ve genişleyen Kürt meselesinin yönetilememesidir. Demokrasi hadisesi Kürtlerin hukukuyla doğrudan bağlantılı. Kemalizm ve siyasi İslam Kürtsüz bir demokraside ısrar ettikçe film yeniden başa saracak. Sosyoloji ve siyaset bilimi bize Türkiye’nin iç ve dış politikada demokrasiyi askıya alarak Kürtleri risk olarak gören politikasının stratejik açıdan sorunlu olduğunu söylüyor. Erdoğan’ın zamanın ruhunu neo-ulus devletin rabiası üzerinden okumasının ne kadar sığ olduğunu iç ve dış politikada derinleşen krizlerden anlıyoruz. Ulus devletin semptomlarını savaş kapitalizmi ile aşmanın risklerini birinci ve ikinci dünya yaşadı. Türkiye’nin yeniden yapılanmasına yönelik planda Kürtleri düşman olarak kodlayan ve buradan yükselmeyi planlayan devlet aklı iki halkın tarihsel, politik, sosyolojik hikayesiyle örtüşmemektedir.
Kemalizm ve siyasal İslam’dan sonra Türkiye toplumunu bekleyen ne? 31 Mart seçimleri İslamcılığı yeniden konsolide etme, Kemalizme geri dönme veya toplumu devletin kölesi haline getirme bileti değil; faşizmden çıkış, demokrasiye ve topluma dönüş bileti olarak okunursa arzulanan değişim skalası yakalanabilir.