Seçim öncesinde ve sonrasında oluşmakta olan tabloyu tekrar tekrar vurgulamakta fayda var. Ekonomik kriz, siyasal kriz el ele gidiyor. Seçim sonuçlarında bir iktidar değişikliği söz konusu olsaydı, var olan krizleri çözemeyeceğini daha önce birçok kez vurgulamıştık. Bu durum iktidardaki koalisyonun seçimlerden galip ayrılmasıyla da değişmeyecekti ki şu anda yaşadığımız şey tam da bu. Hemen her şey eskisi gibi duruyor. Örneğin, faiz puanlarını arttırmak ya da düşürmek ekonomik açıdan farklı farklı açmazlara işaret ediyor. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarından bahsediyoruz çünkü ve yukarılarda rakamlarla ifade edilen şey aşağılarda, halk tabanında her halükârda yıkıma, yoksullaşmaya işaret ediyor.
Siyasal alanda da radikal bir değişiklik söz konusu olamayacağa benziyor. İktidarın konsolide ettiği kitle tabanı ile düzen içi muhalefetin konsolide ettiği kitle tabanı arasında var olan ve iktidar ortaklarının şu ana dek başarılı bir şekilde yönettikleri kimi ayrımlar da siyaseten aşılabilmiş değil. Muhalefetin krizi tam da bu derin bölünme ile ilgili. Düzen içi muhalefet, giderek sağcı saiklere daha fazla gömülen siyasal alan tarafından belirleniyor. Kılıçdaroğlu’nun yeni danışmanlarını görmüşsünüzdür. Faşizmin söylem ve eylem gücünü arttırma eğilimine karşı ırkçılığa dayalı bir çizgiyi apaçık ilan ediyor.
Bu tablo bizleri niye ilgilendiriyor? Çünkü iktidar ve muhalefetin aynı siyasal evrene hapsolan sağcılık, muhafazakarlık, kitleleri baskı altında tutan denetimcilik politikaları, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen milyonları temsil etmekten git gide uzaklaşıyor. Bizleri bir gerçeklikle karşı karşıya bırakıyor: Özgürleşme projesi halkın ancak kendi edimiyle mümkün olacaktır.
İşte böyle bir muhalefet krizi içerisinde halkın gerçek gündemlerini esas alacak, mücadeleyi halkın özgürleşme pratiklerine oturtacak bir çizgi ihtiyacı doğuyor. Bu çizgiye Emek ve Özgürlük İttifakı oturabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bu göreve talip olabilmesi için önündeki iki görevi başarması gerekiyor. Birincisi, şu anda içerisinde bulunduğu atıllıktan kurtulmak, ikincisi de gerek siyasal parti ve bileşenlerle gerekse de hareket halinde olan halk güçlerinin alan özneleriyle genişlemek.
Artık çok fazla lüksümüz yok. Bu dönemin sorumluluğuna talip olacak mıyız yoksa siyaset sahnesinden çekilecek miyiz? Yerimizden milim kıpırdamayalım ama değişim de olsun diyerek konforumuza mı gömüleceğiz yoksa sokağı halkın haklarının ana mekânı haline getirecek miyiz?
Önümüzde yerel seçimler var. Halka sandığı çözüm olarak göstermek yerine halkın doğrudan kent yönetimine katılacağı siyasal formları keşfetmek gibi bir görevimiz var. Özeleştirinin çokça konuşulduğu bugünlerde en iyi özeleştiri bu fikri pratikleştirmekten geçecektir.