“Bir kimsenin ülkesinin yasasından “daha yüce bir yasa” vardır. Bu, vicdanın yasasıdır. Bazen bu “yüce yasa” ile ülkenin yasası birbiri ile çatışır duruma geldiğinde kişinin ödevi “yüce yasa”ya uymak, ülkenin yasasına bile karşı gelmektir.”
Bu sözler “sivil itaatsizlik” kavramını literatüre ve hayata kazandıran Amerikalı düşünürlerden Henry David Thoreau’e ait.
Baskıya karşı pasif direnişi ifade eden “sivil itaatsizlik” yasadışı ancak meşru bir eylemdir: Haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yollar denendikten sonra girişilen bir eylemdir. Bu anlamıyla sivil itaatsizlik yasadışı ancak meşru bir eylem olarak değerlendirilir.
Sivil itaatsizlik, “Hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkıştır” şeklinde tanımlanır. Ve bu durum vicdani bir duygu-düşünce sürecidir. Bunun sivil itaatsizlik eylemi olup olmadığının en önemli ölçütü, üçüncü şahısların hak ve özgürlüklerinin çiğnenip çiğnenmediğidir.
Sivil itaatsizlik kamuya açık, aleni bir eylemdir: En önemli unsurlarından biri kamuya açıklıktır. Vicdanlarda yatan bir adalet, bir hakkaniyet duygusuna çağrı niteliğinde olduğundan, kamuya açıklık vasfı aranmaktadır. Yasaya aykırılık, şiddetsizlik, kamuya açıklık ve hukuki yaptırıma katlanma rızası gibi unsurları içerir. Sadece olaydan mağdur olanın değil, her insanın böyle bir olguya karşı tepki duyması gerektiği öngörüsünden hareket etmektedir.
Thoreau’nun hayata kazandırdığı sivil itaatsizlik, 1900’lü yıllarda Mahatma Gandhi tarafından geliştirilerek baskıcı yönetime karşı uygulanan son derece etkili bir yönteme dönüşmüştür. Gandhi’nin sivil itaatsizlik felsefesine katkısı, itaatsizliğin eyleme dönüşme yöntemini hedef alan “pasif direniş” anlayışı ile gerçekleşmiştir. Gandhi pasif direnişi, geliştirdiği hakikatin gücü felsefesine dayanarak, kendileri bizzat şiddet kullanmasalar bile şiddete maruz kalma riskini göze alabilen toplulukların gösterdiği mücadele şekli olarak tanımlamıştır. Pasif direnişi bir hayat felsefesi olarak benimseyen Gandhi, bu eylemi yaşamı boyunca çeşitli şekillerde hayata geçirmiştir.
İyiliğin, erdemin, direnmenin, inanmanın ve umut etmenin gücünü bize hatırlatmak açısından en iyi örnek bence. Çünkü insanlığın Gandhi ve felsefesinden çıkaracağı çok önemli dersler var. Öncelikle parçalanmışlığın, ayrılığın, düşmanlığın bir toplum için ne kadar büyük bir zaaf olduğu gerçeğini görebiliriz onun öğretisinde.
Bu hafta dünyanın birçok yerinde öldürülüşünün 75. yılı (30 Ocak 1948) dolayısıyla anılan Gandhi’nin izlediği politika; baskı ve şiddetten uzak, şahsi kararlara saygılı, dürüst ve azimli olmak. Ona insan doğasının en çok nesini beğendiği sorulduğunda ‘cesaret’ der ve hemen ekler: “Şiddet dışılık asla korkaklara kalkan olarak kullanılmamalıdır. O cesurların silahıdır.”
Şiddetsiz, doğru yer ve zamanda, doğru tepkiler vermenin en güzel örneklerinden biri olarak, derinlemesine okunması ve tahlil edilmesi gereken bir büyük düşün ve eylem adamıdır. Ondan öğrenilecek en büyük ders ise, şiddet göstermeyerek bir siyaset yürütmenin en büyük erdem olduğudur.
Bu noktada sözü Cumartesi Anneleri’ne getirmek istiyorum: 27 Mayıs 1995’ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi düzenleyerek gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayanlardan oluşan, hak ve adalet mücadelesi veren Cumartesi Anneleri’nin eylemleri Türkiye’de en uzun süren sivil itaatsizlik eylemi olarak değerlendirilir. Kar, kış polis copu, gözaltı, mahkeme demeden yıllardır direniyorlar.
İşte bir mahkeme duruşmaları da yarın. Bilindiği gibi bir süre önce Çağlayan Adliyesi önünde yapmak istedikleri basın açıklaması, ağır polis şiddeti ile engellenmiş ve 13 kişi gözaltına alınmıştı.
Yine mahkeme önlerinde, yine alanlarda olacaklar. “Kayıplarımızı istiyoruz ey kayıt dışı hakikat” diye seslenecekler.