Aleviler gövdede çıban, tarlada ayrıkotu oldular. Dersim çıbandı. Çıban sökülüp atılırken izlerinin hâlâ bizi takip ettiği on binlerce ölüm, sürgün hikayesi bıraktılar. Katliam yerleri tanımlanıp belgelenmeyi beklerken kayıplar bulunup kökleriyle buluşmayı beklerken insanlıktan bir özür, tanınma beklerken unutturma çabaları ile suçlanmaya devam ettiler.
Aleviler devamında da Maraş, Sivas, Hatay, Çorum gibi illerde katliamlara maruz kaldılar. Doğdukları yerde doymalarına izin verilmedi. Şimdilerde topraklarında uzakta yurt özlemiyle gittikleri yerlere tutunmaya çalışıyorlar.
Elbette kalanları vardı. “Varız, var olalım” dediler. “Ozanlarımız, kültürümüz, inancımız, geçmişimiz var” dediler. Sivas Pir Sultan Abdal diyarı Banaz’da anmalar, şenlikler yapıp inançlarını ve kültürlerini yaşatmak istediler. Birkaç yıl yaptılar da. O yıl bir “Ölümsüz Ozan Anıtı” dikmek istediler. Anmalar Sivas merkeze yönlendirildi. Onlar etkinliklerini yaparken “Su uyur, düşman uyumaz” misali birileri başka hesaplar yapıyordu. İzin verilmemeliydi anıtın dikilmesine, Alevilerin var olmasına. Verilmedi de. Aydınları, yazarları, sanatçıları otele doldurup ateşe verdiler. Canlı yayınla tüm dünyaya seyrettirdiler. Devletin güvenlik gücü oteli ve 33 canı yanmaktan kurtarmaya yetmedi ya da yetirilmedi.
Yandılar!
Acılara gark oldular!
Kanadılar!
Yürekleri yaralandı!
Acılı şehirler kaldı!
Tarihi anılarda toplumun gazı alındı, notu bize miras kaldı.
Ne yaptılar ne ettilerse makbul vatandaş olamadılar. An itibariyle attıkları her adım izleniyor, tanımlanıyor, hedef gösteriliyor. Ne uzatılan birlikte yaşama eli tutuluyor ne de yüzlerce yıllık ezber bozuluyor.
Diyoruz ki:
Aynı göğün altında yaşıyoruz,
Aynı havayı soluyoruz,
İçtiğimiz su aynı,
Aynı doğanın ürünleri ile besleniyoruz.
Daha ilerisine söyleyelim: Dünyadaki tüm insanlar sadece dört çeşit kan grubu taşıyor. Siz kimsiniz, ne hakla bizi tanımlıyorsunuz, ne hakla hakkımızda hüküm veriyorsunuz, ne hakla canımıza kastediyorsunuz?
Doğada, evrende her canlının, her varlığın kendi oluş yasası ve hakkı vardır. Saygı duymak zorundasınız. Ya da Yaradan diyorsanız, yaratılanın hakkına saygı duymak zorundasınız Yaradan’dan ötürü.
Asıl derdinizi de biliyoruz aslında.
Çok uluslu Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti elinde kalan topraklarda Alevilerin, Kürtlerin desteğiyle ortak vatanda eşit ve özgür yaşam vaadiyle kuruldu. Kuruluş sürecinde ortak bedel ödeyen Kürtler, Aleviler, tüm farklı topluluklar iktidarını sağlamlaştıran egemenler tarafından inkara tabi tutulup tekçi bir anayasayla topluma adeta deli gömleği giydirildi. Tek tip olmazsak Osmanlı gibi dağılırız, bölünürüz paranoyasından kurtulamadılar. Kısacası İttihat Terakki’nin ulus-devlet projesi gerçekleşti. Buna bir de kutsiyet atfedildi: “Vatan sana canım feda. Sana uzanan eller kırılsın.” Toplum da bu algı üzerinden eğitildi, her nusubet bununla kapatıldı. Kutsiyetin içine Türklük ve Sünni Müslümanlık yerleştirildi. Geriye kalana da “Senin tek hakkın Türk’e köleliktir” dendi. Bundan sonra her hak talebi vatana ihanet kategorisinde değerlendirilip imha ile sonuçlanacak şekilde yasalaştı. Alevi inancı yasaklandı. Tüm varlıklarına el konulup ocakları, tekkeleri, dergahları kapatıldı. İtirazı olanlar imha edildi, kalanlara da siz asıl Müslüman ve Türk’sünüz telkinleri başladı. Kürtlere de siz aslında Türk’sünüz kendinizi yeniden keşfedin dendi. Dilleri yasaklandı. Türkçe bilmeyen anaların Kürtçe bilmeyen evlatları oldu. Dedik ya topluma deli gömleği giydirildi. Toplum deli gömleğini çıkardığında şaki oldu, münafık oldu, terörist oldu. Derin güçler bu tekliğe zarar gelmesin diye hep iş başında oldular.
Dersim’de, Maraş’ta, Sivas’ta, Ağrı’da, Zilan’da, Ankara’da, Suruç’ta, Kobanê’de, Roboski’de ince hesaplarla planlar yapılıp katliamlarına devam ettiler. Bazen de inkar edip “Ben yapmadım, o yaptı” diye adres şaşırttılar. Yapanları aklayıp ödüllendirdiler. Sonra da unutturma işlemleri başladı. Anayasayı, eğitimi, hukuku, güvenliği tekçilik üzerine inşa ettiklerinden bu işler kolaylıkla kotarıldı. Ne hesabı sorulabiliyor ne de durum değişiyor. İşte Sivas 2 Temmuz 93 böyle bir paranoyanın sonucudur. Kürdistan’da faili meçhullerin, binlerce köy yakmalarının, boşaltmalarının yaşandığı yıllar. İnançları gereği zulme karşılar, mazlumun yanındalar, zaten kendileri de yeteri kadar mağdurlar, bu ikili yani Kürtler ve Aleviler buluşur da hak talep ederlerse!
Ondandır 33 canın, ateşin semahına durmaları.
Ondandır, “Ateşin de canı var” deyip ateşe su dökmeyenler alevlerde kavruldular.
Günümüze gelindiğinde payımıza düşen yine yok sayılmak, yine savaş ve ölüm. Kürt seçim yapamaz, yaparsa kabul edilmez. Kayyum atanır.
Nerede bir parça yaşam hakkı, kendini yönetme hakkı elde ederse tepesine çökülür.
Aleviler Alevi-Bektaşi Cemevi Başkanlığı, ÇEDES, zorunlu din dersleri ile “Beyaz Ölüme” mahkûm.
Yoksulluk ve hukuksuzluk yaşam biçimimiz olmuş.
Bunu kabul etmiyoruz. Kabul etmemeliyiz.
Bu ülke çorak oldu. Düşünenler ya zindanda ya sürgünde. En iyiler toprak altında.
Kürd’ün, Alevi’nin, ötekinin yokluğu üzerine kendini yaşatan bu düzene itirazımız var.
Kürtler, Aleviler, emekçiler, kadınlar, tüm ezilenler birleşip bu düzene itiraz edip özgürlükçü demokrasiyi talep etmeliyiz.
Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi “Bir olalım, iri olalım, diri olalım.”
Zulme boyun eğmeyelim.
Yüreği yananların ardılları Avrupa’da, savruldukları diyarlarda izinizi sürdü. Zulmünüz gölgeniz oldu.
Sözümüz olsun.
Dün gibi!
Her gün harlanan kor gibi!
Unutmayacağız, unutturmayacağız.
Zaman sahipsiz, mekan rızasız, mazlum çaresiz değildir.