HDP bileşenleri; daha önceki yıllarda miting vb. ortak etkinlikler yapma tecrübelerinden çok farklı olarak, HDK’nin kuruluş sürecinden başlayıp, partinin 1. Olağanüstü Genel Kurulu’na kadar yaşanan dönemde; “birlikte” düşünebilmeyi, planlayabilmeyi, karar alabilmeyi ve eyleyebilmeyi özetle, “birlikte çalışabilmeyi” deneyimlediler ve öğrendiler. Söz konusu başlıklardaki böylesine önemli gelişme, doğal olarak karşılıklı özveri, çaba ve kararlılıkla başarılabildi.
HDP ve/veya HDK’nin bileşenleri, Temmuz 2014’ten sonra “nasıl kongre partisi olabiliriz/olunur” başlığı yerine, mütemadiyen; “HDK’nin her bir bileşen için anlam ve önemi” konusunda söz söylenen, zaman zaman da “HDK kuruluş amaç ve hedefleri doğrultusunda bir kongre nasıl olur/yapabiliriz? yerellerde meclislerini nasıl kurarız ve faaliyetlerini devam ettirebiliriz?” sorularının yanıtlandığı birçok toplantı, görüşme, müzakere, tartışma gerçekleştirdi. İçinde bulunduğumuz yıl dışarıda tutulduğunda, bunların en kapsamlısı ve sonuncusu, HDK’nin tüm siyasi bileşenleri ve HDP’nin katılımıyla 29 Mayıs 2017’de, İstanbul’da hayata geçirildi. Ancak, bu oturumların neredeyse tümünde Kongre’nin önemi ve gerekliliği saptanmasına karşın, bileşenler ne merkezde ne de yerellerde gerekli kadro, mekan ve kaynak konusunda gerçekçi ve yeterli adımları atmadılar. Alınan kararlar, bir araya gelinen salonların kapısının dışına genellikle çıkamadı/çıkarılmadı. Bileşenler, HDP’ye giderken HDK’den götürdüklerini ne yerine koyabildiler ne de bunu gerçekleştirebilmek için gerekli ve yeterli çabayı gösterdiler. Bileşenler, saptadıkları ve ortaklaştıkları sorunların çözümü için kolektif olarak belirlenen adımları yine kolektif olarak atmaktan imtina ettiler. Bu yolda, olanaklı olan(lar)ın belirlenmesi ve belirlenen(ler)in gerçekleştirilmesine ilişkin bir yaklaşım dahi hemen hiçbir zaman izlenmedi/izlenemedi. O nedenledir ki Kongre, partisini kurduğu dönemdeki konumundan nicelik ve nitelik olarak oldukça geriye düştü. Böyle olduğu için de HDP, kongre partisi olmadı/olamadı. Temmuz 2014’deki haliyle, çok bileşenli parti olarak kaldı.
HDP’nin, diğer partilerin de sahip olduğu, mevzuatta yer alan, hali hazırda hemen tümü kurulu olan organlarıyla çok bileşenli parti olma özelliğinden daha ileriye geçebilme şansına sahip olmadığı da net bir biçimde görülüyor. Çünkü, kurulu parti yapısı, kongre yaklaşımının temeli olan, yerellerde meclisler aracılığıyla örgütlenme yaklaşımına, en azından dikey ve hiyerarşik örgütlenmenin varlığı nedeniyle uygun değil. Hem tarih bilgimiz hem sosyolojik veriler hem de partinin kısa tarihi böyle bir öngörünün haklılığına somut veriler sunuyor.
Parti ve kongre örgütlenmesi
Bu nedenle, HDP’nin kendisi tarafından yerel meclislerin kurulması ve işletilmesi üzerinden yerellerde örgütlenme girişimi, günümüze değin yaygın bir biçimde kurulmamış/kurulabilmesi için temel koşullar sağlanmamış Kongre meclislerinin, bundan sonra niyet edilse bile, kurabilmesinin önünde engel olacaktır. Çünkü parti eliyle kongre örgütlenemez. Parti örgütlenmesi hedef kitlede aidiyet ilişkisini zorunlu kılarken, Kongre örgütlenmesi ortak sorunlar ve bunların çözümü etrafında, “aidiyetsiz” örgütlenmeyi gerektirmektedir. O nedenle, HDP’nin böyle bir girişimi yalnızca kendisi için değil, kendisi tarafından yeterince algılanmıyor olsa bile, ait olduğu Kongre’nin de geri dönüşümsüz sönümlenmesini koşullayacaktır.
Son yerel seçimlerde partinin tutumu, ülke genelinde siyasi atmosferin değiştirilebilir olduğunu ortaya çıkarttı. Geniş kitlelerde gittikçe derinleşmekte olan umutsuzluğun önünü aldı. Kamuoyu nezdinde HDP’ye, katıldığı ilk genel seçimlerdekini çağrıştıran sempati yarattı. Ancak, HDP’nin merkezi tutumu tabanda kendini genişletecek olanağı beraberinde yaratmadığı gibi, ortaya çıkan sonucun başarısının büyük kısmı ana muhalefet partisine yazdırıldı.
Kapitalizmin, yetmişli yıllarda içine girdiği kriz, ABD’nin hegemonik öncülüğünde Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) organizasyonuyla çevre kapitalist ülke halklarına bedel ödetilerek atlatılabilmişti. Günümüzde ise yaklaşık on yıl önce başlayan birikim krizini ne sermaye ne de aktörleri yönetemiyor. Seksenli yıllarda ABD hegemonyasında kurulmuş olan ekonomik sistem çözülüyor. ABD, 21 trilyon doları aşan devlet borcu, 6 trilyon dolardan daha fazla dış borcu ve 500 milyar doları aşan dış ticaret açığıyla, IMF ve DB’nin politikalarını eskisi gibi belirleyemiyor. Merkez kapitalist ülkelerin her biri kendi başının çaresine bakmak zorunda kalınca, kutuplaşmalar ve çelişkiler de görünür oldu. Sistemin önemli özelliklerinden serbest ticaretin yerini korumacılığın ve ticaret savaşlarının almak üzere olduğu kaygıları ön plana çıkınca, IMF Başkanı uyardı: “herkes kaybedecek”. Kriz silahlanmaya da görülmemiş bir boyut kazandırdı. Kullandıkları, kullandırdıkları her bir bomba ile ekonomilerine nefes aldırmaya çalışıyorlar. Bu durum, yeni yeni çatışma ve savaşların temel gerekçesini oluşturuyor.
Patronlar, her zaman olduğu gibi krizin faturasını, yaşamak için emeğini satmak zorunda olanlara yansıtınca, toplumsal öfke de günden güne yükseliyor. Ancak bu öfke sistem tarafından pek çok ülkede dincilik, milliyetçilik, ırkçılık, yabancı/göçmen düşmanlığı ile neoliberalizm ve aydınlanma karşıtlığı üzerinden toplum kutuplaştırılarak ve çatışmalar yaratılarak sistemle ilişkilendirilmesine engel olmaya çalışılıyor. Toplumlar kendi içinde genç, eğitimli ve şehirde yaşayanlarla yaşlı, düşük eğitimli ve küçük yerlerde yaşayanlar arasında ayrıştırılıyor. Seçmen, kutuplaşmalar üzerinden popülist sağ partilere yönlendiriliyor. Öyle ki, Kıt’a Avrupa ülkelerinde bile bu partilerin oyları son 15 yılda ortalama 3 kat arttı.
Dengeler bozuldu
Türkiye’de iktidar blokunun “istikrar” alanı olarak övündüğü ekonomi de siyaset de iç dengelerini kaybetti. Kapitalizmin yapısal krizi ve bunun geniş toplum kesimlerine, yalnızca ekonomik değil, günlük yaşantının neredeyse bütün alanlarındaki olumsuz yansımalarının etkisiyle, toplumsal muhalefetin yükselişi dünyada da Türkiye’de de görünür hale geliyor. Yakın zamanda daha da yükseleceğini öngörmek mümkün. 16 yıl önce geçerli oyların yüzde 26’sı ile Meclis’teki sandalyelerin yüzde 64’ünü alarak hükümet olan AKP’den neredeyse eser kalmadı. Kurucu ekibi dağıldı, tek adam tarafından yönetiliyor. Taban desteğini kaybediyor, örgütlenmesi ve ilişkileri çözülüyor. Dış ilişkilerde karaya oturdu. İktidar, eskisi gibi gündem belirleme becerisini dahi yitirdi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve partili Cumhurbaşkanlığı sistemi kendi kadro ve seçmenleri dahil geniş toplum kesimlerinde tartışmalı hale geldi. İktidar bloku içinde oluşmuş olan çatlaklar her geçen gün daha da büyüyor ve derinleşiyor. Rejim, yeni ittifaklar kurabilmek ve ayakta kalabilmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Ancak, “büyük çoğunluk” için mutfakta düzenli olarak tencere kaynatabilmek olanaksız haline geldi. “Büyük çoğunluk”, kendisi için “yeni” bir umut, çözüm arayışı içinde. Mart 2019 yerel seçim sonuçları ve Haziran 2019 İstanbul belediye başkanlığı seçimleri bu durumun bir göstergesi olarak değerlendirilebilinir. Bu seçimlerde AKP’nin ve onun başkanının kaybedebileceği, bunun hiçbir çabayla değiştirilemeyeceği görünür oldu. Söz konusu durum, yaşanmakta olan sorunların gerçek alternatifini yaratabilmek için bugünden yarına ÖRGÜTLENMEYİ öncelikli olarak ele almak gerektiğini, diğer bir ifadeyle SOKAĞI işaret ediyor. Yoksa, tarihsel olarak da bildiğimiz gibi, birileri tarafından hemen her zaman bu gereksinim karşılanır, boşluk doldurulur. Esas olan bunları “bizim” yapıp yapamayacağımız.
Yatay örgütlenme zamanı
Gezi-Haziran İsyanı’ndan 16 Nisan 2017 Referandumu’ndaki Hayır Meclisleri’ne, Hayır Meclisleri’nden 2019 yerel seçimlerine değin, “ortalama vatandaşın” günlük hayatta yaşadıkları ve yaşadıklarına karşı aldığı tutumlar dikkate alındığında, yerellerde örgütlenmenin günümüzdeki temel aracının; temsili demokrasinin siyasi parti yasasında belirlenmiş olan kalıbına ve/veya siyasi partilerimizdeki uygulamalarına daralmayan, doğrudan demokrasiyi yaşama geçirebilmeyi hedefleyen örgütlenmeler, meclisler olduğu ortaya çıkıyor. Mahallelerde, üretim birimlerinde, üniversitelerde, liselerde, kadınların, gençlerin, işçilerin, işsizlerin, memurların, küçük esnafın, emeklilerin, öğretim elemanlarının, öğretmenlerin, hemşirelerin, hekimlerin, köyde, gecekonduda, kente yaşayanların, LGBTİ+ bireylerin, inancı olmayanların ya da inancı olanların vb. katılabileceği ve VAROLABİLECEĞİ bir örgütlenmeye, meclislere gereksinimimiz var.
Ancak bunun ölü doğum olmaması için yanlışlığı öngörülebilen, bilinen hiyerarşik ve dikey partili adımlarla değil, bugüne kadar ertelenmiş olanın ertelenmesine son vererek, yatay örgütlenmenin hayata geçirilmesi gerekiyor. Kadrolarıyla, mekanlarıyla ve kaynaklarıyla eksiklikleri tamamlanacak Kongre eliyle. HDK’den yıllar önce alınıp bugüne kadar yerine konmamış olanların yerine konmasıyla işe başlanmalıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için 2019 Temmuz’unun 2011 Temmuz’una benzer birçok olanak sunuyor olmasının avantajlarını da kullanarak. Anımsamakta yarar var, Rosa Lüksemburg’un da belirttiği gibi, siyasi partiler hemen her zaman, kendi yapılarını korumaya öncelik veren “muhazafakâr” eğilim içindedirler. Bu sınırlılığın yaratacağı riski göze almanın zamanı da yeri de değil…
BİTTİ