Beyza Üstün
Türkiye’de 2008 yılından beri daha yaygın başlatılan suyun metalaştırılması, doğadaki akışından koparılıp piyasada alınır satılır mala dönüştürülmesi kapitalizmin 2000’li yıllardaki krizlerinden çıkışındaki öncelikli çözümdü. Sürdürülebilir kalkınma stratejisini arkasına alan sistem krizlerini suyu ve su havzalarını sermeyenin çarkına sokarak çıkmayı 90’lı yılların başında duyurdu ve tüm ulusların politikalarının içine yedirdi.
Su yaşamdaki görevinden koparılıp, 49 yıllık ve tekrarlarına açık olacak şekilde şirketlere, önce HES, son yıllarda JES yapma yetkisi ile birlikte hızla devredildi. Beraberinde suyu kullanacak tüm üretimleri de maden, enerji, kaya gazı sondajları, imara açma ile kentleşme, endüstriyel tarım ile suyun akışındaki havzasına konuşlandırılarak, bu alanlar içindeki doğal sistemler de sermayenin kullanımına sunulmuş oldu. Sular borularla bir vadiden diğerine kolaylıkla taşınır, aktarılır kılındı. Süreç yasa değişikliği yapılarak, fiili olarak uygulamaya sokularak “meşru”laştırıldı. Şirketler derenin yamacına yanaşamayınca DSİ dere ıslahı yapıyoruz diye vadiye girip yapılaşmanın önemli bir kısmını tamamladı, suyun şirketin kullanımına sokulması kolaylaştırıldı.
2003 yılından sonra Türkiye’de yasallaştırılan süreç (suyun ve su havzasının sermayeye sokulması) dönemin DSİ genel müdürlüğü tarafından, hemen ardından da Orman ve Çevre Bakanlığı tarafından koordine edildi. Kısa bir notu konuya yeniden dönmek için hatırlatmak istiyorum; suyun metalaştırılmasını başlatan yetkili/ dönemin genel müdürü ve sonraki çevre bakanı ile bugün TBMM’deki İklim komisyonunu yöneten aynı siyaset ve daha da ötesi aynı kişi.
2008 krizinden sonra derelerdeki suyun fındık fıstık dağıtır gibi şirketlere dağıtıldığı günlere yeniden dönelim. Çoruh, Yeşilırmak, Munzur, Fırat, Dicle ve kolları, Seyhan, Ceyhan vd. dereler yeraltı sularının sahibi kılınan şirketlere verilmesinin ardından şirketler jandarmanın, polisin korumalığında vadilere girmeye başladı. Eş zamanlı olarak da ekoloji mücadelesi verenler yaşamlarını, yaşam alanlarını siyasi iktidara ve sisteme karşı korumak için şirketlere teslim etmemek için yaşamlarından ödün verme pahasına ekoloji mücadelesine başladı. Karadeniz’de Derelerin Kardeşliği hızla örüldü. Fındıklı Dereleri Koruma Platformu bu örgüyü, yaşamın ekoloji politik perspektifle korunmasının ne demek olduğunu hızla kavrayıp toplumsallaştıran ve bu mücadeleye ödünsüz emek verenlerin başında yer aldı. 2010’lu günlerde Fındıklı’da içlerinde Hüseyin Acar, Avni Ertaş, Behçet Ertaş’ın da içinde olduğu, kapitalizme karşı mücadele yürütenler derelerin başında nöbet tutmaya, yaşamı, yaşam alanlarını korumaya başladı. Yerelde yaşayanlar ve ekoloji mücadelesi verenlerle suyun metalaştırılmasına karşı mücadele ederek yürütülen mücadele giderek büyüdü. Planlanan onlarca HES için şirketler mücadelenin verildiği vadilere giremedi. Bizler, suyun ticarileştirilmesine karşı olanlar çok iyi biliyorduk; şirketler bir gün bir yere girmekten vazgeçerlerse başka bir gün mutlaka yeniden deneyecekler. Çünkü ellerinde 49 yıllık su kullanım anlaşmaları ve EİEİ’den alınmış enerji üretim izinleri var.
Tam da öyle oldu o günlerde; Fındıklı’ya yaklaşamayan sistem, 2021 yılına kadar giremedikleri vadiye bugün Fındıklı yerel yönetimin ikna gücü ve oluru ile girmeye çalışıyor. Fındıklı Belediyesi tarafından ilçeye 900 metre yükseklik ve 35 km mesafeden 87 lt/sn kapasitedeki su borulama yöntemiyle içme suyu olarak getirilmeye çalışıldı. Şimdi borulamanın ucuna türbin konarak enerji de elde edilecekmiş. Böylece siyasi iktidar; bizlerin, yerel yönetimlerin önemini, birlikte karar almanın en doğru siyaset olduğunu belirtenlerin bu politik kavramını da içererek bu işi/ suyu borulayıp, taşıma ve enerji elde etme işini kamusal bir iş olarak kavratıp Fındıklı halkının itirazını kırmayı planlıyor. Sıra iş tamamlandığında, türbinler de takıldığında meta haline gelmeye hazır suyun, sudan ve üretilecek enerjiden artı değer üretecek şirkete devredilmesinde. Bu devir işi de tamamlandığında yıllardır siyasi iktidarın dayatmasının, tehdidinin işe yaramadığı Fındıklı’ya sermaye girmiş, siyasi iktidar da sistemin taşeronluğu görevini tamamlamış olacak. Sistem ( kapitalist sistem; siyasi taşeronu iktidar ile devlet organları ile toplumsallaştırdığı algısı ile ve stratejileri ile), 12-13 yıldır giremediği Fındıklı vadisine belediyedeki encümenin de yardımları ile girmiş ve elindeki 49 yıllık izinlerden geriye kalan 30 yıllık nemasını ya da yeniden verilecek 49 yıllık “hak”kını sermaye olarak, iktidar güçlenmesi olarak almış olacak.
Yeniden son günlerde tartışmaların gündemindeki iklim değişikliğine ve bunun üzerinden iktidar oluşturacak olanlara ve bizlere dönelim. Önümüzdeki günlerde/ TBMM açılır açılmaz Paris İklim Anlaşması’nın imzalanacağı ve Kasım 2021’de (31 Ekim- 12 Kasım-2021) İngiltere’de Glasgow’da yapılacak 26. BM İklim Değişimi Konferansı’na COP26’ya Türkiye olarak katılacağımızı AKP başkanı geçtiğimiz günlerde açıkladı.
Bu günlerde sermayenin yeni stratejisini hem siyasi olarak (meclislerdeki siyasi partiler) hem de dünya halkları olarak (halkların Glasgow’unu) iklim değişimini ve Glasgow da alınacak kararları tartışıyoruz. Öneriler getiriyoruz. Kapitalist sistemin en iyi yaptığı algı yaratma metaforunun içinde bu metaforda olmamız gerektiğine inanarak sistemin argümanlarını iyileştirmeye çalışıyoruz. Sermaye birikimine doygunluğuna daha önceki üretimlerle erişmiş sisteme yeni krizini aşması için yeni öneriler sunacağız, en azından sadece bir kısım kapitalist üretimleri mahkum edecek (fosil yakıtla çalışanlar gibi) diğerlerini elbirliği ile onayacağız. Bu stratejileri ise sistemi görmeyen, görsek de etkilerini azaltabileceğimize inanarak yapacağız. Sistem bu kez ağzını “iyi” dediklerimizle açacak.
Kapitalizmin çarkına akan değil, onu kıran karşı duruşu örebilecek miyiz asıl sınavımız bu. Aktörler aynı, sahne yeniden kuruldu, hatta dublörler bile aynı. Senaryo aynı, taşare eden isimler de. Sıra ve güç bizde, ne dersiniz karşı duruşu örecek miyiz? Vazgeçmeden, ısrarla, yaşamı; kapitalizme, dönüştürdüğü ulus devletlere, uluslararası oluşumlara karşı koruyacak mıyız?
Yeniden Fındıklı’ya dönelim; vazgeçmeyen, kapitalizme ve sistemin tüm nüvelerine karşı Fındıklı Dereleri Koruma Platformu’nun basın açıklamasında darp edilen, gözaltına alınan ekolojinin koruyucularına, kapitalizme ve onun yürütücülerine, ekoloji politik mücadelenin yoldaşlarına hepimiz minnet borçluyuz.
Dereler yoldaşlarının yanında çağıldıyor, sesleri halkların Glasgow’una kadar yankılanıyor. Bu ses bizim.