Hüseyin Kalkan
Yılmaz Güney genç yaşta aramızdan ayrılırken, geride deha ürünü filmler, büyük oyunculuklar, senaryolar ve romanlar bıraktı. “Sürü” ise Güney’in Kürtlere dair yaptığı en önemli filmlerden biri. Ölüm yıldönümünde büyük sanatçıyı anarken, ‘Sürü’nün kısa bir analizini yapmaya çalıştık. Güney’in Kürt gerçeğine ilişkin filmleri içinde ‘Sürü’nün özel bir yeri var. Güney bu filmde adeta Kürt toplumunun sosyolojik bir çözümlemesine girişir.
Sistemin çözülüşü…
“Sürü” nün senaryosunu Yılmaz Güney, cezaevinde yazmıştır. Film, Zeki Ökten tarafından çekilmiştir. “Sürü” öyküsü, aşiretçi yapının çözülüşüne ve bunun insanların hayatı üzerindeki etkilerine dairdir. Aşiretsel yapı çözülürken, yerine ikame edilen yarı feodal, yarı kapitalist ilişkilerin içinde Kürt insanının durumu beyazperdeye aktarılır. Aşirete ait bir sürünün Ankara’ya götürülmesi ve pazarda satılması gerekmektedir. Pazarın acımasız kuralları sürünün yok pahasına elden çıkarılmasına yol açar. Bu ana öykü, birçok yan öykü ile beslenir. Kan davası, bir ozanın türkü söylediği için tutuklanması, Kürtlerin tarihi zenginliklerinin talanı, şehir emekçisinin sosyalizmle tanışması ve devrimci gençlerle faşistlerin çatışması gibi yan öykücüklerle Türkiye ve Kürt gerçeğinin manzarasından kesitler verilir.
‘Senaryo 4 ay sürdü’
Yılmaz Güney, Kürtlerin toplumsal yapısında önemli bir yeri olan geleneksel aşiretçi yapıyı gerçeğe uygun bir biçimde yansıtmıştır. Güney, senaryo çalışmasını Atilla Dorsay’a şöyle anlatıyor: “4 ay kadar sürdü senaryonun tam yazımı… Bu arada şunu belirteyim, ben Siirt bölgesini daha önceden tanıyorum. Oradaki değişiklikleri veya durumları saptamak için bilgiye ihtiyacım vardı. Fuat diye bir arkadaş vardı, onu bizzat görevlendirdim. Ölçü şu idi: kendisine 3 sayfalık sorular verdim. İsimlerden konut fiyatlarına, traktör durumlarından tarım koşullarına, pek çok soruyu içeren bir liste… Şıhların, hocaların durumu.. Yaylaların durumu, kaça kiralanıyor? Resimler, koyun sesleri, oradan bana belgesel şeyler, fotoğraflar, çobanların sesleri, türküler getirdi. Dağınık, başka başka şeyler… Ben senaryoyu yazarken tüm bunlardan yararlandım.” (Yılmaz Güney kitabı, Varlık Yay. syf:187) Güney, bununla da yetinmez, yönetmen olarak düşünülen Tunç Okan ve Ali Özgentürk’ü bölgeye araştırma yapmak için gönderir. Bütün bunlardan sonra filmin çekimi başlar.
Bireysel planda trajedi
“Sürü”yü büyük ve önemli bir film yapan şey, toplumsal bir sistemin çöküşünü ve bireysel trajediye dönüşmesini acılı ve destansı bir dille yansıtmasıdır. Bu evrensel temayı yakalayan filmin, evrensel ve unutulmazlar listesine adını yazdırır. Güney, “Sürü”de Kürtlerin göçebe aşiret yapısının çözülmesinin yanı sıra, Türkiye’nin de bir toplumsal panoramasını çizmek çabasındadır. Aşiretçi sistemin çözülmesi bu panoramaya oturtulur. 70’lı yılların sonu Türkiye’de MC hükümetlerinin iktidarda olduğu, sokak çatışmalarının yaşandığı, her gün onlarca insanın öldüğü günlerdir. Öte yandan Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, uzun suskunluk dönemi sonucu alttan alta geliştiği bir tarihsel kesit yaşanmaktadır. Pervari’den yola çıkan aşiret bireyleri böyle bir kargaşanın içine adım atarlar. Tren yolculuğu sırasında söylediği devrimci türküler yüzünden tutuklanan ve iki jandarma arasında cezaevine götürülen bir devrimci ozanla karşılaşırlar. Trenin bir rampada yavaşlamasından yararlanan hırsızlar sürüden koyun çalarlar. Bir kadın ve onu pazarlayan bir erkek de tren yolcularının arasındadır. Ankara’da ‘Halkımıza’ başlıkla bir bildiri dağıtan devrimci gence bir taksiden ateş edilmesine tanık olur Şivan. Daha önce Ankara’ya yerleşmiş bir Pervarili kapıcı, kendince bir Ankara panoraması çizer yeni gelen hemşerisine. Ankara’da gelişen çarpık kentleşmede köşeyi dönenler; salaş gazinolarda alaturka ile coşan emekçiler ve sömürünün bilincine varan gençlik.
Vesikan aşireti
“Sürü” bir aşiret özelinde Kürtlerin geleneksel aşiret sistemin çözülmesinin ve bu süreçte aşiret bireylerinin bir trajediye dönüşen yaşamlarının filmidir. Veysikan aşiretinin reisi olan Hamo, aşiretçi yapının çözülmesine karşı direnmek, aşireti ayakta tutmak istemektedir. Aşirete ait sürüyü Ankara’ya götürmek, aşiretin kışı geçirmesi için gerekli olan parayı kazanmak isteğindedir. Mera kirasının pahalanması, tarımda makineleşmenin gelişmesi nedeniyle meraların tarlaya çevrilmesi geleneksel yapıyı çatırdatmaktadır. Hamo’nun buna karşı direnişi, güçsüz ve gelecekten yoksundur. Bu nedenle sonuçsuz kalır. Film boyunca tanık olduğumuz bütün kızgınlığı, bütün öfkesi bunun içten içe hissetmesi nedeniyledir.
Şivan ve Hamo
“Sürü”nün, Vesikan aşiretinin kapalı ekonomik ve sosyal yaşantısının bu çözümleme çerçevesinde geliştiğini görürüz. Tarımda makineleşmenin gelişmesi nedeniyle otlak kiralarının artması aşireti zor durumda bırakmıştır. Aşiret reisi, aşireti bir arada tutmaya çalışırken, geleneksel değerlere sarılır. Ataya babaya saygı, yıllardır başka bir aşiretle olan kan davasını sürdürme gibi. Ancak, yerleşik toplumlarla ve kapitalist pazarla ilişki aşiretin ayağının altındaki toprağın kaymasına neden olmaktadır. Zor yaşam koşullarından bıkan bazı aşiret bireyleri şehre taşınma hayalleri kurmaktadır. Kan davalısı olduğu kabileden bir kızla evli olan Hamo’nun oğlu Şivan, kan davasını sürdürmek istemez. Babasının, karısını boşaması isteğine de karşı koyar. Bu anlaşmazlık sonucu Şivan, aşiretten soğumuş ve kente göç etmeye karar vermiştir.
Çerçilik ve Ankara yolu
Vesikan aşiretinin kapitalist pazarla yüz yüze gelmesinin sonucu çözülme sancıları başlamıştır. Kapalı ekonomi, aşiretin çoğalan ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Aşiretin sürüsü bir yıl önce Ankara’da bir tüccara satılmış ve bir miktar para alınmıştır. Ancak, o günden bu yana aşiretin başka ihtiyaçları ortaya çıkmıştır. Sürü Ankara’ya götürülüp tüccara teslim edilecek, söz yerine getirilecek, fazladan götürülen bir miktar koyunun parasıyla da yaklaşan kış geçirilecektir. Bu durum aşiretçi yapının kapitalist pazarla açık temasıdır. Kapitalist ilişkilerle karşılaşma aşiret bireyleri için bir yıkım olur. Daha çok kâr peşinde olan tüccar sürüyü yok pahasına alır. Normal durumda aşiretle pazarın bağını sağlayan kurum, “çerçilik” kurumudur. Kendine yeten geleneksel yapı içinde ortaya çıkan küçük miktarlardaki artı-ürün bu yolla pazara aktarılmaktadır. Aşiretin çadırlarını ziyaret eden çerçi, katırına yüklediği şeker, çay, incik boncuk gibi basit tüketim mallarını peynir, yağ ve yün gibi ürünlerle değiştirir. Bu alışverişte ilişkiler ve konumlar eşittir. Ancak kapitalist pazarla yüz yüze gelindiğinde süreç geleneksel yapının aleyhine işler. Ankara’ya götürülmek için sürünün vagonlara yüklenmesi ile başlayan süreç, kapitalist pazarın acımasız çarklarıyla yüz yüze gelme sürecidir. Sürünün bir kısmının yolda ölmesi ve tüccarın yok pahasına sürüyü satın alması Hamo’nun kışı geçirme hayallerini yok etmiştir.
Aşiretçilik ve feodalizm
“Sürü”de anlatılan öykü, eleştirmenler tarafından gerçek yerine oturtulmadı. Klasik feodal sistemin çözülmesiyle, kendine yeterli olan göçebe aşiret yapısının çözülmesi özdeşleştirilerek algılandı. “İşbirlikçi Kapitalizmin” Kürt illerinde belli ölçülerde gelişmesi aşiretçi yapı ile kıyaslanarak, birincisi daha ilerici gösterilmeye çalışıldı. Aşiret reisi Hamo (filmde böyle bir karakter olmadığı halde) bir feodal derebey yerine konuldu. Filme, “feodal ilişkileri, kapitalist ilişkilerden daha ileri gösteriyor” şeklinde eleştiriler yapıldı. Kürdistan’daki sosyal yapı içinde önemli bir ağırlığı olan göçebe aşiretsel yapı bir feodal kalıntıdan çok, feodalizm öncesi bir toplumsal biçimdir. (Varlığını feodal dönemde de sürdürmüştür.) Genellikle toprağa yerleşmeyle sonuçlanıp feodal bir ilişkiye dönüşür. Ancak bu gelişme Kürt illerinde doğal çizgisini izleyememiştir. Cumhuriyet döneminde kapitalizmin bölgeye girmesiyle kendine yeterli bu yapı, feodalizme dönüşmeden çözülmeye başlamıştır. Zaten “Sürü”nün anlattığı da budur.
‘Sülo, Sülooo…’
Sonuç olarak sistem çözülürken, birey kendi trajedisini yaşar. Koyunlar, demiryolu görevlileri tarafından bile bile bir süre önce zehirli tarım ilacı taşınmış olan vagonlara yüklenir. (Yeterince rüşvet almadıkları için düşmanca bir tutum içine girerler.) Bu nedenle sürü yolda telef olur. Ankara’ya kadar ölmeyenler ise zehirli vagonlarda taşındıkları için kilo kaybetmişlerdir. Tüccar yok pahasına satın alır. Şivan’ın karısı Berivan bir hemşerilerinin bekçilik yaptığı inşaatta can verir. Şivan cenazeyi köye götürmek için para bulamaz. Berivan’ın cenazesi inşaatta kalır. Hamo’nun öbür oğlu Sülo, kendisine yeni bir yol çizer, babasına haber vermeden alır başını gider. Ankara sokaklarında yalnız kalan Hamo’nun “Sülo, Sülooo…” haykırışları arasında film biter.