Kasvetli bir geceden uyandıktan sonra kendine şunu itiraf edebilir: “Can sıkıntımın ve bunalımlarımın benim hatam olduğunu kabul etmeliyim”. Asırlar süren bir geceden sağ salim çıktıktan hemen sonra, akla gelen ilk itirafın en önemsiz kusura dair olması anlaşılır gibi değil. Kendisinin değil de bir başkasınınmış gibi üstüne çöktükten sonra, şaşkınlığın tüm gözeneklerinden çıkıp onu usulca terk edişini izliyor. Can sıkıntısı! O zaten hep orada dururdu, ama şimdi korku da can sıkıntısına dâhil. Bu pek alışıldık bir şey değil. Eskiden şaşkınlık gibi korku ve dehşet duygusunun da canlılıkla bir akrabalığı vardı sanki. Birer hayat belirtisi bu uyandırıcıları içine aldıktan sonra, her şeyi söndürüp kendisine benzeten şu ağır kasvetli hava, sıradan bir insanın bunaltısından daha fazlasını biriktiriyor gibi.
Uyanan, gece boyu boğuştuğu hava benzeri görünmez biçimlerin doldurduğu manzaraları hala görmekte olduğunu anımsıyordur hâlbuki. Ölü ve ruhani yüzleri, soğuk ve anlamlı gözleri, yırtıcı ama işitilmez çığlıkları, müzikal ama hüzünlü sesleri. Bunlar öyle çabucak silinip gidecek şeyler değil, düşlerdeki gölgeler gibi uçucu, belli belirsiz, kararsız ve yetersiz anımsamalar. Korkunun esir alması gerekirdi, ama can sıkıntısı gelip çöküyor. Şimdi ilk aydınlığında insanların ortaya çıkıp silik gölgeler gibi toz bulutlarının içinde yeniden kayboldukları bu anlaşılmaz gün, gecesinden de karanlık. Korkuyla çevrili, ama kasvetle işlenmiş görüntünün tamamı. Bir hırsız ya da katil böyle bir günde şu girintili çıkıntılı tepelerde, yerleşkelere yakın dolaşabilir, saldırıya geçtiği ana kadar da kurbanından başkasıyla yüz göz olmaz. “Ama bu büyük ve kasvetli sahne bundan çok daha önemli bir iş için kurulmuş gibi.”
Temellendirilemeyen, ama hissedilebilen bir şey. Kimsenin göremediği, yalnızca sonunun geldiğini anlayanın içine gelip oturan ve görünmezi görünür kılan o yoğun ve keskin ürperti. Hissederek gördükleri, dinsel düşünce ve bilginin akıl almaz dünyasında veya bir düşte kendisini bulanın, çevresine tedirgin ve ateşli gözlerle bakarken gördüklerinden çok daha korkunç işler için kurulmuş bir sahne. Garip şeylerin olduğu ve çok daha korkunç şeylerin gelmekte olduğu ortada. Ancak endişe içinde kıvranan, olmuş olanı ve yaklaşanın ne olduğunu söyleyebilir. Öyleyken susturmak üzere kasvet çöküyor ve orada, o devasa ağırlığın altında her şey şuursuzca, sanki yalnızca can sıkıntısının çehresini tamamlamak üzere sevinç içinde son nefesini veriyor.
İnsanı iliklerine dek titreten gürültüye eşlik eden çok büyük bir sessizlik, gecenin yükünden ve günün getireceklerinden sıyrılarak dört bir yanı kuşatıyor. Her şey tersine dönmüş gibi. Hayatın kaynaklarına çöken bu durgunluk, somut olanın düşsel ve düşsel olanın gerçek gibi görünmesi, tabiat yasaları kadar en sıradan düşüncelerin de böyle bir gürültüyle tam tersine dönmesi hayret verici. Kırda bir patikadan aşağı inen bir treni görmek gibi bir şey bu. Hattı belliydi halbuki ve sadece onun üzerinde gidip gelirdi. Şimdi her şeyi rayından çıkaran nasıl bir karışıklık acaba? İşte en şaşırtıcı şeyler bile kasvete dahil. Çılgınlığın içinde böyle bir sükunet! Her gün karşılaştığımız insanların uyanan bakışları ve kararan yüzlerine bakılırsa bir gezegen yörüngesinden çıkmış olabilir ve bunun ne anlama geldiğini ancak kör bir tanrı söyleyebilir.
Dinmeyen yangın, yarılan toprak, kaybolan gök, yapraklarla düşen yüzler, yas ve düğün alayları, coşku ve geceki felaketi gün sessizliğiyle bağdaştıran buhran, ters yüz olmuş tüm bir tabiat… Kâbustan uyananın gördüğü tüm bu büyük ve kasvetli sahne, hangi acayip gösteri için? Güne üşüşen silik insan gölgeleri, eğilen toz bulutları içinde bir görünüp bir kayboluyor. Her günkü yüzler, ama kulübesinin etrafında gezinirken, bir de parlayan gözler ve gergin kaslarla avının kokusunu alırken hayal edin avcı köpeğini. İşte şimdiki halleri, öncekilerden o kadar farklı. Bir şey saklı bu havada, yaklaşan korkunç bir şey. Titremek gerekirdi, ama sükûnet baskın. Korkuyu alıp götüren, can sıkıntısı. Endişe verici olan, yalnızca kasvetin bir uzantısı burada. Uzun zamandan beri hem de.