Tutuklu İmralı Heyeti Üyesi ve HDP Milletvekili İdris Baluken, gazetemize değerlendirmelerde bulundu: Buralarda her yeni günü, düşünce ve düş gücünün sonsuz ufuklarında karşılamak, duygusal çeşitliliğin ve erdemsel değerlerin canlılığını, her gün doğan güneş ışınlarıyla parlatmak, yaşamsal hale geliyor
Gülcan Dereli / Hüseyin K. Akçadağ
Hafızalarda kalan son görüntüsü, tıpkı 1994 yılında tutuklanan Kürt siyasetinin sembol isimlerinden Orhan Doğan ile aynıydı. Aradan geçen 27 yıl Kürt siyasetine dair devletin katettiği bir arpa boyu yolu da Kürt siyasetinin boyun eğmez niteliğini de tek karede topluyordu. Orhan Doğan’ı çok erken kaybettik. Onun mirasını ve zarifliğini devralan İdris Baluken oldu. Bu mirası devralış hem manevi hem de fiziki devralış oldu. Aynı karenin 27 yıllık ağır çekimi ile benzer muameleyle gözaltına alındı, tıpkı Doğan gibi o da dik duruşuyla hafızalarda. HDP İmralı Heyeti Üyesi ve Grup Başkanvekili İdris Baluken, 3 Kasım 2016’ta dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından hastanede tedavisi devam ederken 21 Şubat 2017 tarihinde tutuklandı. 23 Mayıs 2018 tarihinde hakkında verilen 9 yıl 2 aylık hapis cezası onandı. Ankara Sincan Cezaevi’nde hapis yatıyor. Doktor olan Baluken’in bu süreçte edebi yeteneklerini de kamuoyu öğrendi. Çok sık söyleşi vermeyen Baluken ile mektup üzerinden söyleşi yaptık. İyi okumalar…
Öncelikle merhaba Sayın Baluken… Sizin günlük yaşamınız nasıl geçiyor?
Hapishane günlerini, günlük yaşamın rutinleri ya da fiziksel aktiviteler üzerinden tanımlamak, yanılgılı bir yaklaşım olur. Öyle olmasa, kısıtlanmış bir mekanda, kendini yineleyen ve kopyalanmış izlenimi veren yaşantıları, birkaç cümlede özetlemek mümkün olurdu. Oysa buralarda her yeni günü, düşünce ve düş gücünün sonsuz ufuklarında karşılamak, duygusal çeşitliliğin ve erdemsel değerlerin canlılığını, her gün doğan güneş ışınlarıyla parlatmak, yaşamsal hale geliyor. Fiziksel yaşantılardan çok zihinsel yoğunlaşmalarım, bedensel kısıtlılıklardan çok ruhsal sonsuzlukların geçerli olduğunu belirtmek mümkün. Düşünme, okuma, yazma tüm bunları harmanlayarak yoğunlaşma süreçleri başka hiçbir mekanda bu düzeyde canlı ve ayık kalamaz denebilir. Bu mekanlarda geçirilen her bir anın itiraz etme, direnme dürüstlüğünü muhafaza etme, onur ve haysiyet değerlerini sahiplenme gibi anlamları da düşünüldüğünde düşünsel ve duygusal olarak bir günün nasıl geçirildiğiyle ilgili fotoğraf tamamlanır kanaatindeyim. Önemli olan geçen her bir anı yoğunlaşmalardan damlayan alınteri ile buluşturmak, her bir damlaya da toplumun umut tohumlarını besleyen can suyu olarak bakabilmektir. Bu yönüyle, zamanı verimli şekilde değerlendirme gayretleri olarak bir günü özetlemek mümkündür.
Üç Kırık Dal ve Oko aldı romanlarınız çıktı. İlgiyle de karşılandı. Edebiyata merakınız hep var mıydı?
Edebiyata karşı kendi pozisyonumu, oldum olası meraklı bir okuyucu üzerinden tanımlayabilirim. Dışarıdayken, gerek tıp eğitimi ve doktorluk mesleğinin yoğunluğu, gerekse de siyasi çalışmaların yoğun temposu bu alanla ilgili planlamalardan beni hep alıkoydu. Hapishane ortamı, bu açıdan merak edilen yazar ya da kitaplarla daha fazla buluşmaya vesile oldu. Yazma hevesi ya da yazma serüvenini ise zihinde ve yürekte biriktirilen fikirlerin, hislerin, hayallerin paylaşılma isteği üzerinden tanımlamak mümkün. Yazının kendine has bir tılsımı var. Öyle ki bir süre sonra yazmak ile yaşamak iç içe geçip, bütünleşebiliyor. Biri olmadan diğeri eksikmiş gibi bir duygu oluşturuyor. Bu duyguyla tanışan birinin yazmaktan vazgeçmeye kalkışması, yaşamaktan vazgeçmiş gibi bir hisse kapılmasına neden oluyor. Tıpkı, yaşamak gibi yazmak da umudun ve iradenin direngen bir eylemi haline geliyor. Hapishane sisteminin üzerine oturtulduğu, eziyet ve can sıkıntısı hararetinden, yaratı ateşinin kıvılcımlarını çıkarmak sanırım en çok yazı sayesinde mümkün oluyor…
Siz devletin onayı ve talebi ile İmralı Heyeti’nde yer alarak çözüm sürecinde aktif rol oynadınız. Ama şimdi bu suçlama konusu yapılıyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Zweig, tarihte aklın ve barışın ağır bastığı dönemlerin kısa ve geçici olduğunu söyler. Bu tespit doğru olmasına rağmen böylesi süreçler insanlık tarihinin vicdanında barışın önemi ve değerini ortaya koyma, yaşam-barış diyalektiğinin bilincini açığa çıkarma açısından muazzam öneme sahiptirler. Savaş makinalarının kanla çalışan çarkları ancak böylesi süreçlerin devreye koyduğu çomaklar sayesinde durdurulabilmiştir. Savaş dışında başka çözümlerin ve yaşamların olabildiği inancı bu süreçler sayesinde gelişmiştir. Buradan hareketle çözüm sürecindeki barış çabalarının değerlendirmesini, konjonktürel siyasi atmosfer ya da verileri yargısal mekanizmalara göre yapmaya zul addederim. Adalet terazisinin siyasi kılıçla tuzla buz edildiği bir ortamda barış çabalarına hakkaniyetli bir yaklaşım beklemek gerçekçi olmaz. Önemli olan bu çabaların tekil anlamda bireysel vicdanlarda, kolektif anlamda ise toplumun ya da insanlığın ortak vicdanında açığa çıkardığı yargılardır. Gerçeği ve hakikati açığa çıkaracak asıl teraziler buralardır.
İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yaptığınız görüşmelerde sizi şaşırtan, siyasi gündemlerin altında ezilen dipnotlar var mı? Biraz anılarınızdan bahsetseniz?
Yakıcı ve yaşamsal öneme haiz bir süreçten geçildiği için, kanımca çözüm sürecindeki görüşmelerden öne çıkarılması gereken hususları, anı anlatılan veya dipnot hatırlatmalarından çok, ana eksendeki kritik mesajlara odaklanmakta fayda var. İmralı’da yürütülen tartışmaların tümünde Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi konularının, bölgesel ve küresel emperyal planlardan arındırılarak, bu topraklara ait gerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşturma çabası vardı. Bölge halklarına ve Ortadoğu coğrafyasına örnek teşkil edebilecek, model önerebilecek bir barış formülünü yakalama arzusu, bütün tartışmaların odağındaydı. Kendi sorun alanlarımızı kendi aramızda konuşarak halletmeyi başarsaydık, bugün ne ülke içinde yaşanan acılar söz konusu olurdu, ne de bölgesel düzeyde yaşanan sancılar. Üstelik Ortadoğu coğrafyasına dair emperyal plan ve heveslerin, kapsamını genişlettiği bir süreç de gelişti. Bu anlamda heyetimizin, Sayın Öcalan ve devlet heyeti ile yürüttüğü tartışmalar, bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkan yaklaşımlar güncelde yaşanan yakıcı sürece karşı etkin bir ön alma girişimiydi. Yanlış yaklaşım ve değerlendirmeler, hem Kürt meselesinin boyutlanarak uluslararası platformlara daha fazla taşınmasını, hem de Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzlemde gücünü yitirerek yalnızlaşmasını beraberinde getirdi. Demokrasi, adalet, hukuk devleti, ekonomi gibi pek çok alanda yaşanan çöküntülerin miladını da rasyonel yaklaşan her akıl rahatlıkla çözüm sürecinin bozulma aşamasından başlatabilir. Kaybedilecek tek bir anı, toprağa düşecek tek bir canı, göz pınarları kurumuş tek bir anayı kendine dert etmeden ülkeyi ve bölgeyi düze çıkarmak mümkün değildir.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı cezaevlerinde açlık grevi var. Tecride dair topluma mesajınız ne olur?
Tecrit, bireysel ve toplumsal bazda bugüne değin oluşturulan insani, vicdani, ahlaki, sosyal ya da inançsal hiçbir normla bağdaşmaz. Keza hukuksal açıdan da gerek yürürlükte olan ulusal bazdaki yasal ve anayasal mevzuatla, gerekse de bağlayıcı konuda olan uluslararası sözleşme ve anlaşmalara tümüyle aykırı bir uygulamadır. İnsanlığa karşı işlenen suç vasfı taşımaktadır. Hal böyleyken, 21. yüzyıl dünyasında böylesi bir gündem veya konuyla anılmak dahi, hiçbir gerekçeyle açıklanamayacak bir pervasızlığı ve keyfiyeti ele verir. Böyle bir durumun toplum açısından kabullenilmesi mümkün değildir. Kaldı ki İmralı’daki durum ve Sayın Öcalan’ın koşulları açısından, yakın dönemdeki barış süreci çalışmalarının getirdiği çağrışımlar, toplumsal bellekte hâlâ tazedir. Toplum, tecritle ilgili durumun, barış çabaları açısından da bir turnusol işlevi gördüğünün bilincindedir. Bu yönüyle, tecridin kaldırılmasına yönelik talep ve gayretler, barış iradesinin yeniden canlandırılmasına katkı sunma niteliği taşımaktadır. Savaştan, kandan, gözyaşından, acılardan rahatsızlık duyan tüm çevrelerin bu anlamda sorumluluk duygusuyla harekete geçmeleri ve sorunun çözümüne katkı sunmaları oldukça önemlidir. Siyasi, diplomatik, demokratik her türlü yol ve yöntemleri devreye sokarak sonuç alınmaya çalışılmalıdır. Böylesi hayati bir gündem, sadece zindan duvarları arasındaki siyasi tutsakların omuzlarına, üstelik her gün bedenlerin erimesi pahasına, bırakılmamalıdır. Pandemi koşullarının olağanüstü riskleri de hesaba katıldığında, cezaevlerindeki olası tehlikenin boyutu daha rahat anlaşılır. Cezaevlerinde yeni ölümler yaşanmadan, barışa, demokrasiye, özgürlüklere duyarlı bütün çevrelerin, bu anlamda ortaya koyacakları duyarlılıklara ve öncülüklere ihtiyaç vardır. Siyasi partiler, STK’ler, sendikalar, meslek örgütleri, insan hakları gibi kurumsal yapılarla birlikte, aydın, sanatçı, barışsever tüm dost çevrelere böyle bir çağrıyı bu vesileyle yapmış olalım.
Şimdi de HDP’nin kapatılması kampanyası yürütülüyor? Nasıl okuyorsunuz?
Türkiye demokrasi mücadelesinin Kürt siyasi hareketinin yasaklanma arayışlarına yabancı değiliz. Defalarca denenmiş ve sonuç alması mümkün olmayan bir yöntemle, bugün de her iki mücadele damarını bağrında taşıyan HDP susturulmak isteniyor. HDP şahsında demokratik siyaset alanı, ülkedeki tüm ezilenler bir nevi kapatılmaya çalışılıyor. Demokratik siyasi alanın daraltılması gayretlerine verilebilecek en anlamlı yanıt bu alanın mümkün olduğunca genişletme çabasıyla aşılabilir. Bu sürecin hukuki dayanaktan yoksun, siyasi hedefleri önceleyen yaklaşımlarla şekillendiğini toplumun geniş kesimleri görüp, değerlendirebiliyor. O zaman yapılması gereken asıl şey de bu kesimlerle buluşup, ortaklaşmayı gerektiriyor. Mümkün olan en kapsamlı mücadele hattının örülmesi durumunda, siyasal, hukuksal, toplumsal, sosyal reflekslerin görünür kılınması ve bunların sonuç alıcı tavırlara dönüştürülmesi başarılabilir. Bunun için de HDP’nin üçüncü yol paradigmasını ileri çıkarmasına ya da daha doğru tanımlamayla toplumu buna inandırmasına ihtiyaç vardır. Irkçılık düzeyine varan milliyetçilik faaliyetleriyle, iki ana siyasi aksın dışında, çözümün gerçek adresini bütün topluma göstermek HDP’nin en başat görevi olarak öne çıkıyor. Pragmatik düzeyi aşmayan seçim ittifakı temelli yanlış algıları düzeltmek, bunun yerine programatik ve ilkesel düzeyde gerçek bir çözümün yol haritasını, tutum belgesini olgusal olarak topluma sunmak işleri kolaylaştırabilir. Ezilen toplumsal kesimlerin hiçbir yerinde, HDP angaje olmaya muhtaç bir konumda görülmemeli, tam tersine geleceğe dair aydınlığın tohumlarını bağrında taşıyan öncü bir misyonla değerlendirilmelidir. Bunun başarılması, bütün tasfiye konseptinin boşa çıkarılmasının reçetesidir.
NOT: Sayın İdris Baluken’in Ramazan Bayramı öncesi yazdığı mektubun cevabı elimize geç ulaştığı için şimdi yayınlıyoruz.
Enseyi karartmamalı Halka mesajınız ne olur?
Karamsarlığın ve kötümserliğin bilinçli bir çabayla topluma dayatıldığı bugünlerde, halkımıza umutsuzluğa kapılmama ve enseyi karartmama çağrısı yapmak isteriz. En yoğun sisin dağılması bile, hafif bir rüzgarın kararlı bir ıslığına bakar. Sisin ardındaki aydınlığı ıskalamamak gerekir. Umudu ve inancı yenilemek, dayanışma ve moral değerlerini en üst düzeyde sahiplenmek, özlemi çekilen aydınlığı yakınlaştıracaktır. Pandemi konusundaki yönetsel yetersizlikleri de hatırlatarak sağlıkla ilgili özen hatırlatmasını yinelemiş olayım. Yaklaşan Ramazan Bayramı’nı kutlar özgür bayramlarda buluşmayı temenni ederiz. Koğuş arkadaşım M. Ali Bul (Dersim Belediye Eşbaşkanı’mız) arkadaşla birlikte onurlu ve yurtsever tüm halkımıza en içten selam, sevgi ve saygılarımızı iletmek isteriz.