Geçen hafta sonu hukuk fakültelerinde ders olabilecek bir olay yaşadık diyeceğim ama artık oralarda hukuk okutulduğundan da emin değilim doğrusu. İki gün içerisinde birbirinin tam tersi kararlar vermek, üçüncü gün başka bir şey icat etmek, ne ararsanız yaşadık ve bu memleketin iyi gazetecilerini elimizden aldılar sonuçta.
Anahtar kavram ise şu: Devlet sırrı…
Tamam da nedir şu devlet sırrı? Devlet neyi saklar yurttaşlarından? Çok basit düşünelim. Bir siyasi iktidar, yaptığı iyi, güzel, temiz işleri yurttaşından saklar mı mesela? Niye saklasın ki? Kendisine puan kazandıracak, halkın sevgi ve sempatisini kazanacak işleri neden gizlesin bir iktidar? Misal, o kadar duble yol yapıyorsun, kurdelasını kesiyorsun, her gün “yol yaptım size” diye kafamıza kakıyorsun değil mi? “Millet bahçeleri yaptım size, yatın yuvarlanın” diyorsun, onu da gizlemiyorsun hiç. Demek orada bir sıkıntı yok.
Sıkıntı nerede peki? Temiz olmayan işlerde mi?
Ben şunu yapıyorum ama vatandaş bilmesin. Neden?
Mesela kapalı bir odaya üç kişi girmişsin, komşu bir ülkeyle savaşa yol açacak şeyler konuşuyorsun ve bunun sıradan yurttaşları ilgilendirmediğini düşünüyorsun. Ama senin üzerinde konuştuğun şey, köşedeki oto yıkamacısı Nurettin Abi’nin zor bela büyütüp, askerden gelsin diye beklediği oğlunu ve dolayısıyla Nurettin Abi’nin bizzat kendisini bal gibi ilgilendiriyor! Nurettin Abi’nin eşi Fatma Abla, doğumhanede sancı çekerken sen orada mıydın? İlkokula giderken ıslanmasın diye o çocuğun kapüşonunu sıkı sıkı kapatan sen miydin? Neden Nurettin ve Fatma’nın bütün bu olup bitenleri bilme hakkı olmuyor? Vaktiyle şöyle bir seçim oldu, şu kadar oy alıp seçildim, öyleyse sizin bütün zürriyetinizin eti de kemiği de bana aittir mi diyorsun? Geçtim zürriyeti, benim paramla yapmıyor musun o işleri? Cüzdanımı sana rehin mi bıraktım ben birader?
Kore Savaşı’na asker göndermek için Meclis kararı bile alınmamıştı bu ülkede biliyor musunuz? Şimdikiler, uyduruk muhalefete güvendikleri için ara ara bir tezkere salıyor ortaya ya, o vakitler onu bile yapmamışlardı. Amerikalılara yaranmak için, yüzlerce kilometre uzaktaki bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin topraklarına, tek seferde 4 bin 414 asker göndermişlerdi. Ne trajiktir ve ne kadar benziyor; o zamanlar Pentagon’da “ABD’nin güvenliği Türkiye’den başlar” lafı pek yaygındı. Bizim ‘vatan savunmamız’ şimdi İdlib’den başlıyor biliyoruz da o zamanlar nereden başlıyordu? Seul’den mi? 741 genç adam öldü orada 741! Tane filan değil, bildiğin insan! Ve bunların 718’i tek seferde, Kunuri denilen cehennem gibi yerde öldü! Cehennem gibiydi, çünkü orası başkasının toprağıydı, başkasının! Senin değildi. Amerikalıların da değildi. Orası Kore halkının toprağıydı ve sen bir işgal gücü olarak öne sürülmüştün. Üstüne bir de “Düşmanın ilerleyişini yavaşlattık” demiştin sonradan. Evet, doğrudur, cesetlerle tıkamışsın adamın yolunu, öldür öldür yorulmuş Kore Halk Ordusu!
Ama ne gam! Bayar, Menderes filan üç beş kafadar oturup buna karar vermişsin bir odada ve bu konuştukların da devlet sırrı olmuş, öyle mi? Nurettin Abi’yle Fatma Hanım fabrika nasıl olsa, biri giderse bir tane daha yaparlar! Sümeyra söylüyor bak, “Genç iken kocadım yitirdim yâri / Soyka Yemen yiğit koymadı bizde” diye. “Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz’de” diye haykırıyor ta yıllar ve yıllar ötesinden, duydun mu hiç?
Ne sırrıymış o? Neyin sırrıymış? İyi bir şeyse niye saklıyorsun efendi paşa? Kimden saklıyorsun? Nedir ‘devlet sırrı’ dediğiniz şey?
Geçtim ta eski tarihleri, şimdi, şu anda, aha da bir hastalık var ve haritaya bakıyorsun, dört bir yanımızda millet kırılıyor Corona’dan, bizim güzel memleketimiz tertemiz! Resmi açıklamaya güvenen bir Allah’ı kulu var mı şu memlekette? Yok! Ama o da sır! Tamamen hekimleri ilgilendiren bir konuda Valilikler “asılsız haberler yayanlar hakkında…” diye başlayan cümleleri ne diye kuruyorlar? Corona muskası satılıyor memlekette şakır şakır, Dolmabahçe Sarayı’nda dezenfekte çalışması yapıyorsun, sonra da dönüp Nurettin Abi’ye “şşşşt” diyorsun, “sesini çıkarma, o iş bende! Sen çocuk imalatına devam et!”
Sonra? Sonra, Çağlayan Adliyesi ve devletin ali menfaatleri, devletin mahrem sırları falan filan… Adam yukarıdan Trablus’a gireni çıkanı vesikalık fotoğraf gibi çekiyor, sen onun sarayına -kapılarda bekleyip- girmeden önce bütün bu dosyalar kabak gibi önünde duruyor ama devlet sırlarımız var bizim! Vaaay!
Kim bozuyor bu müthiş gizliliği peki? Ferhat ile Aydın! Atın içeri ikisini de!
Yeter ki Nurettin Abi’yle Fatma Abla uyanmasın! Yeter ki imalat aksamasın! Aksamasın ki, ‘tepe’ boş kalmasın!