Türkiye’de düne kadar kendi kendine yetebilen temel gıda üretimini baltalayıp ithalata bağlayan iktidar, toprak sahibi çiftçileri de kendi topraklarında kiralık işçiliğe hazırlarken, GDO’lu üretim kapıda bekliyor
Yusuf Gürsucu
Buğday üretim merkezi olan Türkiye coğrafyasının bu özelliği yok edilerek, buğday da ithalata bağlandı. Bugün dünyada buğday üretiminin yüzde 60’ını 4 ülke üretirken, Türkiye bu ülkelerin şirketlerinden buğday ithal etmekte. Dünya buğday üretiminin yüzde 17’sini AB, yüzde 17’sini Çin, yüzde 14’ünü Hindistan ve yüzde 11’ini ise Rusya gerçekleştirirken, ihracatın yüzde 77’sini ise 5 ülke yapıyor.
Dünya buğday ticareti
Rusya yüzde 11’lik üretimine karşın, 2020-2021 döneminde 39 milyon ton ile toplam ihracatın yüzde 20.1’ini gerçekleştirdi. Tarım Dünyası yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın derlediği bilgilere göre; ABD 36.8 milyon ton ile yüzde 18.9’unu, AB 26.5 milyon ton ile yüzde 13.6’sını, Kanada 26.5 milyon ton ile yüzde 13,6’sını, Avustralya ise 20 milyon ton ile ihracatın yüzde 10.3’ünü yaptı. Bu 5 ülke dışında kalan tüm ülkelerin toplam buğday ihracatı yüzde 23.32 ile 44.9 milyon ton oldu. Dünya buğday üretiminin en fazla yapıldığı ülkelerden ABD, Avustralya ve Kanada’nın ürettiklerinden çok daha fazla ihracat yapıyor olmaları dikkat çekici. Rusya’nın yüzde 11 üretimine karşın ihracatının yüzde 20.1 olması ve AB’nin ise yüzde 17’sini üretirken ihracatının yüzde 26,5 olması dikkat çeken bir diğer nokta. Türkiye’de ise ithalata mahkûm bir süreç yaşanırken, çiftçiler şirketlerin kölesi yapılarak üretimin tüm veçheleri şirketlerin çıkarına bağlanıyor.
Hasat sigortası zorunluluğu
İktidarın hazırlığını yaptığı yeni Tarım Kanunu ile çiftçilere sözleşmeli tarım zorunluluk haline getiriliyor. Sözleşmeli tarımda çiftçiye neyi ne kadar ekeceği dikte edilirken, sözleşmeyi yaptıkları şirketin belirleyeceği fiyattan gübre, tohum, ilaç gibi girdiler çiftçiye peşinat olarak verilecek. Üretim sonunda hasatta bir sorun yoksa üretim öncesi anlaşılan fiyattan ürünü alacak olan şirket peşinat olarak verdiği girdileri düşerek kalanı çiftçiye ödeyecek. Bu süreçte kuraklık, fırtına sel vb. nedeniyle hasatta sıkıntı yaşanırsa, bu durum sözleşme yapan şirketi ilgilendirmeyecek. Bu nedenle çiftçi sigorta şirketlerine kazancının önemli bir bölümünü ödeyerek ürün sigortası yapmak zorunda.
Ekolojiye düşman üretim
Sözleşmeli tarım tamamen şirketler lehine yapılan bir düzenleme. Bu düzenleme ile çiftçiye tohum, gübre, bitki koruma vb. konularda seçim hakkı tanımayan ve ekolojiye düşman bir üretim süreci dayatılmakta. Sözleşmeli tarım, geleneksel ve küçük çiftçiliği yok eden ve endüstriyel tarımı güçlendiren, çiftçiyi adeta köle durumuna sürükleyen bir uygulama. Şirketler piyasada fiyatlar düştüğünde, örneğin domatesi zamanında almayarak çiftçiyi sözleşmenin altında fiyatlarla ürün vermeye zorlayacak. Piyasa fiyatları sözleşme fiyatından yüksek olduğunda ise ürününün en azından bir kısmını farklı değerlendirmek isteyen çiftçiye sözleşme dayatılarak elinde ne var ne yok alacak.
Çiftçiye ceza uygulaması
Hazırlanan kanun taslağında sözleşmeden vazgeçen taraflara tazminat (ceza) ödemesi getiriliyor. Ödenecek tazminat tutarı, ürün miktarının sözleşmedeki bedelin yüzde yirmisinden az, yüzde ellisinden fazla olamayacak. Bu durumda şirketin tazminat ödemesi ürünün piyasa değerinin düşmesi halinde işine gelecek. Çiftçi açısından ise, şirketin ürünü almaması halinde ödenecek yüzde yirmi veya yüzde elli tazminat çürüyen ürünün tazminine yetmeyecek ve büyük bir çıkmaza sürüklenecek. Yani nereden bakırsa bakılsın, her koşulda şirketlerin aklanacağı bir durum dayatılmak isteniyor. Bütün bunlar hazırlanan yasa taslağında yer alan gerçekler. Yasa tasarısı geçekleşmese bile zaten tek kazananın şirketler olduğu bir sistem zaten tıkır tıkır işletiliyor. Şirketlerin patentlediği ve genetik değişikliklere uğrattıkları tohumlarla üreticiler şirketlere mahkûm edilerek adeta köle durumuna getirilmiş halde.
Çiftçi düşmanı birlikler
AKP’nin tekellerin çıkarlarını korumak amacıyla ortaya koyduğu politikalar nedeniyle çiftçiler üretim dışına itiliyor, üretim tekellerin eline bırakılıyor. Bu süreçte çiftçilerin dayanaksız bırakılması sağlanırken, sermaye adına kaldıraç haline getirilen Tarımsal Birlikler çiftçi düşmanı durumunda. Türkiye’deki birliklerin neredeyse tamamı satış kooperatifleri ortaklığından oluşmakta. Üretici kendisini bu satış kooperatifine üye olmak zorunda hissediyor. Çünkü gerek tohumunu, gerek duyduğu kredileri satış kooperatiflerinin desteği ile sağlıyor. Bu bağımlılık ilişkisi ise üreticiyi bu kooperatiflerin kölesi haline getiriyor. Tek başına, dayanışmadan yoksun hareket eden çiftçinin başkaca şansı yok. Çünkü tarımsal girdileri başka yolla edinemiyor.
Tarım Kredi Kooperatifi
Sözleşmeli tarıma geçilmeye hazırlanılırken, iktidarın oyuncağı olan Tarım Kredi Kooperatifleri (TKK) şirketlere kazandırmak amacına hizmet ediyor. Diğer yandan bu kooperatifler çiftçinin cebinden çaldıklarıyla enerji yatırımları, maden yatırımları ya da uluslararası tekellerle ortaklık yaparak tohum vb. ürünleri yüksek fiyatla çiftçiye satmaktadır. Tarım Kredi Kooperatifleri’ne bağlı GÜBRETAŞ çiftçinin ihtiyacı olan gübreyi üretip çiftçiye ucuz yolla ulaştırmak amacıyla kurulan bir kamusal yapıydı. Ancak kendi varlık nedeni bir kenara itip ‘Gübretaş Maden Yatırımları AŞ’yi kurarak, Bilecik’in Söğüt ilçesinde altın madenciliğine soyundu. Söğüt-Eskişehir karayolu üzerinde bulunan Sırhoca köyünde Gübretaş tarafından Söğüt Altın Madeni Projesi çalışmaları sürüyor.
Trakyabirlik, Karadenizbirlik
Trakyabirlik ve Karadenizbirlik ise Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesinde dünya sebzelik tohum üreticisi tekellerden biri olan Limagrain ile birlikte ortaklık kurarak tohum fabrikası açtılar. Limagrain Group tarafından kontrol edilen Vilmorin, GDO’lu ve Hibrit ürün geliştirmeleri yapan bir şirket. Faaliyetlerini daha çok Kuzey Amerika ve İsrail’de yürütüyor. İsrail’deki ortağı ise Hazera Genetics adlı biyoteknoloji şirketi. Bu şirketin Türkiye’de kurulu yapısı ise Hazera Tohumculuk. Limagrain Karacabey’deki fabrikada ayçiçeği, mısır, soya ve kanola tohumları üretiyor.
Limagrain’in tohumunu satıyorlar
Trakya Birlik’in ve Karadeniz Birlik’in bu işe ortak olmasının üreticilere bir ihanet olarak yorumlanması gerekir. Bu iki birliğin ortak oldukları Limagrain GDO ve hibrit tohum üretimleri yapan ve piyasayı kontrol eden bir şirket. Trakyabirlik Türkiye’de ayçiçek ekimi yapılan tüm bölgelerden alım yapmakta. Trakyabirlik’e Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, İstanbul, Sakarya, Ankara, Kütahya, Afyon, Aydın, Bursa, Çanakkale, Balıkesir ve bu illere bağlı ilçelerde kurulu bulunan 48 adet kooperatif üye. Karadenizbirlik’e ise bölgedeki il ve ilçelerde bulunan 18 kooperatif üye. Limagrain’e ortak olan 2 Birlik ise ayçiçeği, mısır, soya ve kanola tohumlarının satışını gerçekleştiriyor.
Enerji şirketi Pankobirlik
Pankobirlik, kurduğu enerji dairesiyle Soma Termik Santral ve Kangal Termik Santrali’nin iktidarın adreslemesiyle satın alırken, bunu birliğe üye olan çiftçilerin cebinden aşından topladıkları ile gerçekleştirdi. Konya, pancar üretiminin en çok yapıldığı bölgedir. Konya’daki gelişmeler tarım yerine enerji üretiminin ikame edildiğini bizlere gösteriyor. Diğer yandan şeker fabrikalarının satışıyla Pankobirlik, ithal şekerin kapısının açılmasını sağlamıştır. 27 Mayıs 2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararla, 15.10.2022 tarihine kadar kamış veya pancar şekeri için sıfır gümrük vergisi ile 400 bin ton şeker ithalatı yapılmış olması ithalat gerçeğini ortaya koymaktadır.
Küçük üretici düşmanı: DATÜB
Doğu Anadolu Tarımsal Üreticiler ve Besiciler Birliği (DATÜB) eski Başkanı Nazmi Ilıcalı, birliğin yönelimini 2010 yılında şu cümlelerle tarif ediyordu; “AB ortak Tarım Politikaları gereği küçük üreticilerin üretimde devre dışı bırakılması böylece gerçekleşmiş olacaktır… Organik hayvancılığın cazip desteklerinden faydalanmak için organik hayvancılığın kurallarını öğrenecek, süt et fiyatındaki fiyat farkı cazip gelecektir. Organik hayvancılık sistemine uymaya çalışırken AB standardını yakalayacaktır. Bu hayal değil.” Tarımsal üretim ve hayvancılık yapan küçük üreticilerin devre dışı bırakılması anlayışı AB’den destek bulmaktadır. Bu desteklerle şirketleşme büyütülmeye çalışılırken bu süreç üretimin daraltılmasını şimdiden sağlamış durumda.
Tohum tekellerin elinde
Çiftçilerin en önemli girdilerinden olan tohuma ulaşmak çiftçi için adeta ıstırap. Bugün köylünün elinde bulunan herhangi bir atalık tohumla üretilen ürün yasalarla yasaklanması nedeniyle pazara sunulamamakta. Şirketlerin patentlediği ve hibrite dönüştürülen tohumların kullanımı zorunlu hale getirilmiş durumda. Yerel tohumların patentleri ise yıllar içinde şirketlerin eline verildi. Bütün tohumlar şirketlerin çıkarları uğruna kısırlaştırıldı ve köylünün ürettiği üründen tohumluk ayırması olanaksız hale getirildi. Her üretim yılında tohumculara giderek tohum satın almak zorunda kalan çiftçiler artık topraklarını terk etmeye başladı ve terk edilen topraklar ise büyük tarım şirketlerinin elinde toplanmakta.
Kirişçi’nin ihracatçı şirketleri
Tarım üretiminin her aşamasının tekellerin planları doğrultusunda yapılması hayal ediliyor. GDO’lu tohumlarla ve çoğu bölgede enerji tarımı üzerinden bu işi planlıyorlar. Türkiye de iktidarda olanlar kapitalist sömürünün en vahşisini bölgemizde uyguluyorlar ve bunu daha da büyütecekler. Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci geçtiğimiz günlerde Tarım ve Orman Gençlik Konseyi Tanıtım Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Tohumculukta geldiğimiz noktada 117 ülkeye ihracat yapıyoruz ve 215 milyon dolar gelir elde ediyoruz” ifadesi ile tohum şirketlerinin verilerini paylaşıyor. Bakanın 215 milyon dolar tohum ihracından söz ederken ayçiçeği tohum ihracatı, 113 milyon dolarla ihracatın yüzde 53’ünü kapsıyor. Türkiye’de ayçiçeği tohumluğunun yüzde 75’i aşan bölümü ise üç uluslararası tohum tekeli (Limagrain, Pioneer, Syngenta) tarafından üretiliyor.
GDO’lu tarım kapıda
Tarım ve Orman Bakanlığı, GDO’lu bir mısır çeşidi ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılması için GDO’lu 24 mısır ve 13 soya çeşidi ile üç enzime izin verdi. En son izin verilen NK603×MON810 mısır çeşidinin dünya GDO tekeli olan Monsanto’ya ait olması ise dikkat çekici. NK603 X MON810 mısır çeşidinin gıda amaçlı ithalatı için, Biyogüvenlik Kurulu 03.03.2011 tarihinde oluşturulan ‘Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi’ tarafından hazırlanan raporda ithal edilmek istenen mısır çeşidinin insan, hayvan ve çevre ye zararlı olduğu bildirilmesine karşın Tarım ve Orman Bakanlığı GDO’lu mısır çeşidine onay verdi.
Bakan GDO savunucusu
AKP iktidarının uzun süredir GDO’lu tohumlarla tarımsal üretime geçilmesini sağlamak istediğini, bugüne kadar atılan adımlardan ve mevcut bakanın görüşlerinden anlamak mümkün. Tüm itirazlara rağmen endüstriyel boyutta hayvanları köleleştirerek yapılan hayvan üretiminde GDO’lu yemlerin kullanılmasının önünü açan iktidarın Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci sıkı bir GDO savunucusu olması dikkat çekici. Vahit Kirişçi’nin daha 2004’te bir konferansta GDO’yu savunarak, “AB’de biyoteknoloji yöntemiyle üretilen genetiği değiştirilmiş ürünlerin zararlı olup olmadığını araştıran 81 çalışma sonucunda olumsuz hiçbir kanıt bulunamadı” diye konuşması dikkat çekmişti.
*Dosyanın Birinci bölümü: Tarımda tek adam ve tekelleşme modeli! (1)