Günün birinde Almanya Şansölyesi Merkel’in uzun görev süresinde hangi sabit değerler vardı sorusu sorulursa, verilecek yanıt hiç kuşkusuz Rusya Başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan olacaktır. Merkel, Putin ve Erdoğan yönetimleri arasındaki bugüne kadarki işbirliği klasik anlamda stratejik partnerlik olarak nitelendirilebilir. Elbette bu gerçek Merkel’in şahsi iradesine bağlı bir mesele değil. Aksine, bu olgu farklı sermaye fraksiyonları ve emperyalist cephe içindeki ve de bunların Rusya ve Türkiye ile olan tüm çelişkilerine rağmen, Alman emperyalizminin Rusya ve Türkiye’ye atfettiği özel tarihsel önemin bir göstergesidir. Nitekim Merkel’in Cuma günü gerçekleştirdiği onuncu Türkiye ziyaretinin sonuçları da bu tespitimizi teyit etmektedir.
Almanya’daki burjuva basını Merkel’in bu ziyaretini “zorlu şpagat” olarak nitelendiriyordu. Sahiden de mülteci sorunu ile Libya, Suriye, Ege ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri göz önünde tuttuğumuzda, Merkel’in ivedi sorunlar paketiyle Türkiye’ye geldiğini görebiliriz. AB ve Türkiye arasında 2016 Mart’ında varılan Mülteci Anlaşmasının öngördüğü 5,8 milyar Euro’luk ödemelerin sadece 2,6 milyarının ödenmiş olması ve bu çerçevede verilen Gümrük Birliğinin genişletilmesi ile vize serbestisi vaatlerinin yerine getirilmemesi Türk tarafının elini güçlendiriyor gibi görünüyor. Diğer taraftan Terörle Mücadele Yasasında yumuşatma yapılmaması, hapiste tutulan Alman vatandaşlarının sayısının artması ve en önemlisi Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecilerin sayısında 2018’de yüzde 80’lik bir artış olması ikili görüşmeleri zora sokuyor.
Ancak bunlar sorunların sadece görünen kısmı. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz gerilimi ile Libya’daki Sarraj yönetimi ve Türkiye arasında yapılan antlaşma ile Yunanistan deniz sahası ve uluslararası deniz yolları üzerinde hak iddialarının ortaya çıkması, Yunanistan ve Kıbrıs’ın AB üyeleri olmaları nedeniyle Alman hükümetinin Türkiye politikaları üzerinde belirli bir baskı oluşturuyor. Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz sondaj çalışmalarına Berlin ve Brüksel’de kaygıyla bakılıyor.
Merkel’in “zorlu şpagatının” bir diğer tarafı, Libya için geliştirilen Berlin Süreci oluşturuyor. Almanya’nın büyük risk alarak öncülük yaptığı sürecin başarı şansı doğrudan Rusya ve Türkiye’nin verecekleri desteğe bağlı. Ancak Türkiye bölge ve Kuzey Afrika’daki uzun vadeli iktisadi ve stratejik hedeflerini herhangi bir barış çözümüne kurban etmeyeceği defalarca gösterdi. Bununla birlikte Türkiye, Suriye hükümet güçlerinin İdlib’e yönelik artan baskısını ve Suriye-Türkiye sınırına yığılan mültecileri işaret ederek, »tampon bölge« önerisinde ısrar ediyor ve finansmanının AB tarafından sağlanmasını istiyor.
Merkel ortak basın toplantısında alışılmış boş sözlerinin yanı sıra, öyle bir laf etti ki, Almanya’dan demokrasi bekleyen liberal akılları şoka uğratmış olmalı. Merkel, “Hükümetimiz Kuzey Suriye’deki mülteciler için barınakların finanse edilmesini gözden geçirecek. Bu insani girişim için Almanya’nın para verebileceğini düşünüyorum” diyerek, Kuzey Suriye’de TSK kontrolü altında olan bölgelere ilk kez maddi yardım yapılacağını ve oradaki durumu fiilen meşru gördüğünü ifade etmiş oldu.
Aslında bunda şaşırılacak bir durum yok. Türkiye 150 yıldan beri Alman sermayesi için yaşamsal önem taşıyan ve Alman emperyalizminin stratejik hedefleri için vazgeçilmez değeri olan bir mevkiidir. İki ülke arasındaki ilişkilerde bugün için Türkiye’nin elindeki şartlı rehin ağır basmıştır, geçmişte de kimi zaman olduğu gibi. Merkel, Sırçalı saray aynasına baktığında ne gördü bilemeyiz, ama bizim aynadan görebildiklerimiz bunlardan ibarettir.