“Çoğumuz kendimize, kölelik döneminde yaşıyor olsaydım ne yapardım? … ya da Apartheid döneminde? Ülkem soykırım yapıyor olsa ne yapardım? sorularını sorarız. Cevap şu ki, bunu yapıyorsunuz. Hem de şu anda.”
Bunlar, 25 yaşındaki Amerikan askeri Aaron Bushnell’in Gazze’deki katliamı protesto için kendini yakmadan önce sosyal medyada kurduğu son cümlelerdi. Ölümü pek bir sarsıntıya yol açmadı çünkü Batı kamuoyunda kimse Gazze’deki katliamdan sorumlu olmayı kendine yakıştıramıyordu. Bushnell’in kendini intihara sürükleyen psikolojik sorunları olsa gerekirdi. Genel yorum böyleydi.
Ama en iyi yabancı film dalında Oscar kazanan “The Zone of Interest”in yönetmeni Jonathan Glazer’ın 10 Mart akşamı ödül töreninde yaptığı konuşmanın duymazdan gelinmesi mümkün değildi. İsrail devletinden ve uluslararası Siyonist örgütlerden ağır eleştiriler geldi. Glazer, Holokostun anısını istismar ediyor, Yahudi kimliğine ihanet ediyordu.
Benzer suçlamalar, Judith Butler ve Noam Chomsky başta olmak üzere Gazze katliamına karşı sesini yükselten yüzlerce Yahudi kökenli düşünüre sıklıkla yöneltilmişti. Glazer’ın filmi gibi onların da yapıtları beğenilmekle birlikte İsrail devletinin işlemekte olduğu insanlık suçlarını dillendirmeleri anti-semit etki altında gerçekleşen bir toplu ihanet olarak resmediliyor. Aslında bu yeni bir durum değil. 1960’lı yıllarda Hannah Arendt’e de İsrail kamuoyu tarafından benzer suçlamalar yöneltilmişti. Nazi suçlusu Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmasını izleyen Arendt, yaygın olarak çizilen ırkçı canavar katil profilinin ardında amirlerine itaat eden basit bir kariyerist bürokrat olarak farklı bir Eichmann’ın da varlığını gözlemledi. Bunu, o gün ‘canavarı’ yargılayanlar da dahil herkesin içine düşmesi muhtemel sıradanlaşmış kötülük olarak adlandırdı. Bu nedenle de İsrail kamuoyundan adeta aforoz edildi.
The Zone of Interest’in Rudolf Höss karakteri ve mutlu ailesi, bu ‘sıradan kötü’ portresinden birkaç adım ileriye gidiyor. Bu insanlar, Auschwitz kampına bitişik yaşarken duvarın ötesinde nasıl bir ölüm makinesinin işlemekte olduğunu bilmiyor değiller. Toplama kampı ve ailenin evi birbirinden ayrı varlıklar değil; iç içe geçmişler. Ailenin bahçesi, kampı çevreleyen duvarla aynı ve çocukların oynaması için kapalı bir alan ve havuz için gölge yaratıyor. Onlar sadece soykırım ortamında mutlu bir yaşam sürmeyi öğrenmişler. Glazer’ın deyişiyle, “soykırım hayatlarının bir ambiyansı haline geliyor.” Bu hikayede Eichmann gibi emirlere itaat ötesinde insanın Holokost ve diğer kıyımlarla yaşama, onlarla barış yapma hatta onlardan faydalanma kapasitesi anlatılıyor.
Jonathan Glazer, Oscar konuşmasında, “Tüm seçimlerimiz bizi şimdiki zamanda yansıtmak ve yüzleştirmek için yapıldı. ‘Bakın o zaman ne yaptılar’ değil daha ziyade ‘Bakın şimdi ne yapıyoruz’ demek için” cümlelerini kurdu. “Burada ister 7 Ekim’in kurbanları ister Gazze’de devam eden saldırılar olsun pek çok masum insanı sarsan bir işgal tarafından Yahudiliklerinin ve Holokostun gasp edilmesini reddeden insanlar olarak duruyoruz” ifadesinde bulundu. Film beğenilmişti, ayakta alkışlandı ama yönetmenin “Filmi izleyen tanıdığım herkes Gazze’den başka bir şey düşünemiyor” cümlesiyle birlikte durum değişti. Karalama ve çarpıtma kampanyası başladı.
Gazze’de Batılı devletlerin İsrail’i bazen nazikçe azarlarken daha fazla silah göndermeyi kesintisiz sürdürmeleri sayesinde devam eden katliam karşısında insanlık ve medeniyet olarak konumumuz, Glazer tarafından böyle sorgulanıyor. Ama filmdeki anlatı bunun ötesine geçerek Auschwitz kampı ve bitişiğindeki mutlu Nazi aile olgusuyla, on yıllardır Gazze’ye kapatılmış Filistinli nüfusla bitişiğindeki Kibbutzlar ve yerleşimlerdeki hayatlar arasındaki tezatı da kaçınılmaz olarak çağrıştırıyor. Tıpkı o mutlu aile gibi İsrail toplumu da kıtlık ve kıyım ortamının bitişiğinde mutlu bir yaşam sürme kapasitesini gösteriyorlar. Filistinlilerin uğradığı zulümle birlikte yaşama, o zulümden nemalanma kapasitesi.
Bazı motiflerin nasıl tekrar ettiği üzerine de düşünelim: Duvar, getto, katliam, açlık, yağma, eğlenceli insandışılaştırma, kasıtlı aşağılama ve benzeri… Ve “olay Auswitz’de ya da Gazze’de geçiyor” deyip yüzünü başka yöne çevirmeye hazırlananlara filmin önemli sahnelerinden birini tekrar anlatmak gerekiyor. O sahnede ölülerle, tüyler ürpertici mahrem temaslar gerçekleşiyor. Kamptaki mahkumların bavullarından el konulan giysi ve iç çamaşırlarıyla dolu bir paketin Höss’lerin evine ulaşması, hizmetçiler ve aile üyeleri tarafından paylaşılması, komutanın karısı Hedwig’in kendisine bir kürk manto beğenmesi, bir cepte bulduğu ruju dudağında denemesi… O sahneyi izlerken aklına, daha birkaç yıl önce 2015’te panzerlere bağlanarak yerlerde sürüklenen ölü bedenler, Cizre ve diğer Kürt illerinde evlerin yatak odalarında eğlenirken çekilen özel tim fotoğrafları ve benzeri ‘insandışılaştırma’ ve ‘kasıtlı aşağılama’ vakaları düşmeyen olduysa buradan düşürmekte yarar var. Yönetmen, ödül konuşmasında şu cümleyi de kurmuştu: “Etrafımızda kararan dünyayı görüyorum ve kurbanlardan ziyade faillerle olan benzerliğimiz hakkında bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyorum.”
Artık kötülüğün sıradanlığının ötesindeyiz.
(Naomi Klein’ın The Guardian’da yayımlanan 14 Mart 2024 tarihli ‘The Zone of Interest is about the danger of ignoring atrocities – including in Gaza’
yazısındaki görüşlerden yararlanılmıştır.)