“Kurultay” Kongre yerine “öztürkçecilik” döneminde dilimize eklendi. Eğer tutsaydı Büyük Millet Meclisi’nin adı da “kamutay” olacaktı. TBMM paçayı zar zor kurtarmıştı. Ama “Temyiz Mahkemesi” kurtaramadı. Ona şimdi “Yargıtay” diyoruz.
İşte bu Yargıtay geçen gün Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını onayladı. Böylece Kavala için bu cezayı temyiz etmek artık mümkün değil. İki yol kaldı önünde. Birisi eski ismi Teşkilat-ı Esasiye olan “Anayasa”dan hareketle şimdiki Anayasa Mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak. “Anayasa” kelimesini her okuduğumda şükrediyorum: “Babayasa” da diyebilirlerdi. Belki deseydiler, bu isimle anılan şimdiki uygulamalarına bakılırsa daha isabetli olabilirdi. Argoda “babayı yemek” diye bir kerih laf var ya… İşte ona uyardı.
İkinci yol malum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Türk anayasasına göre onun kararlarına uymak mecburi. Ama iktidar kendi anayasasını da AİHM’i de iplemiyor.
Bir iktidar kendi anayasasını çiğnerse ne olur? Anayasayı ilga, yani yürürlükten fiilen kaldırmanın cezası nedir?
Eskiden “idamdı”. Şimdi “Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis” cezası oldu.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Abdullah Öcalan’a karşı yapılan uluslararası komplo sonrasında, idamı göze alamayan iktidar tarafından TCK’dan idam cezasının kaldırılması karşılığında Türk hukukuna eklendi. Yani bu ceza Öcalan’a özgü bir cezaydı, ama bir kere kanunlaşınca, mahkemeler ve Yargıtay önüne gelene bu cezayı “keyifle”, leblebi çekirdek yer gibi vermeye başladı. Eğer idam cezası yürürlükte kalsaydı, ülke salhaneye döner, darağaçlarıyla dolar taşardı. İran’dan beter olurdu.
Şu anda mapushanelerde binlerce “idamlık” insan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla öldürülmekten beter ediliyor. İdam cezası yürürlükte kalsaydı bu insanları hiçbir iktidar, isterse o iktidarın başında tımarhanelik Roma İmparatoru Caligula bile olsaydı bu cezaları infaz etmeye cesaret edemezdi. Edemeyince hükümlüler “ağırlaştırılmış” olmayan, bildiğimiz “müebbet” hapse mahkum edilir, en fazla otuz yıl sonra da serbest bırakılırdı. Ama şimdi iktidarın başında Caligula değil, Tayyip Erdoğan var. Ne diyor? “Bu can bu fakirin bedeninde oldukça ağırlaştırılmış müebbet alan hiç kimse hapisten çıkamaz”. Yani Erdoğan hükümlüleri “zindanda öldürme” kararı almış. Tövbe tövbe…
Bir de şu var: İdam cezası veren Ağır Ceza Hakimleri, bu hükmü idam cezasına çarptırılan insanın yüzüne karşı okuduktan sonra, kararı imzaladıkları kalemlerini kırarlardı. Bu törensel hareketin anlamı, “kader bana bir kere daha idam kararını imzalama bedbahtlığını vermesin” duasıydı. Yani idam kararını veren hakim, bu kararı vermiş olmaktan, hiç değilse şeklen “acı” çekerdi.
Şimdi mahkemelerin ve Yargıtayların hakimleri “zindanda öldürme” kararlarını Erdoğan’dan “teşekkür almanın” keyfiyle imzalamakta.
Bir başka hadise de şu: Abdullah Öcalan’a verilen “zindanda ölüm gününü bekletme” cezasına karşı bugüne kadar ses çıkartmayan, bir kısmının “müstehak” bile dediği bu ceza Kavala’ya verilince ve ceza Yargıtay’da onaylanınca çok şaşırdılar. Şaşıranların arasında Gülen Cemaati de var, hatta Gezi “isyanını” destekleyen Atatürkçüler de var. Şaşıranlardan birisi de Fehmi Koru. Dünkü yazısında her şeyi yazmış, cezanın idamdan beter olduğunu bile söylemiş, ama bu cezanın icat edilmesinin biricik sebebini yazmayı unutmuş. Unuttuğu, ama bu cezayı icat edenlerin de her gece rüyalarına giren isim Abdullah Öcalan.
Kıssadan hisse: Bir devlet insanlık dışı ilk adımı atmışsa, ikinciyi, üçüncüyü ve artık sayamayacağınız adımları atacak demektir. Birinci adımı hoş gördüğünüz zaman, bilin ki sırada artık siz varsınız.