Evrensel ölçekte ve mikro ölçekte politik, siyasi gelişmelerin yanında ülkemizde doğa talanı bu düzeye ulaşmasıyla beraber geliştirilen iktidar-sermaye politikaları, özünde bir sermaye ve bütününde ekonomi yaratmak amacını taşıdığı açıkça anlaşılmalıdır. Maden şirketlerinden turizm şirketlerine, yetmeyen mevzuat değişikliklerine kadar hepsi de bir meta karşılığı değere karşılık geliyorsa, bununla birlikte palazlanan bir sermayenin artık azami ölçüde obezleşmesini yaratıyorsa, altında yatan sebep ekonomiden başka ne olabilir. Öyle ki Kanal İstanbul projesi ile Katar prenseslerine peşkeş çekilen arazilerin bugün birden değer kazanması bunun açıkça göstergesi olmasının yanında verilen sözlerin gerçekleştiğini göstermiyor mu?
Hal buyken, son süreçte ekoloji mücadelesi, doğa talanı artık sınır tanımaz boyutlara varınca çeşitlenmiş argümanlardan örgütlenmelere gidebilmektedir. Salgın süreciyle talanın artık farklı bir boyuta taşındığı açıktır, çeşitli örgütler ve gruplar tarafından açıklanan tahribat raporlarından, talan haritalarına kadar her ay açıklanan veriler aslında yaşanan vahşetin bir fotoğraflaması olmaktadır. Bunun yanında âdeta her gün açılan hashtag’lerden yine haberleştirmelerin yaygınlaştırmalarına, imza kampanyalarına kadar doğa talanı ifşa edilmektedir. Doğrusu başarılı olabilmektedir fakat mesele biraz da şuna benziyor, haciz gelen bir evden alınan eşyaların müzayedeye taşınıp açık artırma sürecine girince, sonrası yardım etmek isteyen vatandaşların o eşyaları hacizcilerin elinden kurtarma telaşına dönüştü.
Bu telaşlar tabii haliyle iktidarın talanı sürece yaymasıyla âdeta sindire sindire bir ön kabul yaratırken öte taraftan karşı koyuş da bütünsel bir bakış veya tümden önünde durabilecek bir misyonu karşılamıyor, yetmiyor, zira talan durmuyor. Ya da belki de bu tarz yöntemle bıktırarak bir teslimiyet mi amaçlanmaktadır? Salda için bir hashtag yapılıyor, bir tepki oluşturulup kamuoyu baskısı yaratılıyor, bu mesele durduruldu derken aynı sermaye bir gün ya da günler sonrası başka bir alanda talanını sürdürmektedir. Başta belirttiğimiz üzre yaşananlar bir ekonomi yaratma iken iktidarın sürdürebilirliği açısından doğa talanı sermaye ile birlikte can simidi olabilmektedir. Bir ön kabul ile başlarsak, doğa talanına dayalı herhangi bir alanda bir orman rant uğruna yakılabilir, bunun yerine beş yıldızlı oteller de kaldırılabilir, özetle bu acı gerçekler bile bir yere kadar kabul edilebilir, zira bir sermaye ve muktedir politika ancak bu tarzda gelişir. Evet, bunu anlaşılır bir ölçüde aklımıza kabul ettirebiliriz ya da kulak arkası yapabiliriz fakat yani ormanda, dağlarda yaşayan canlıların sayısını verip, öldürme üzerine ihale açıp maliyet belirlemek ne kadar para kazandırır size ya da ne kadar bir açığı karşılar? Bunun yanında yumuşatılan bir dil meselesi var, öyle ki insana zarar verdiği ölçüde denilerek âdeta katline fetva çıkarılmakta iken mezbahaneye çıkarılan bir canlı kurban durumu ortada ve bütünüyle bir cinayet işlenmektedir.
Dersim’de dağ keçileri ihaleye açıldıktan sonra kamuoyu baskısından sonra geri adım atmak zorunda kalanlar haliyle duracak değiller tabii, sonradan çıkan belgelerle beraber sırada Artvin, Maraş, Malatya, Sivas’ın da ihaleye açılacağı, yine birkaç gün öncesinde Eskişehir’de 18 kızıl geyik için açılan ihale ortaya çıktı. Aynı gün içinde yine doğa savunucularından siyasi partilere kadar yaratılan kamuoyu baskısı ile durdurma geldi ve sonuçta 18 tane can “daha” kurtarılmış oldu. Mesele buyken âdeta ipten insan almaya dönmüş, öyle ki kurtardıkça seviniyor, arkasından o vicdan rahatlığı ile uyuyabiliyoruz fakat yarın bir daha, bir daha…
Sonuç itibarıyla yarına doğamızın hangi parçası talan edilecek ya da kaç tane canlı ihale edilecek korkusuyla günü karşılarken doğrusu stabilleşmeye başlıyoruz. Haliyle öyle ki mücadele tarzları bile standartlaşmakta, benzeşmektedir, doğrusu bu haliyle yaratıcı olabilecek yöntemler de tartışılmaya başlanmaktadır. Zira sosyal medya bir kamuoyu baskısı yaratabiliyorken bir sosyal medya kanun tasarısından bahsedilmekte ve mücadelenin bir ayağı olan sosyal medya kısıtlaması yaşanabilir. Ya da her şeyden öte bir klavyeye bağlı ellerimiz, bir fişte bilgisayarımız varken her an elektrikler kesilebilir.
Diane Zimberof’tan bir alıntıyla:
“kurbanı, kurban olarak tutmak için suçluluk, çaresizlik ve düşük özsaygı bir kısır döngü içinde hep birlikte çalışır; insanı tıpkı bir girdap gibi kurban üçgeninin içine daha çok çekerler”…