İktidar kendisine biat etmeyen bir kurumu ya da kişiyi önce hedef gösteriyor. Hemen peşinden parti sözcüleri, bakanlar ve milletvekilleri ağız birliği yaparak aynı söylemi yineliyor. Ardından yandaş medya sistemli bir propaganda yoluyla yıpratma savaşı başlatıyor. Televizyonlarda adına tartışma programları denilen o kurumu ya da kişiyi linç etme seansları yapılıyor. İktidarın bazı kalemşorları bilinçli provokasyonlar yaparak kamuoyunu günlerce meşgul ediyor. Bu sürecin ardından işin yargı aşaması ve tutuklamalar geliyor. Son aşamada ise torba yasaya yapılan eklemelerle bir gecede yasa düzenlemeleri yapılıyor. Böylelikle hedef alınan kurum ya da kişi itibarsızlaştırılarak etkisiz hale getiriliyor.
Bir rejim klasiği haline gelen ve şimdiye kadar yüzlerce örneğini gördüğümüz bu yöntem, iktidarın toplumu baskıya alıştırma ve teslimiyete zorlama siyasetidir. Bunu en son TBB için yapılan ve dünyada üniter devletlerde pek örneği olmayan bir düzenlemede yaşadık. Başkanlık rejiminin tekçi anlayışına rağmen, barolarda çoklu kurumsallığın yaratılması ile 60 yıllık bir meslek örgütü iktidara biat etmediği için bölünüp parçalandı. Daha da önemlisi yargının iki temel ayağından biri olan savunma hakkı, ideolojik ve siyasal kaygılarla gasp edilmeye çalışıldı.
Odalar, barolar ve bunların üst birliklerinden oluşan meslek örgütlerinin statüleri, 1961 Anayasası’nın getirdiği sınırlı burjuva demokratik hak ve özgürlükler ortamında oluştu. Ancak mesleki formasyondan gelen yetkinlikleri ve demokratik etkinlikleri sürekli olarak iktidarlar tarafından muhalefet odağı olarak algılandı. Bundan dolayı iktidarların boy hedefi haline gelen meslek birlikleri her askeri müdahale döneminde gündeme gelmesine karşın şimdiye kadar hiçbir iktidar bu kurumların yasal statüsüne dokunmadı. Üniter devlet modelinin ve siyasal rejimin bir gereği olarak varlıkları korundu. Peki! Şimdi ne değişti de bu örgütler iktidarın boy hedefi haline geldi?
İlk planda akla gelen, tek kişinin iradesine dayalı bir yönetim biçimi olan Türk tipi başkanlık rejiminin kendisini yeni bir tarzda tahkim etmesi ve diğer kurumlar gibi bu örgütlerin de saraya bağlanmasının sağlanması. Bunun aslında tüm meslek örgütlerinin mevcut yasal statüsünün değiştirilmesi gerekiyor. Ancak yeni sorunlar yaratacağı düşünülerek buna pek heves edilmediği, bunun yerine sadece kendisi için sorun alanı oluşturan meslek birliklerinin statülerinde lokal değişiklikler yapılması tercih ediliyor. Şimdiye kadar olduğu gibi iktidar, taktik olarak genel bir saldırıya geçmek yerine, nokta vuruşları yaparak hedef aldığı kurumları hizaya sokuyor. Böylelikle kendisi için sorun olanları tasfiye ederken, diğer meslek örgütlerine, “Sıra size de gelebilir” şeklinde bir gözdağı vererek onları kolay yoldan teslim olmaya zorluyor.
Bir tür el yordamıyla yürüme şekli olan bu yöntemin ne kadar etkili olduğunu TBB düzenlemesi sürecinde gördük. Üstelik yargının iki ayağından biri olan savunma hakkına yönelik bu saldırıda avukat camiasının yetersiz direnişini ve bu direnişe destek vermeyen diğer örgütlerin ve halkın duyarsızlığını yaşadık. Şimdi sıra TTB’ye geldi. İktidar yine aynı yöntemle saldırıya geçerken, biz yine benzer bir tepkisizlikle yüz yüzeyiz. İktidar, toplumu baskıya alıştırarak, kitleleri tehdit ederek ve korkutarak yönetmeyi sanat haline getirmiş durumda. Artık kendisini anayasa ve yasalara bağlı görmüyor. Ne siyasal ve toplumsal muhalefete ne de en küçük bir sese tahammülü yok. İşine gelmeyen tüm kurumları ve kişileri siyasetten tasfiye ediyor. Her şey, saraya bağlı olarak yürüyor, ama Bahçeli’nin istediği her şey de gerçekleşiyor: Bahçeli’nin idamın yeniden getirilmesini, TTB’nin kapatılmasını ve Anayasa Mahkemesi yerine Divan-ı Ali’nin kurulmasını istemesi boşuna değil.
Muhalefetin parçalı ve bölünmüş halinden istifade eden iktidar mızrağın sivri ucunu kime ve nasıl batıracağını iyi biliyor. Bu gidişle meslek örgütlerinden sonra sıra demokratik kitle örgütlerine, sendikalara ve partilere gelecek. Muhalefet hala bugünün hesabını gelecekte soracağını söyleyerek boşa kürek çekip duruyor. Her şeyi geleceğe ertelemek siyasette yol ve yöntem bilmemektir. Sorun bir seçim ve başkanın değişmesi değil, rejim devam ettiği sürece biri gider biri gelir. Asıl sorun, rejimin değişip değişmeyeceğidir. Muhalefet odaklarının susturulması için yapılan baskılara karşı bugün karşı çıkmazsanız, yarın sıra size geldiğinde ne yapacaksınız?