Eğer AKP hükümeti elinde halka verebileceği para olsaydı, seçim öncesinde para musluğunu açar, asgari ücreti, emekli maaşını arttırır, kamu sektöründe bir kişinin yapabileceği işi beş kişiye yaptırarak işsizliği hafifletebilirdi.
Ama artık parası yok. Rüşvet veremez. Zaten tasarruf programına göre en az üç yıl boyunca ücretler enflasyonun altında kalmaya devam edecek, kamu işletmelerine tek bir yeni işçi alınmayacak. Yani işsizlerin sayısı artacak.
İktidar 2015 yılından beri seçmene ekonomik rüşvet verdi. Seçmen bu rüşvetle yaklaşık dokuz yıldır, ekonomideki çöküşü şu anda olduğu gibi hissetmedi. Şimdi hissediyor. Hissettiğini yerel seçimlerde gösterdi.
Zor bir durum.
Ancak, iktidarın Merkez Bankası ve Hazine’sinde seçmene rüşvet olarak verebileceği parası olmamakla birlikte, devlet hapishaneleri tıka basa dolu. Her bir siyasi rehin ve rehine iktidar için kamuoyuna verilebilecek bir rüşvet objesidir. Saray’a bağlı mahkemeler zindandakilerin kaderi üzerinden 80’lik paşaları serbest bırakırken, 80’lik nineleri-dedeleri tutuklayarak, Demirtaş ve Yüksekdağ ile arkadaşlarına toplamda yüzlerce yıllık hapis cezası vererek, kimisine tahliye edilebilecek cezalarla sözde “adaletli” davranır gözükürken, kimisinin otuz yılı aşkın süreyi doldurmasına rağmen tahliyesini önleyerek kirli bir “taktik yumuşama” oyunu oynamaktadır.
Mapushane kapısından salınacak her bir siyasi kişi, rejimin “demokrasiye dönmekte olduğuna dair etkili bir izlenim” yaratmak için seçilmektedir. Ekonomik rüşvetle nasıl seçmenin oyunu aldıysa, iktidar bu siyasi rüşvetle seçmenin sokağa çıkması yerine, onu “demokrasiyi beklemeye” razı etmeye çalışacaktır. En az üç yıl sürecek olan kemer sıkma dönemi boyunca zaman kazanacaktır.
Eğer muhalefet şu “yumuşama ya da normalleşme” politikası adı altında iktidarla “pazarlık” yapacak olursa kaybeder. Çünkü iktidarın elinde muhalefete taviz olarak verebileceği on binlerce mevcut ve potansiyel rehin alınmış siyasi tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Elinde bu insanların yüzünü salıverip, binini tutuklama imkanına sahip olduğu sürece, böyle bir pazarlıkta iktidarın kaybedeceği, muhalefetin ise kazanabileceği hiçbir şey yoktur.
İktidar gelecek seçime kadar muhalefetle pazarlığı sürdürebilir. Şu anda 28 Şubatçı generallerden başladığı gibi, sırasıyla diğer rehineleri üçer beşer, onar yirmişer “özgürlüğüne kavuştura kavuştura” “yumuşama” yolunda rahatlıkla yürür. Bu yürüyüşe kanan muhalefetin tabanı, partisinin giderek iktidarla ortaklığına taraftar hale gelmeye başlar.
Ve devlet eğer şimdiki emek düşmanı programı ve yürürlükteki savaş planını zayıflayan ve iç çelişkisi derinleşen Saray ittifakının kendi başına hayata geçirmek zorunda kalması halinde bu siyasi rüşvetlerin işe yaramayacağını ve sosyal patlamaya çare olmayacağını görürse, sistem içi muhalefetle iktidarın tek bir “milli koalisyonda” birleşmesi yolunda her türlü operasyonu yapacaktır.
Havuz medyası daha şimdiden Özgür Özel’in Saray’ı “yumuşamaya razı ettiğini”, ilk başarıyı da 28 Şubatçılarla ilgili olarak elde ettiğini yazıp duruyor. Şu soru ortadadır: Özel Saray’ın elinden paşaları aldıysa, Saray’a ne verdi?
CHP gerek rehinler üstünde, gerek emek düşmanı programın ve savaş planının esasına dokunmayan yanları üstünde, gerekse gündeme getirilen “yeni sivil Anayasa”nın ikincil önemdeki maddeleri üstünde “yumuşama” adına pazarlık politikası izlemeye kalkarsa, ya az sonra kendisini emek düşmanı programı ve savaş planını uygulayacak olan bir halk düşmanı koalisyonun içinde bulur ya da pazarlıkla oyalanmanın ve iktidara krizden emek ve barış düşmanı çıkış için zaman kazandırmanın bedelini 2028 seçimlerini kaybederek öder.
Pazarlık yerine yapılması gerekenler açıktır:
Başta Abdullah Öcalan olmak üzere bütün siyasi tutuklu ve hükümlülerin şartsız salınması. Geçerli Anayasa’ya göre “genel siyasi af.”
Mevcut emek düşmanı krizden çıkış programı yerine, emekten yana krizden çıkış programı.
Mütareke (karşılıklı silah bırakılması), müzakere ve barış antlaşması.
Bu hedeflere ulaşmak için, Cumhurbaşkanı ve bakanların istifası, bütün partilerin eşitlik temelinde katılacağı geçici bir seçim hükümeti eliyle, Demokratik Anayasayı yapacak olan Kurucu Meclisi oluşturmak üzere, tüm siyasi eğilimlerin temsilini sağlayacak barajsız erken genel seçim.
Böyle bir “eylem programı” temelinde oluşacak en geniş demokrasi cephesi dışında Türkiye’nin krizden çıkış yolu tıkalıdır.
Hiç kuşkusuz burada dile getirilen eylem programının hayata geçirilmesi, bu programı bugün ilan etmekle mümkün olmaz. Bu eylem programında ilk önce demokratik güçlerin mutabakata varması, programın halk kitlelerince benimsenmesi ve nihayet bu program için alanlara çıkması, iktidarın direnci ne ölçüdeyse onunla simetrik tepkilerin örgütlenmesi, faşist saldırganlığa karşı her türlü legalist uzlaşmacılık yerine, meşru öz savunma önlemlerinin alınması gerekir.
Durum şudur: Bu iktidar 2015 yılında başlattığı çözümsüzlük ve savaş nedeniyle, 2016 yılında parlamenter rejime karşı gerçekleştirdiği darbe nedeniyle, ve bu süreçte mafyatik oligarşi adına işlediği suçlar nedeniyle çoktan meşruiyetini yitirmiştir ve son seçimle birlikte azınlık diktatörlüğüne dönüşmüştür.
O halde “yumuşama ve normalleşme” adı altında bu rejime meşruiyet silahı vermek Üçüncü Dünya Savaşı şartlarında ülkeyi öngörülemez krizlerle, yıkıcı savaşlarla yüz yüze getirecektir.
Hiç kimse CHP’yi silahlı bir ayaklanmaya çağırmıyor. Dünyanın ve ülkenin bugün karşı karşıya olduğu ağır durumdan son “barışçı” çıkış yolunda inisiyatif almaya çağırıyor.
Kobanê davasının sonuçlarına karşı CHP Genel Başkanı’nın takındığı olumlu tutum, eğer diğer demokratik güçlerle CHP arasında karşılıklı saygı temelinde bir diyalog kurulabilirse, böyle bir eylem programının da tartışılabileceğini gösteriyor.