Karadeniz’in yüzeyindeki az tuzlu su, âdeta bir kapak işlevi görüyor ve dipteki tuzlu suyla yüzey arasında oksijen alışverişi gerçekleşemiyor. Oksijene ihtiyaç duyan organizmalar da Karadeniz’in dibinde varlıklarını sürdüremiyor ve bu nedenle Karadeniz yarı ölü bir denize dönüşmüş durumda. Tuna gibi pek çok tatlı su nehri Karadeniz’e dökülürken beraberinde ağır metalleri de Karadeniz’e taşıyarak büyük bir kirliliğe yol açıyor. Karadeniz bölgesinde yapılan ve karayla denizin arasında adeta duvar olan otoyolda Karadeniz’i nefessiz bırakan diğer bir olgu.
Bölgede inşa edilen yüzlerce HES nedeniyle oksijenli temiz sular artık yeterince denize ulaşamıyor. Gittikçe azalan bol oksijenli tatlı su, üst tabakada yüzüyor. Tuzlu tabaka ise altta kalıyor. Deniz katmanları arasındaki geçirgenliği kolaylaştıracak sert rüzgârlar ya da düşük yüzey ısısı gibi meterolojik olaylar da yeterince gerçekleşmiyor. 1955 yılında deniz yüzeyinden 140 metre derinlerde başlayan ölü bölge bugün yüzeyden 80 metre sonra başlıyor. İklim değişikliğinin etkisiyle dünya genelinde deniz ve okyanuslar giderek ısınırken, bu da ekolojik sistemin dengesinde radikal değişikliklere ve canlı çeşitliğinin hızla azalmasına neden oluyor.
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada cuma günü çok önemli bir müjde vereceğini söylemişti. Yazıyı hazırladığım dakikalarda henüz bir açıklama yapılmadı ancak yapılması beklenen açıklamanın Karadeniz’de fosil yakıt olan doğalgaz ve petrole yapılan sondajlarla ulaşıldığı ile ilgili olduğu yorumları yapılıyor. Açıklamanın yapılmasına paralel olarak Borsa İstanbul’da enerji şirketlerinin hisselerinde yükselişlerin yaşanması ve döviz kurlarında gerilemelerin gerçekleşmesinin açıklanacak müjdeyle ilgisi var mı? Bunu göreceğiz.
Akdeniz’de adeta bir enerji savaşına dönüşen gerilimler sürerken AB dahil bölge ülkelerinin Türkiye karşısında bir tutum aldığı görüldü. Türkiye’ye yönelik büyük bir baskının ortaya çıkmış olması Türkiye’nin geri adım atma zorunluluğunu ortaya çıkarmış olabilir mi? Mümkün. Savaş tamtamlarının Türkiye tarafından çalınmasıyla birlikte karşı grup da benzer bir tutumu dillendirmesi ve bölgeye Fransa’nın savaş gemilerini yollaması dikkat çekici. Türkiye ile Libya arasında deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat sonrası halen süren tepkiler ortaya çıkmıştı. Benzer bir anlaşmanın Mısır ve Yunanistan ile yapılmasıyla birlikte Türkiye’nin hareket alanı kısıtlanmaya başladı.
Savaş naralarının atıldığı bu süreçte Türkiye’nin birçok yönden yaşadığı sıkışmışlığı aşmak ve özellikle içeride gündem değiştirip Akdeniz’de Türkiye açısından yaşanan olumsuz gelişmelerin üstünün örtülmesine yarayacağı anlaşılan son gelişme ile Karadeniz’de doğalgaz-petrol bulunduğu iddiası iktidar için kullanışlı bir argüman olmalı. Bulundu mu bulunmadı mı ya da ne kadar bulundu gibi sorulara şimdilik bir yanıt veremiyoruz.
Borsada yaşananlar bir gösterge olabilir mi onu da şimdiden anlamak zor. Ancak tüm bunların üzerine Trump’ın bu gelişmelere paralel zaman olarak yaptığı basın açıklamasında, “Suriye özelinde Türkiye’nin bölgede kendi işini kendisi halledebilir” sözleri Türkiye’ye bir göz kırpma amacı taşıyor gibi. Trump’ın, Suriyeli Kürtleri Türkiye ile pazarlık konusu yapıp Kürtlere yeni bir kazık atma peşine düşmüş olabileceği ise oldukça muhtemel.
2004 yılında TPAO ile ABD-Dallas merkezli şirket olan Madison Oil Turkey Inc. ortaklığıyla Akçakoca açıklarında petrol-doğalgaz bulunduğu müjdesi verilen bölge ile müjdesi verileceği belirtilen bölgenin aynı yer olması muhtemel. 2004’te yapılan sondajlara ek sondajlar yapılmış mıdır ya da ‘mış’ gibi yapılıp yeni bir gelişmeymiş gibi gösterip algı yaratma hesabı mı yapılıyor bilemiyoruz. Erdoğan’ın müjdesi eğer bu ise, bu durum bir müjde olarak görülmemelidir.
Karadeniz ölüme mahkum edilmiş bir deniz olarak kurtarılmayı beklerken doğalgaz ve petrol gibi nedenlerle sondajlar ve çıkarma işlemlerinin yapılacak olması, Karadeniz’i katletmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Üç beş şirketin gelip deniz ekosistemini katlederek elde edeceği gelir Türkiye halklarını yakından veya uzaktan ilgilendirmiyor. Bizleri ilgilendirmesi gereken tek şey Karadeniz’in yaşayan bir denize dönüştürülmesi ve korunması olmalıdır. Karadeniz bugün oksijen azlığı nedeniyle ekolojik dengesi tamamen bozulmuş durumda. Tüm bu kötülüklerin, Karadeniz’de bir avuç şirketin cebi dolsun, yaşamı adeta yok eden eşkiya düzeni kapitalizm sürdürülebilsin diye yaşandığını görmek zorundayız…