Turabi Kişin’in ‘Sır Olup Gitmek’ romanı, yeni dönem Heliopolis’i inşa etmeye yeminli hakikat erenlerinin hayatlarına projeksiyon tutmakta. Yazar, akıcı bir dil ve biçemle kurguladığı romanını sonradan birbiriyle örtüştüreceği ikili bir anlatı tekniğiyle kotarmış.
Dr. Ayhan Kavak
Milattan Önce 3. yüzyılda yaşamış Lambolus’un ütopik Heliopolis anlatısı, döneminde ezim ezim ezilen halkların tutundukları bir umut ışığı olmuştur. Eserinde Lambolus, herkesin tam bir eşitlik, kardeşlik ve özgürlük içinde yaşayacağı mutlu bir adayı tasarlamıştı. Sömürü, kölelik ve özel mülkiyetin olmadığı bu adada kadınlar ve erkekler eşit ve birbiriyle ilişki kurmada özgürdürler. Bolluğun yaşanacağı bu adada evlilik, sınıfsal eşitsizlik ve mirasa da yer yoktur.
Böylesi özgürlük adası (Güneş adası) tahayyülü halkların hafızasında hep canlı ve ulaşılması gereken “topos” olarak yer edinmişti. Nitekim M.Ö. 133’de Pergamon (Bergama) Krallığı’nda, Aristonikos önderliğindeki büyük köle başkaldırısında da hedeflenen Heliopolis’in inşasıydı. Ne yazık ki, köleci Roma İmparatorluğu’nun lejyonlarına yenilirler. Çağlar gelip geçse de Heliopolis özlemi, tarihsel-toplumsal hafızalarda özgür yaşamı kurmanın mümkün olduğunu hep canlı tutmasını bilmiştir.
Kolonyal zihniyetin inkâr, imha ve kıyım siyasasıyla gadre uğratılanların inatla, ısrarla direngen karşı duruşları, hep o özgür yaşam düşlerinin hakikat kılınmasıyla paralel seyreder.
Turabi Kişin’in “Sır Olup Gitmek” romanı, yeni dönem Heliopolis’i inşa etmeye yeminli hakikat erenlerinin hayatlarına projeksiyon tutmakta. Yazar, akıcı bir dil ve biçemle kurguladığı romanını sonradan birbiriyle örtüştüreceği ikili bir anlatı tekniğiyle kotarmış. Peş peşe birbirini takip eden bölümlerin ilkinde aralıksız yağan karın altında sağ kolu ve kürek kemiği parçalandığından yerinden kımıldayamayan özge bir canın anlatısıyla girizgâh yapılır.
İkinci anlatıda ise bir başka hakikat arayışçısının toprağa ecelsiz düşmesini duyanlar veya tanıklık edenlerin anlatımlarıyla çatılmış. Yer yer tekrar cümlelerin kullanılmış olması mevcut metne şiirsellik ve ritim katmış.
Bir grup hakikat arayışçısının 1991-1992 yıllarında yeni bir mekâna gelişleri ve orada kış üslenmesine geçmeleri esnasında o alanda karşılaştıkları zorluklar ve “yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven” canların sır olup gitmelerini işlemekte. Kişin’in romanında anlatılan bir dünyadır ve o dünyanın mekânı, dokuz köyden oluşan Karer Bölgesi’dir.
Mekânın ardı sıra gelişen durumlar ve olay örgüsüyle birlikte var olan karakterler iyice belirginleşirken, yazarın unutulmaması için tanıklık ettikleri yürek sızlatıcı bir biçemde cümlelere dökülmekte.
Kişin, kayda geçirmenin ötesine taşan nitelikli bir eser yaratmış. Turabi yani toprakla özdeşleşen adıyla yaşar kıldığı toprağın dili, tanığı ve sanığı olarak okuyucularını edebi bir lezzete davet etmektedir. Yazarlık edimi açısından mütevazi davranmış olsa da, gerçeğin yeniden üretimi ve kurgulanması başlı başına edebi yetkinliğin güzel bir örneğini teşkil etmekte.
Yazar, sözü tasarruflu kullanarak kısacık bir romana acılardan devşirilmiş bir dünyayı sığdırmayı bilmiştir. Tanıklarla anlatılan Çiya ve upuzun boylu boyunca karın altında turab olan Serdar’ın ağıtını kaleme döker. Kitabın sonundaki sürpriz, kurgulamanın parıltısına işaret eder. Zira anlıyoruz ki turaplaşan Serdar’ın yerine açıkta kalan delik gömleği konuşmaktadır.
Sonradan Çıla ve Rızgar’ın yanına gelen Hamza gömleğin kime ait olduğunu bilir. Ve Serdar’ı ve Çiya’yı anlatır onlara…
Karer toprakları başka coğrafyalara benzemez. Özge canlara her daim kucak açan, koruyup kollayan bir bölge olagelmiştir. Bu yüzden Çiya’nın sır olup gitmesine yol açan ihanetçi, ora halkı nezdinde kendilerine atılmış kara bir leke olarak görülmüştür.
Turabi Can cesur bir yazardır. Yaşanmaması gereken yanlışlıkları da haklı olarak eleştirir. Hatalardan ders çıkarmak boynumuzun borcudur…
“Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir” der Henry David Thoreau. Değerli dostum, Can hevalım Turabi, yaşamak için ayağa kalkanlardan olmuşken yazmak için oturmasını bilmemiştir. Zira türlü engellere, meşgalelere takılan uzun bir yazım süreciyle Sır Olup Gitmek’i tamamlayabilmiştir. Okumasaydık bilmeyecektik, bir dönemin acılarından süzülen canların hayatlarını.
Romana konu olmuş kimi karakterleri ve mekânı birkaç yıl sonrasında tanımış olmamdan dolayı anlatının aurasına kapılıp gittim. Adı geçen her canın yaşadıkları destan olacak cihettedir. Kanımca Turabi Kişin dostum, etrafında dolanıp sadece değinilerde bulunsa da Şehmus’un hayatını da yazmalıdır. Tek Şehmus mu? Sır Olup Giden diğer kardeşi Rojhat’ı da unutmamalı elbet…
Estetik ve edebi metin olan ve Vesta Yayınları tarafından yayınlanan “Sır Olup Gitmek”in yazılması ufkumuzu daha bir enginleştirmiştir. Eline-emeğine halel gelmesin! “Anlatılan senin hikayendir” mottosunu kulağa küpe edelim. Heliopolislerin yaratımının acı bedellere mal olduğunu unutmayalım. Heliopolis inşasında sır olup gidenlerin anıları her daim yolumuzu aydınlatan meşale olacaktır. Can yoldaşım Turabi Kişin’in yazımsal serüveninde başarılar diler, nice verimlere diyorum…