İnsanlar, tarihin her döneminde olduğu gibi bundan sonra da yıkıma karşı yaratımı sürdürmek, umudu büyütmek, barışı sağlamak ve mutlu olmak için hep çaba içinde olacaklardır. Çünkü tarih, yıkımların tarihi olduğu kadar yaratımların da tarihidir. Yaratımın başka bir biçimi olan sanatın simgeselliğine yeni bir ivme kazandıran Pawel Kuczynski savaşa karşı savaşın saf dehşetiyle mesaj veren bir sanatçıdır. Pawel Kuczynski, çağımızın en aykırı şahsiyetleri arasında anılan modern eleştirel gerçekçilik akımının yaratıcı sanatçılardandır. Polonya doğumlu sanatçı sanatın diliyle yeni bir akımın ve bakışın doğumuna ebelik yapıyor gibi dokunuyor hayata.
Soyut olanın bütün hallerini somuta dönüştüren, şeyleşmiş olmaya başlayan metaforları gerçek olgularla birleştiren, toplumsal esneme boşluğunda oluşan değerler çöküşünü ve dramatizasyonunu somutlaştırma tekniğiyle dekore eden bir ustadır. Ağırlıklı olarak çağımızın savaş hallerini, herkesin anlayabileceği semboller kullanarak gözler önüne seriyor. Savaş ve yıkımın korkunç görüntülerini, yıkım ve talan, sömürü ve yerinden edilme, nefret ve şiddet, korku ve varoluşsal kaygıların hâkim olmadığı bir dünya fikri ve vizyonuna dair arzu ve istençlerimizi dürtmeye çalışan sanatçı, ne yazık ki hep bunun tersiyle karşı karşıya kalıyor.
Hikayeyi, Kuczynski’nin savaşın yarattığı yıkımı çarpıcı bir şekilde ortaya koyan yüzlerce illüstratör çalışmasından sadece birinin etrafında öreceğim. Sanatçı savaşla başa çıkma konusunda hep barış motivasyonunu işlevsel hale getirmek için çabalamaktır. Ona göre sanat düsturu ve düşüncesinin en temel esprisi hep barışa dair bir izlekte ilerlemektir. Her şeyden önce savaşın ve egemenliğin köklerini ve barışçıl yaşam özlemini simgeselleştirmeye çalışıyor Kuczynski. Dolayısıyla sanatın ve sanatçının bu bağlamdaki esas çabası çok eski çağlara, hatta tarih öncesi çağlara kadar uzanıyor.
Antik çağda, altın çağ mitolojisinde, medeniyet öncesi dönemde bile insanlığın barış ideali hep sanatın merkezi üzerine ortaya çıkmıştır. Romalı şair Ovid’den Atinalı Hesiod’a kadar birçok tarihi şahsiyet savaşa karşı barış fikrinden bahsetmiştir. Tarihi barış duvarına sırtını dayayan sanatçı, barışın anlam derinliğini anlaşılır kılmak için savaşın yıkıcılığını renklerin sıcaklığıyla buluşturarak mesajlarını veriyor. Bir bütün olarak his ve duyu yitimi yaşayan çağın izleklerinden sıcak renkler birleşiminde yüksek bir değerin daha düşük bir değerle karşılaştırılması gibi her fırça darbesi. Yani infilak gücü yüksek bir patlamanın sonunda sokaktaki tüm evlerin yıkımı arasında posta kutusunu arayan çağın ucubeliğine sığınmış insanın yabancılaşma hikâyesini anlatıyor bize.
Çürüyen insanlığın mirasına birer ağıt levhalarıdır Kuczynski’nin her çizimi. Ekmeği kesen bıçağın keskinliği kadar hakkıdır Kuczynski’nin sanatın diliyle somutlaştırdığı mesajlar ama o bütünü parçalara ayran değil parçalara ayrılmış olanı birleştiren bir şirazeye sahiptir. Sofistike olduğu kadar basittir de kullandığı semboller. Tarlasını süren çiftçinin tohum yerine neferler ekmesi gibidir. Çavdar yerine tohum olarak toprağa düşen askerler hasat zamanında gür başaklar biçiminde harmana geleceklerini önceden görendir. Her biri on verecek harmanın sarı sıcaklığında ve bir sonraki felaketin yeni neferleri olarak savaş tarlalarına saçacaklar.
Mevcut çağın savaş sınırlarının ötesine yapılan yeni bir ekimdir bu, bir sonraki çağa uyanacak, yeni savaşların yeni hatları gamsızca çeken atlar misali. Atların naifliğiyle insanın kötülüğünün bileşkesinden ortaya çıkan sofistike kurmaca giderek bir ölüm tarlasına dönüşecek. Böylece bazılarımız o naif atlar misali o aşkın kurmacanın içinde, bazılarımız ise aşkın hakikatinin çemberinde kanayıp duracak. Başka bir ifadeyle, bizler hakikatin içinde, kurmacaysa bizim içimizde yaşayacak, çünkü yaşamın kendisi bizatihi o kurmacanın yanılsaması olarak biçimleniyor.
Diyalektik denklemin bu bağlam noktasından hareketle sanatçı kurmacanın soyutlaması üzerinden ikinci bir yanılsama biçimine başvurarak gerçeklikle hakikat çizgilerini çiftçinin toprağa açtığı derin hatlar üzerinden bir gestalta oturtuyor. Dolayısıyla kurmacanın soyutlama biçimi olarak bu sefer askerler “kahramanlar” olarak değil savaşın tohumları olarak yere düşüyorlar. İşiyle özdeşleşen çiftçi, savaşla özdeşim sağlamış askerleri mesleki özgünlüklerine göre sıra sıra diziyorlar toprağa. Ringelmann etkisinin ağırlığında kalan atlar “alete” alet olurken, çiftçiyse hakikate yabancılaşmış bir biçimde ekimin muharebesiyle meşguldür.
Lakin Ringlemann’ın topluluk kuramında olduğu gibi bir topluluğun üyesi olan bireyler ön kabul mahiyetinde topluluğa duydukları güven ve görev paylaşımı inancı nedeniyle zamanla sosyal aylaklık etkisine girer, sorumluluğu başkasına yükler, güçten düşer ve etkin özne olarak özveriden kaçtıkları için hayatta müdahil olma yetisini yitirirler. Tablodaki çiftçinin örneğinde olduğu gibi bir sonraki çağın çöküşü ve masumiyet yitimi için derin yarıklar açar toprağın bağrına. Böylece kendisini birebir yıkımların sorunlusu olarak hissetmez ve yıkım (savaş) Kuczynski’nin resmettiği gibi ironinin en yalın haliyle karşımıza çıkar.
Sahnenin hakiki gücü karşısında insan tamamıyla çaresiz kalıyor, çaresizliğe ikna olmak için kanıta gereksinim duymaz, çünkü sahne ve arkasında görünmeyenlerin olası görüntüsü sözü gücünden daha kuvvetlidir. Cennetin zevklerini hayal edenlere renklerin yalın diliyle tercüme ediyor cehennemin sancı sarmalını Kuczynski bu tablosuyla. Beşeri emeğin mahşeri bir aşılamaya dönüşüp kendi eliyle yıkım tohumları eken bir ölüm ustasıdır insan.
Bir sonraki savaş için başları kopacak arda kalan tohumların ardıl taneleri. Sanat yakın başka bir deyimle, yani bilim diliyle buna yeniden yabancılaşma veya kültürel aylaklaşma diyebiliriz ve bu durumun yakıcı sahiciliği her geçen gün daha da derinleşen yarıklar bırakacak geleceğin yüreğine. Gecenin en sessiz anında sadece kendi masumiyetlerine sığınan annelerin umutsuz sessizliğinin dehşetidir Kuczynski’nin siperdeki tohum nefer metaforu.