Madun, koku ve korku bende aynı çağrışımları yapar. Ele veren, yakalatan ve üstelik bir anda olan durumlar. Koku gelir, o anın atmosferiyle hatıra olarak kalır, korku gelir, aniden kendini gösterir ve sonra madun gelir, hepsini ele verir.
Madun Konuşabilir Mi? Gayatri Chakravorty Spivak’ın kitabının adı. Dipnot Yayınları tarafından yayımlanan bir kitap. Madun olma hallerine odaklanır. Fakat bu yazının konusu söz konusu kitap değil, bir belgesel. Kürtçe adıyla Rajêr Dikare Biaxive?
Suriye savaşı 8 yıldır devam ediyor ve coğrafi savaştan siyasi savaşa geçilmiş bu günlerde… Peki o günleri yaşayan kimlerdi? Madun, maktul ve düşman kimdi? Tüm bunların siyasal değil birer birer yaşantısı yavaş yavaş çıkacak ortaya elbet. Bahse konu belgesel ise bu savaşın arasında kalan bir yaşamlar zincirinin halkalarını anlatıyor. Hem de anlatan savaşı yaşamış olanlar. Birebir hayatlarında farklı dönemeçlere maruz kalanlar.
Madun Konuşabilir Mi? Tarlabaşı’nda geçiyor.
Tarlabaşı çoğalan ve her dönem tarihini devreden bir yer. Kentsel talanla sosyopolitik dokusuna kast edilen bir yer. Sulukule, Sur ve başka yerler gibi… Birden çok halkın, yoksul halkların uğrak yeri. Belgeseli izlerken birçok yıkıntıdan kesiti görebiliyoruz.
Yönetmenliğini Fırat Yavuz’un yaptığı belgesel bir aileye odaklanıyor. Rojava’daki savaştan dolayı İstanbul Tarlabaşı’na gelip yerleşmiş, orada bir hayat kurmuş bir Kürt aile. Girişte öncelikle yüzleri göremeyiz. Zira belgesele çekilen kişiler sıkı sıkı tembihliyor; “Yüzümü göstermem ve yüzümü bir yerde görmek istemem.” Sonraki dakikalarda ise bunu normalleştirip aslında bir mahsuru olmadığını söylüyorlar. Madun anlatmaya başlıyor. Sonra da kaldıkları yerden anlatıyorlar hikayelerini. Buraya nasıl geldikleri, gelirken nelerle karşılaştıkları ve televizyonlarda gördükleri İstanbul’u anlatıyorlar. Esasında birçok atlatılmış badire anlatılıyor. Patlak veren savaş, IŞİD, sınırlar, yoksulluk…
Tarlabaşı’na gelen aile, hayatlarında ilk defa bir işte çalışıyor. Daha önce Rojava’da tarla ve hayvan sahibi olduklarını sık sık anlatma ihtiyacı hissediyorlar. Çünkü onların Rojava’daki hayatlarına tanıklık eden yok. Bu duruma gelmelerini halen kabullenemiyorlar. Eski hayatlarının altını çizerek anlatıyor. Anlatan kadın, gelir gelmez midye işinde çalışmaya başlıyor. İlk günün sonunda işini bitirdikten sonra patronlarının ücretlerini yanlarına bırakırken yaşadığı acı deneyimi anlatıyor. İşin ilginç yanı ise onlara midye işini verenin yıllar önce Mardin’deki köy boşaltmalarında evleri ve tarlaları yakılıp İstanbul’a gelen biri olması. Başka çizgiler, başka savaşlar gibi geliyor ama aslında aynı.
Kürtler arası sınır çizgilerinin aslında bir şekilde hayatlarına sirayet ettiğini de anlatımlarda görüyoruz. Mesela Rojava Kürtleri olsalar da Türkiye Kürtleri tarafından “Suriyeli” etiketiyle anında ‘küçümsendiklerini’, dışlandıklarını deneyimleriyle anlatıyorlar. Bir başka hayal kırıklığı da orada başlıyor.
Ortak temenni ise şu oluyor: Savaş bitsin ve öleceksek evimizde ölelim…
Anlatıcı kadın İstanbul’a gelirken sınırda yaşadıklarını anlatırken, insanın kanı donuyor. Ama anlatan kişi için artık bir geçmiş olarak kaldığı için sıradan bir olay gibi kalıyor. Mesela sınıra kadar onları getiren rehber, eskiden babasının köyü olan ama artık IŞİD’lilerin el koymuş olduğu yerlerden geçiriyor. Bilmeden mi yoksa daha çok para almak için mi yaptığı bilinmiyor. Kadın anlatırken çok korkmuş. Çünkü IŞİD Kürt gördü mü ya öldürüyor ya da esir alıyor. Başka da bir çıkış yolu yok. O karanlık gecenin sonunda sınırdan geçecekleri an içlerinden bir kadın korkudan yürüyemiyor. Sınırın dibindeler ama geçemiyorlar. Dizleri korkudan bağlanmış, şoka girmiş kadını ise kuması kaldırıyor. Anlatan kadın kumasını nasıl sırtladığını, sınırdan nasıl geçirdiğini anlatıyor. Karanlık gecenin sonunda mısır tarlasında kendilerini buluyorlar. Her yerde mültecileri söğüşlemek mübah sayılıyor. Mısır tarlasının sahibi koçanları ezdikleri için para talep ediyor. Başkası başka talepler… Anlatıcı İstanbul’a geldiklerinde 15 lirasının olduğunu, bu paranın da ne işe yarayacağını bilmiyor. Biri ona ancak bir kahvaltı yapabileceğini söylüyor.
Sonra da başlıyorlar çalışmaya… Günler, aylar sonra ise kocası çıkıp geliyor. O da türlü badireler, kamplardan geçmiş. Artık Tarlabaşı’ndalar. Oraya ayak uydurmaya çalışıyorlar. Midyenin kokusuna ve çalışmaya artık alışmışlar.
Yönetmen Fırat Yavuz, mekan olarak neden Tarlabaşı’nı seçtiklerini Bianet’ten Evin Aslan’a şöyle anlatmış: “Tarlabaşı şehrin orta göbeği ve oldukça kozmopolit bir bölge. Örneğin, Okmeydanı’nda da bir kesim insan var ama belli bir ağırlıkta popülasyon var. Tarlabaşı’nda ise Asurîler, Türkmenler, Süryaniler, Kürtler, Lazlar var. O kozmopolitlikten biraz yararlanmak istedik. Bir de Okmeydanı o kadar tehlikeli bir bölge değil. Çetelerin cirit attığı Tarlabaşı’nda bu zor dönemde bu konuyu yarmak istedik esasında. ‘Orayı biraz açalım, yıllar sonra Tarlabaşı kamera görsün’ dedik. Aslında biraz derdimiz oydu.”
Belgeselin Yapım-Yönetim Asistanı Hüseyin Yıldız ise çekim aşamasını şöyle anlatmış: “Belgeselin içinde de geçiyor. ‘Bunlar yabancı değiller. Yüzümüzü gösterebiliriz’ noktasında o ilk baştaki çekingenliklerini attılar. Sonra bir başka yerde de ‘eğer televizyonda gösterirseniz kıyameti koparırım’ diyerek içindeki korkuyu da açığa çıkardılar. Zaten zar zor kaçak yollarla geldikleri Türkiye’den tekrar savaşın ortasına dönmek istemiyor bu insanlar ve o korkuyu da yansıtıyorlar. Hem yapım sürecinin başlangıcında hem de yapım süreci aşamasında biz bunu kırabilmek için uğraştık ama onlar da bize güvendiler ve sonrasında herhangi bir sorun olmadı.”
Kameralar Tarlabaşı sokaklarında bizi gezdirirken aslında oranın kozmopolit yapısını da anlatıyor. Siyahileri, Türkmenleri, Kürtleri, Arapları, Romanları ve daha başka halkları da görebiliyoruz.
Belgesel bittiğinde ise şunu net olarak anlayabiliyoruz. Madunun suskunluğu da öznelliğine dahildir. İlk gösterimini Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştiren belgeselin gösterimini takip etmenizi öneririm. Yanından geçtiğimiz, her gün haberlerde dışlayıcı dille ana akımda yer bulan savaş göçü insanlar neler neler görmüş, nerelerden gelmiş, savaş da neymiş, göç etmek, köklerinden ayrı düşmek neler hissettirir..