Sınır uçlarında bulunan Hakkâri ve Edirne iki ayrı toplumsal sosyolojiye sahip olmanın ötesinde iki ayrı dili ve Avrupa- Ortadoğu gerilimini temsil ediyor. Sınır uçlarında bulunan bu iki şehir Türk ve Kürt eşitsizliği üzerinden aynı zamanda sinir uçlarını da temsil ediyor. HDP, Türk egemen şoven siyasetçilerin eşitsizliği saklamak maksadıyla sık sık tekrarladığı “Edirne’den Hakkâri’ye” hamasi söylemini tersine çevirerek eşitlik-özgürlük ekseninde ferasete dönüştürme perspektifiyle yola çıktı. HDP, üzerindeki baskılardan dolayı ve korona nedeniyle uzun zamandır harekete geçememiş, örgütleri dağıtılmış ve halkla buluşma konusunda sorunlar yaşıyordu. Yürüyüşe katıldığım Hakkâri-Ankara hattındaki izlenimlerime dayanarak peşinen şunu söyleyebilirim; HDP’nin atıl kalması da, HDP’nin siyaset dışına itilmeye rağmen itilememesi de güncel olarak aslında HDP’yi aşan bir durum. Öncelikle, HDP hareket etmekte zorlanıyor çünkü AKP-MHP faşizmi bütün gücüyle HDP’yi baskı altında tutuyor. Neredeyse bütün yöneticileri tutuklamış, bütün aktif üyelerinin üzerinde terör estirmişken HDP’nin bu durumda olması bir noktaya kadar anlaşılır; öte yandan, halk hala HDP’ye sahip çıkıyor ve bu sayede, üzerindeki basınca rağmen, siyaset sahnesinin dışına itilemiyor. Bu durumu şöyle formüle edebiliriz belki: AKP silah ve parayla, HDP halkın gücü ve fedakârlığıyla ayakta durabiliyor.
Bu durumu en fazla, kontrgerilla çetelerinin özel olarak konumlandırıldığı Hakkâri-Yüksekova’da gözlemledim. HDP ile görüştüğümüz andan itibaren, nereye gitsek, ne yapsak, polis kamerası tarafından kayıt altına alındık. Panzerler, özel harekât polisleri gündelik hayatın dekoru durumunda orada. Fakat tüm baskılara rağmen, insanlar, özellikle yaşlılar ve ahali HDP’ye gelip gitmekten asla geri durmuyorlar. HDP ile halk arasındaki bu gönül bağını kesmek devlet birimlerinin yegâne görevi gibi görünüyor. Askeri önemlerle birlikte devletin ekonomik ve sosyal faaliyetleri “devlet Kürdü” yaratma hedefine uygun olarak icra ediliyor. Bölgede bütün HDP yöneticileri ya tutuklu, ya yargılanıyor ya da hapisten yeni çıkmışlar, dolayısıyla bu baskılar HDP ile halkın arasındaki gönül bağına dokunamasa da, HDP’nin örgütlülüğünü sınırlamış görünüyor. Tabi burada, hendek çatışmaları sonrası malum çevreler tarafından cesaretlendirilmiş yerel çetelerin ve işbirlikçilerin payı büyük…
Kürt halkının HDP’ye dönük pek çok eleştirisi var, ama bunlar kimi zaman kardeşçe, kimi zaman arkadaşça, yapıcı eleştiriler. Halkta derin bir ezilen ulus bilinci var ve bu bilinç horlanmışlık hissiyatı ile birlikte HDP’lilik duygusunda kendisini inşa ediyor. İnsanlar HDP’ye yaklaşmak istiyor ama HDP fiilen operasyonlarla çalışamaz hale getirildiği için halk yer yer örgütsüz bir HDP’li olarak yaşamını, sosyal kültürel hayatını sürdürüyor. AKP devleti, her ne kadar büyük paralar dökmüş olsa da, pek çok cebir, propaganda ve rıza aygıtını aynı anda çalıştırıyor olsa da, Kürt halkını herhangi bir şekilde ikna edebilmiş değil. AKP süngü ile birçok şey yapmış ama asla gönülleri fethedememiş.
Dahası, Kürt illeri için şunu söyleyebilirim ki; devlet burada Kürt realitesini tanımak zorunda kalmış. Kürtçe bilmeyen polis ve askerler devlet açısından işlevsel görülmüyor. Hakkâri-Van-Diyarbakır’da günlük hayat Kürtçe yaşanıyor. Yıllarca “Kürt yok” diyenler, “terör” edebiyatına sarılarak inkâr ve imha siyasetini sürdürüyorlar. Kürtçenin yasaklı dil olması, yazı alanından uzaklaştırılmış olması, tabii ki bir deformasyon yaratıyor ama buna rağmen bu kültürlerini devam ettiriyorlar.
Türkiye’nin batısından oraya bakınca, siyasi bir istila olduğunu düşünürdüm ama son gördüklerimden sonra şunu söyleyebilirim ki; AKP, siyaseten yenildiği ölçüde baskı, zulüm ve açlıkla terbiye etme taktiğine bolca sarılır olmuş. Özellikle Hakkâri’nin her tepesinde, gittiğimiz her yerde askeri kulübeler ve askeri araçlar… Bir şehre girmekten ziyade bir Garnizon Komutanlığı’na girmişsiniz ve biraz önce savaştan çıkmış bir bölgeye intikal etmiş gibi bir duyguya kapılıyorsunuz orada.
Kürtler arasında herkes birbirine “başkan” diyor. Çünkü herkes bir şekilde parti yönetiminde yer almış başkan olmuş, sürekli tutuklamalarla birlikte herkes “başkan” olmak zorunda kalmış. Dolayısıyla, burada başkanlık ve tutukluluk bir tür nöbete dönüşmüş ve HDP bu bakımdan tam anlamıyla bir “başkanlar” partisine dönüşmüş… Orada ucundan kıyısından siyasetle uğraşıp da hapse girmemiş tek bir kişi bile yok. Kürtler partilerine sahip çıkmak için mütemadiyen tutuklanmışlar, hala da başkanlık etmek için tutuklanmaya, tutuklanmak için başkanlık etmeye devam ediyorlar.
Adaletsizlik nedeniyle sinirler ve sınırlar gergin. Edirne sınırının ötesindeki Türklere hamilik yapanlar, Suriye’de “Bayırbucak Türkmenleri” icat edenler sınırın bu tarafındaki Kürtlere gardiyanlık ediyorlar. Diyarbakır’da hapishane duvarlarını “Türkçe konuş çok konuş” yazılarıyla donatanlar, Edirne sınırının ötesindeki Türklerin anadilde eğitim hakkını insan hakları hukukuyla açıklıyorlar. Emekçiler, yoksullar ve Kürtler için hukuk “Terörle Mücadele Kanunu”ndan ibaretken HDP’nin “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek mücadeleyi yükseltmesi şimdiden buzlardan çatırdama seslerinin duyulmasına sebep oluyor. İlk yüz metre başarıyla koşuldu ama önümüzde daha çok yol var.