Marx, kapitalizmi insanlar arasında tanınma ilişkilerini bozan bir düzen olarak görür. Çünkü çalışanların üretim araçlarından koparılmaları aslında kendi etkinlikleri üzerindeki bağımsız kontrol olanaklarının da yok edilmesi anlamına gelir. Oysa kendi etkinlikleri üzerindeki bağımsız kontrol olanakları çalışanlar arasında eşit ilişki kurmanın da bir önkoşuludur. Bu önkoşulun bozulması ile insanlar arasında ortaya çıkabilecek tarihsel bir çatışma, “tanınma uğruna”* bir mücadele olarak okunabilir. (Bu paragraf, Axel Honneth’in Tanınma Uğruna Mücadele adlı kitabının 235. sayfasında yer alan fikirlerin bir özetidir.)
Kısacası Honneth diyor ki işçilerin kapitalist düzen içindeki mücadeleleri aslında “tanınma uğruna” yaptıkları mücadelelerdir. Biz de ekleyelim, yine aynı kapitalist toplumda, kökenleri ya da inançları farklı olan insanların ulus-devlet çatısı altında yaptıkları mücadeleler de “tanınma uğruna mücadelelerdir.” Tıpkı bizim ülkemizde Kürtlerin, Alevilerin, Süryanilerin, kadınların, LGBTİ+ların ve diğer azınlıkların mücadeleleri gibi…
Bunları yazmamın sebebi ise ülkemizde kendini “sol” ve “sosyalist” olarak tanımlayan çevrelerin, bu, aslında “aynı” olan ve fakat “ayrıymış” gibi duran mücadele alanları konusunda hemfikir olamamalarının getirdiği etkili olmayan mücadele biçimlerinin yeniden değerlendirilmesine olan ihtiyaçtır. Ne demek istiyorum?
Demek istediğim şudur: Sol ve sosyalistlerin “işçi sınıfı mücadelesi” olarak adlandırdıkları mücadele alanı ile örneğin Kürtlerin ya da Alevilerin ya da kadınların ya da mağdur olan başkalarının mücadele alanları aslında bir ve aynı mücadele alanının birer parçalarıdır. Yani “sınıf mücadelesi” de “kimlik mücadelesi” de “tanınma uğruna mücadeleler” olarak okunmalıdır.
Bunları yazmamdaki maksadım şudur: Bugün ülkemizde biri, daha çok “kimlikler”, diğeri ise daha çok “sınıflar” üzerinden yürümekte olan ve karakterleri açısından da her ikisi de “tanınma” mücadelesi vermekte olan iki siyasi akım var. Bunlardan birincisi HDP’de, diğerleri ise kimisi HDP içinde “bileşen” olarak, kimisi ise “dışarıda duran” olarak farklılaşmış durumda. Bu iki akım arasında eğer bir karşılaştırma yapacak olursak HDP özellikle Kürtler ve Aleviler arasında geniş bir kitleyi temsil ederken, diğer sol ve sosyalist parti ve oluşumların ise daha çok 68 ve 78 kuşağından kişiler ve gençler arasında destekçileri var.
Her ne kadar zaman zaman bu iki akımın mensupları ortak eylemler yapıyor olsalar da tanınma mücadelesinde yaşanan bu ikiliğin, mücadelenin gücünü zayıflattığını söyleyebiliriz. Oysa çok açıktır ki bu iki akımın iç içe geçerek “bir” olmaları, hem işçilerin ve hem de mağdur kimliklerin tanınma mücadelelerini daha da güçlendirecektir. Durum ve ihtiyaç bu olmakla birlikte anlaşılan bu yönde bugüne dek atılmış birçok adımın boşa çıkmış olması bu konuda yeni bir adımın atılmasını da engellemekte.
Oysa dünya değişiyor. Dış konjonktürde yeniden demokrasi çağrıları yapılırken, iç siyasetten iktidar blokunun içinden yeni gerilimlerin yarattığı çatırtı sesleri geliyor. Nereye gidiyoruz gibi bir sorunun cevabında bu iç ve dış dinamiğin ilişkisi belirleyici olacak. Ama bu bıçak sırtı dengemsi durumun tümüyle tanınma uğruna mücadelelerin aleyhine olabilecek bir yöne evrilmesi de mümkün.
Bu olasılığı düşünerek yukarıda sözünü ettiğim iki akım tanınma mücadelesi içindeki güçlerin artık bu birbirleriyle mesafeli duruştan vazgeçip “bir” olmanın yollarını araması çok daha rasyonel bir adım olmaz mı?
*(Tanınma uğruna mücadele, ekonomide ve sosyal hayatta yaşanan adaletsizliklerin giderilmesi için yapılan ortak “toplumsal bir adalet mücadelesidir.”)