Sınıf kavramı üretim ilişkileri içinde anlamını bulan ve bu ilişkiler içinde yeniden üretilen bir varoluşu ifade eder.
Sınıf antagonist çelişkiyi koşullar. Uzlaşmazlık ilişkinin bütününe hakimdir ve ilişkiyi belirleyendir. Fakat sınıf elle tutulan, gözle görülen bir şey değildir. Özünde bir soyutlamadır. Fakat bu soyutlama varolan dünyanın analizi, insanlar arasındaki ilişkilerin biçimlenişi ve biçimleniş saikleri hakkında bize bir anlamda veri setleri, anlam alanları oluşturur. Sınıf elle tutulan bir şey olmamasına karşın bir gerçekliktir ve bir ilişkiselliği ifade eder.
Akıl yürütme ve soyutlama felsefenin ortaya çıkmasında maya işlevi görür. Düşünce tarihi bir anlamda soyut düşüncenin, soyutlamanın tarihidir. İnsanın soyutlama yeteneği toplumsal anlam üretme ve ürettiği bu anlam üzerine düşünmeyi sağlar. Kavramla gerçekleşen bu süreç düşünmeyi, görünür boyuttan soyut düzeye ulaşmayı beraberinde getirir. İnsanın insanlaşma sürecinde bir tarihsel sıçramayı işaretler. ‘İnsan nasıl insan oldu?’ sorusuna en iyi cevaplardan biri budur.
Soyutlama, soyut düşünebilme yeni bir evren ve mana dünyasının önünü açar. Soyutlama görünür düzeyden kavramsal düzeye, soyut düzeye geçme şansı verir. Bu nokta önemlidir çünkü düşünce kavramlarla yapılan bir edimdir. Sözcüklerle ancak konuşulur. Bu kavramsal düzey ilişkisiz gibi görünen şeyler arasında bağlantı kurabilme, şeyleri bir bağlam içinde birleştirme, kategorize etme, iç bağlamlarını çözme, görme ve organize etme olanakları sunar. Ayrıca gerçekliği anlama ve değiştirme şansını yaratır.
Soyutlama faaliyeti özellikle kapitalist sistemde karmaşıklaşmış gerçekliği, gerçeklik kaybını ya da şeyler arasında gizlenen, örtülen, ilk bakışta anlaşılmayan ilişki ve yönleri gösterir veya kavratır. Sınıf kavramı da böylesi bir soyutlamanın ve zihinsel uğraşın ifadesidir. Bir anlamda sınıf zihinsel bir soyutlama, bir kurgu gerçektir. Fakat bu kurgu gerçek, gerçek yaşamın derinlemesine incelenmesi, hatta arkeolojisinin yapılması sonucunda ortaya çıkar.
Marx kendi yöntemini soyuttan somuta gitmek olarak açıklar. Başta Kapital olmak üzere ekonomi politik analizlerinde bu yöntemi izleyerek kapitalizm işleyiş/ yıkılış yasalarını ve ruhunu analiz eder. İzlediği eleştirel yöntem ve muazzam sofistikasyon yeteneğiyle kompleks ve katmanlı bir toplumsal formasyonu çözmeyi ve onu yıkmayı hedefler. Marx, Kapital çalışmasıyla proletaryayı entelektüel bir silahla donandırmayı amaçlamıştır.
Marx’ın izlediği yöntemi kısaca açmak gerekirse, soyuta ulaşmak için somut gerçeklikten hareket edilir. Somut gerçeklik ise düşüncede, yani soyutta oluşur. Sonuçta yöntem; somuttan soyuta ve soyuttan somutadır. Yani içsel ve birbirini besleyen bir diyalektik süreçtir.
Kapitalist toplumda kapitalizmin işleyişi, ruhu, kendini yeniden üretme mekanizmaları burjuvazi için dolayımsız bir şekilde sınıf bilincinin edinimi koşullar. Feodalizmin ideolojik hegemonyasını Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketi ve onun parçası olan Ansiklopedistlerle kıran burjuvazi, tanrıyı gökyüzüne gönderirken kendi ‘dini’ olan ekonomi politiği yeryüzünün tanrısı yapar. Proletarya için bunun anlamı emeğin emek gücüne dönüşme sürecidir. Bu süreç proletarya açısında tersinden negatif olarak işler.
Marx: Sınıfın sosyal ve politik varoluşu
Marx’ın bütün çalışmalarını proletaryanın tarihsel rolünü oynaması ve bir egemen sınıf olarak örgütlenmesi üzerine katmanlı felsefi, politik, teorik külliyat olarak ele alabiliriz. Kapitalist sistemi yıkma esaslı teorik- pratik bir faaliyeti içeren Marksizm, aslında sınıfların, sınırların ve her biçimdeki sömürü, iktidar ve tahakküm ilişkisinin ortadan kaldırılmasını hedefler.
Marx, proletaryayı ekonomik, sosyolojik ve politik düzeyler üzerinden tanımlar. Ekonomik düzey sınıfın üretim sürecindeki nesnel varlığıyla ilgili düzeyi ifade eder. Ve sınıfın bu konumunu kendinde sınıf olarak kavramlaştırır. Sosyolojik düzey belirli bir sınıfın üyeleri arasında gelişkin ilişki biçimlerini anlatan düzeydir. Politik düzey proletaryanın kendi sınıfsal çıkarları ve hedeflerinin farkında olması ve bunları gerçekleştirmek için kolektif davranabilmesi ve kolektif bir politik faaliyetin içinde olmasını anlatır.
Burada altı çizilmesi gereken nokta politik düzey ya da sınıfın politik varoluşu, inşa olan, “oluşan” bir şeydir. Sınıfın devrimcileşmesini ifade eder. Bu nokta proletaryanın kendi elleriyle yeni ve bambaşka bir dünya/hayat kurabilme kudretini ortaya çıkarır.
Lenin: Öncü parti, bütünlükçü bilinç
Marx’ın altını çizdiği sınıfın politik varoluşunun stratejik önemini çok erken dönemde kavrayan Lenin, yine Marx’ın yöntemini izleyerek sınıfın karşı hegemonya kurması için son derece yaşamsal iki nokta üzerinde (teorik olarak) yoğunlaşır: Birincisi devrimci partinin inşası, ikincisi sınıfın politik bilincinin “oluşması”… Bu iki olgu Rusya’da devrimci pratiğin seyrini etkileyecek, Bolşevizm diye tanımlanan devrimci Marksist akımın doğuşunu ve karakterini belirleyecek ve bu akımın sınıfla kurduğu ontolojik ilişkiyi izah edecektir.
Gramsci bu durumu devrimci parti üzerinden mükemmel bir şekilde izah eder: “Lenin’in stratejisinin ve siyasal Marksizmin özünü; kolektif eylemin örgütlü ifadesi olarak devrimci parti oluşturur” der.
Devrimci öncü/parti sınıflar mücadelesinden ve işçi sınıfından, deneyimlerinden öğrenir ve sınıfa bu birikimi aktarır. Devrimci öncü liderliğini sınıf savaşımının içinde sürekli yeniden kazanarak elde eder. Bunları gerçekleştirememesi yapının bir sekte dönüşmesini yol açar.
Dışardan bilinç tartışması ise Lenin’in devrimci partiye bakışıyla anlaşılabilecek bir kavramlaştırmadır. Ve Marx’ın sınıfın politik varlığının oluşması tartışmasının aktüel bir izahıdır. Lenin ‘Ne Yapmalı?’da konuyu irdeler. Aslında kitap devrimin güncelliğinin aramasını ifade eden teorik bir metindir. Çalışmada Lenin, sınıfın ekonomik mücadeleyle sınırlı bilincinin, sınıfın kendinde sınıf özelliğine tekabül ettiğini, sınıfın sermaye ve kapitalist devlete karşı bütünlükçü bir bilinç sahibi olması gerektiğini vurgular. Bu yıkma esaslı bilincinde kolektif eylemin örgütlü ifadesi olarak devrimci parti aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini ifade eder.
Sınıf bilinçli ya da politik bilinçli işçi militanlarını, proletaryanın dev dalgasının öncüleri, dalganın yükselen eşiği olarak görebiliriz. Onları, dingin zamanlar dahil sınıfının/denizin içinde varolan ve farklı etkenlerle (dip akıntılarının ve rüzgarların denizin yüzeyindeki enerjiyle birleşerek bir itki oluşturmasıyla) dalganın ortaya çıkmasıyla onun en yüksek yeri ve en ileri atılan kesimi olarak hareket edip, dalgayı yönlendiren, şiddetini artıran sınıfın öncüleri olarak kabul edebiliriz.
Lukacs: Şeyleşme ve sınıf bilinci
Lukacs Marx öncesi felsefi/idealist akımlar üzerine yoğunlaşan, bir manada akıllı metafizikle ciddi tartışmalar yürüten ve kendi felsefi sistematiğini bu zenginlikle derinleştiren Marksist bir filozof ve devrimcidir. Lukacs’ın 1919 Macar Komünü’nde aktif rol oynadığı genellikle unutulan bir yönüdür.
Yabancılaşma teorisi ve özellikle bu teorinin bir parametresi olarak meta fetişizmi Lukacs’ın spesifik olarak yoğunlaştığı konudur. Lukacs emeğin yabancılaşma sürecini aynı zamanda bir nesneleşme süreci olarak ele alır. Bir manada yabancılaşma nesneleşmeyle özdeştir.
Lukacs meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramından hareket ederek farklı kavramlaştırmalara varır. Marx’ta yabancılaşma biçimlerinden biri olan insanın insana yabancılaşması ya da yabancılaşmanın insan ilişkilerine yansımasını tanımlamak için şeyleşme kavramını kullanır. Fetişizm kavramına ise özel bir mana vererek insanların metalarla, şeylerle kurduğu ilişkileri tanımlamak ve analiz etmek için devreye sokar.
Kapitalizm genelleşmiş meta üretimidir ve her şeyi metalaştırarak kendini yeniden üreten bir sistemdir. Kapitalizm ontolojisini emeğin emek gücüne dönüşmesi ya da metalaştırılması üzerinden kurar. Aynı süreç emeğin yabancılaşma süreci olarak yaşanır. Lukacs’ın şeyleşme üzerinden tanımladığı bu süreç yine Lukacs’a göre öznel ve nesnel şeyleşme üzerinden şekillenir. Emeğin emek gücü olması ve piyasada meta üretim döngüsünün parçası haline gelmesini başka bir ifadeyle kapitalist piyasanın yasalarını nesnel anlamda şeyleşme olarak tanımlayan Lukacs, öte yandan işçinin kendi yarattığı üründen kopmasına ve o ürüne yabancılaşmasına ise öznel anlamda şeyleşme olarak tanımlar. Aslında Lukacs yabancılaşmanın arkeolojisini yaparak yeni kavramlaştırmalarla bu olgunun sınıf açısından çok boyutlu yıkıcı sonuçlarını göstermeye çalışır.
Lukacs Marx’ın özne tanımlaması üzerinde yoğunlaşır. Lukacs’a göre kapitalist formasyon ya da kapitalizmin ontolojisi yıkıcı bir özne ortaya çıkarmış ve bu özne bu ontolojiyi yani nesnel dünyayı kendi bilinçli eylemiyle yıkacak bir güç olarak şekillenmiştir. Proletarya kendi kurtuluşuyla insanlığın kurtuluşunu kendinde birleştiren bir devrimci öznedir.
Şeyleşmenin en yıkıcı etkisinin toplumsal bilinçte ya da insan düşüncesinde yarattığı etki olduğunu belirten Lukacs, bir nevi bilinçte bölünme ve parçalanma yaşandığını belirtir. Proletaryanın sınıf bilincinin aşındığını, bütünsel bakışı yitirdiğini ve bir anlamda teori ve pratik bağını kuramadığını ifade eder.
Bu durumdan ancak proletarya tarih ve bilginin hem öznesi hem de nesnesi olarak kendini kurtarabilir. Devrimci özne olarak proletarya kendisini bir tarihin ürünü olarak algılamalı, tarihi ve tarihin hareketini kendi eylemi olarak görmelidir. Lukacs, Marksist diyalektiğin bütünlük eksenli kurulduğunu, bütünlüğün bakış açısını kazandırdığını vurgulayacaktır.
Kısaca Lukacs, sınıf bilinci ve proletaryanın kurtuluşu arasında bağ kurar. Ancak bu bağ kurularak başka bir manada praksisle, şeyleşmenin aşılması yani kapitalizmden kopuşun gerçekleşebileceğini söyler.