Her şey 1995 yılında, o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın Sultanahmet parkının içindeki küçük bir bölüme İsa Yusuf Alptekin’in adını vermesiyle başladı. Parkın açılışında yaptığı konuşmada Erdoğan, “Doğu Türkistan sadece Türklerin anavatanı değildir, aynı zamanda Türk tarihi, Türk uygarlığı ve kültürünün beşiğidir. Bu gerçeği unutmak, tarihimizin, uygarlığımızın ve kültürümüzün reddidir. Doğu Türkistan’ın şehitleri bizim şehitlerimizdir” dedi.
Uygur adıyla bilinen bu insanlar Çin’in uzak batısındaki Sincan (Xinjiang) eyaletinde yaşıyorlar. Çin vatandaşlığına sahip etnik bir azınlık. 2009 yılında ölümlere neden olan şiddet olayları başladı bölgede. Oysa Çinli yetkililer henüz 2002 yılında, yabancı güçler tarafından desteklenen, El-Kaide şemsiyesi altında faaliyet gösteren ve Çin’de terörist saldırılar gerçekleştiren radikal İslamcı terörist bir grubun varlığını açıklamışlardı.
Bu teröristler kimlerdi? Suriye’nin İdlib vilayetinde operasyonları için bir karargah kurmayı nasıl başardılar?
Terörün ‘İpek Yolu’
Doğu Türkistan İslami Hareketi (DTİH), “Ketibet Türkistani” olarak da bilinen Türkistan İslam Partisi (TİP) adı altında faaliyet gösteriyor. Usama bin Ladin 1999 yılında Afganistan’da yapılan bir toplantıda bu grubu desteklediğini açıkladı; grubun üyeleri Pakistan ve Afganistan’da Taliban ve El-Kaide ile birlikte eğitim aldı. DTİH, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından “yabancı terör örgütü” kategorisine alındı. 29 Temmuz 2016’da DTİH, El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin resmi fraksiyonu olarak kabul edildi.
Türkiye, 7 yıl önce ülkenin güneyinde kendi girişimiyle savaşçı orduların kurulmasına olanak sağlamakla kalmadı, Erdoğan 2011’den başlayarak Suriye’ye karşı gerçekleştirilen terör saldırıları sırasında ABD’nin yürüttüğü gizli operasyonlara da her türlü desteği verdi. Türkiye, nihai varış noktası Suriye olan tüm uluslararası teröristlerin geçiş noktası haline geldi. Yakınlarda ortaya çıkan rezalet, Türkiye üzerinden Suriye içine ve dışına yönelik faaliyette bulunan örgütlü kaçakçılık çetelerinin ne derece gelişmiş yöntemler kullandığını ortaya serdi, Türk Hava Yolları uçakları ve havaalanları ağzına kadar cihada giden yolcularla doldu. Türk işletmeleri, her şey üzerinden, taksi paraları, otel ücretleri, yemek ve Suriye savaşının bir yan ürünü olan, katledilen zoraki bağışçıların oluşturduğu organ ticaretine varıncaya kadar, büyük ve hızlı kârlar elde ettiler.
Türk yetkililer tarafından geliştirilen yeni bir planla, çok sayıda Uygur için Türk pasaportları düzenlendi. Bu pasaportlar sayesinde Uygurlar, Çin’den varış noktası İstanbul olan uluslararası uçuşlarla ayrılabildiler. Yolculuk sırasında özellikle Endonezya ve başka uğraklarda bu yolcuların bazıları sorgulama için alıkonuldular. Yerel yetkililer Çinli gibi görünen bu insanların Türk pasaportu taşımalarından şüphelenmişlerdi. Ancak sorulduğunda hepsi, Asya’yı gezen Türk seyyahlar olduklarını iddia ettiler. Endonezyalı görevliler Türk Büyükelçiliği’ni çağırdıklarında, elçilik görevlileri Endonezyalıları şaşırtarak, bu insanların Türk, pasaportlarının da gerçek olduğunu onayladı. Oysa (İstanbul) havalimanında görevli pasaport memurları bu özel pasaportları teşhis etmek ve el koymak için eğitim görmüşlerdi. Böylece Uygurlar, Türkiye’ye girdikleri anda, sonu İdlib’de, dolaylı olarak Türk hükümetinin kontrolünde cihat için savaşmaya varacak bir tuzağa düşmüş oluyorlardı.
Türkiye’nin ‘2. İslam Devleti’
Olayların gelişimi Erdoğan’ın planının, Çin’den taşıdığı Uygur cihatçılarla İdlib’in demografik yapısını değiştirmek olduğunu açığa çıkarıyor. Uygurlar, Suriyeli yerleşiklere ve çiftçilere saldırdılar, mülklerini yeni gelenlere terk etmek zorunda bıraktılar. Belli ki Erdoğan’ın, Türkiye tarafından ilhak edilmiş yeni bir Türki sömürge hayali vardı.
Erdoğan’ın yıllardır İdlib’de olan paralı Uygur ordusuyla ilgili çok şey yazıldı. Uygurluların zihniyeti, IŞİD ve El-Kaide’ye bağlı silah arkadaşları arasındaki yaygın kalıp yargıdan farklıdır. Uygurlular geleneksel aile düzenlerinde yaşamak konusunda ısrarcıdır. Suriye’yi tek başlarına işgal etmediler; eşleri, çocukları ve ebeveynleriyle birlikte geldiler. İdlib kırsalında birden çok nesil içeren çok sayıda Uygur aile yıllardır yasadışı bir durumda yaşamaktadır. Çocukları için, modern Türkçe’nin kökeni sayılan Türki dilde eğitim veren okullar açtılar. Suriyeli aileleri sokağa atarak evlerini ve çiftliklerini işgal ettiler.
Zenbaki köyü
Zenbaki, hemen İdlib’in dışında, Cisr eş-Şuğur’un yanında küçük bir köydür. 2004 yılı sayımına göre bu küçük köyde 752 kişi yaşamaktadır. Oysa bugün bu köyde 3500 TİP militanı Uygur aileleriyle birlikte yaşamaktadır. Köyde bulunan askeri kamp bu ailelerin yüzlerce çocuğunu cihat için eğitmektedir. TİP sadece Uygur çocuklarını değil, Suriyeli çocukları da “küçük cihatçılar” olarak eğitmektedir. Artık Zenbaki Suriye’den çok Çin’e benziyor. Ketibet el-Guraba ya da Ketibet el-Guraba el-Türkistan (KGT) Temmuz 2017 yılında silahlı çatışma, silah eğitimi ve çocuklar için eğitim kampı videoları Youtube’a yüklendiğinde açığa çıktı. Maalesef, Özbek ve Uygurların da dahil olduğu çok sayıda yabancı grubun bir sonraki nesli cihada hazırlamak için çocuklara eğitim verdiğine dair Suriye’den gelen sayısız rapor var:
Sayıları 5 bini aştı
Suriye’nin Pekin Büykelçisi İmad Mustafa, Mayıs 2017 tarihinde Suriye’de silahlı cihatçıların yanında savaşan Uygur etnik kökenli Çinli sayısının 5 bine ulaştığını açıkladı. Suriye haberlerini gerçek saha kaynaklarından takip eden herkes, Uygur savaşçılarının Suriye’de savaşan grupların içinde en vahşi gruplardan biri olduğunu bilir. Sadece Nusra ile birlikte hareket etmesi bile savaş alanındaki en korkutucu gruplardan biri olduğunu kanıtlamaya yeterli. Kalb Loze’de 10 Haziran 2015’te gerçekleştirilen katliama Uygurlar da silah arkadaşlarıyla elbirliğiyle sivilleri katlederek katıldı. İdlib bölgesinin kiliseleri ve Hristiyan cemaatlerine acınmadı. Hristiyanlar bu bölgede azınlıktılar, Uygurlar ve yandaşları bu azınlığın mallarını yağmaladılar. Onları mülklerinden zorla çıkardılar, kiliseleri tahrip ettiler. Rahipler kaçırıldı, kafaları kesildi…
Yeni alan Avrasya
İdlip hikayesinin diğer yüzü ana akım medyada hiçbir zaman yer almadı. 2013’ten beri süren terörist işgalin rehin tuttuğu, saldırılara karşı kalkan olarak kullandığı milyonlarca sivilin, nihai savaşta İdlib’i “savunmak” için silah zoruyla, ölüm tehdidiyle kalmaya zorlanan Suriyeli erkeklerin hikayesi hiçbir zaman dile getirilmedi. Ya teröristler ve yabancı silahlı adamların köle haline getirdikleri Suriyeli kadınların hikayesi? Ya eğitim hakları engellenen ve cihatçılara kulluk etmeye zorlanan çocuklar? Bu hikayelerin hepsi eninde sonunda bunları yaşamış ve sağ kalmayı başarmış insanlar tarafından dillendirilecek. Öyle ya da böyle, kendilerini İdlib’deki El-Kaide’nin halkla ilişkiler bülteni haline getirmiş CNN ve benzerlerinin tüm karşı propaganda çabasına rağmen, İdlib’in dile getirilmemiş hikayeleri aydınlığa çıkacak.
Tüm bunlar, Uygurların Çin’le eli kulağında olan karşılaşmasının öncesinde, Arapların, Müslümanların ve Batı kamuoyunun desteğini toparlamakla ilgili. Bu kez savaş alanı Avrasya olacak ve bu çabanın nedeni de “Kuşak ve Yol” (Belt and Road) projesini aksatmak. Batılılar kendilerine, teröristlerle yan yana, hatta Suriye’de olduğu gibi iç içe yaşamak ister miyim diye sormak zorundalar. Ancak konu Suriye ve Çin halklarını terörize etmeye gelince en azından ana akım politika açısından hiçbir sakınca olmadığı aşikâr. Bu ters yüz edilmiş gerçeklikte, ana akım medyanın devri daiminde, teröristler mazlum, mazlumlar teröristtir.
*[21st Century Wire’da 26 Eylül’de yayımlanan İngilizce orijinalinden Murat Karadeniz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir. Yazı kısaltılarak alınmıştır]