Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş’in Ankara’nın göbeğinde güpegündüz öldürülmesi ve etrafındaki gelişmeler çok şeye gebe. En sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyelim. Bu cinayet, bir nevi mafya-siyaset-devlet ağlarını deşifre eden Susurluk kazasını hatırlatıyor. Cinayet, her türlü örtülü ilişkileri açığa çıkarma potansiyeli taşıması itibariyle de üzerinde durmayı fazlasıyla hak ediyor. Sinan Ateş cinayetinin ortaya çıkardığı fotoğrafı, iki kutuplu dünya koşullarında Batı’nın ileri karakolu olarak sosyalizm tehdidine karşı oluşturulan Gladio örgütlenmesinin günümüzde aldığı hal olarak da değerlendirebiliriz. Sovyetlerin dağılmasından sonra birçok ülkedeki Gladio yapılanmaları bir bir tasfiye edildi. Türkiye ise Kürt hareketinin yükselişi ve devrimci örgütlerin varlığı başta olmak üzere kimi özgün durumlar, bu özel harp örgütlenmesini yeni güç ilişkileri ve faaliyet alanlarıyla bugüne kadar taşıdı.
Batı kapitalizmine bağlı genel Gladio örgütlenmesinden doksanlı yılların kirli savaş dönemindeki özerkleşen Gladiosuna ve günümüzde iktidar etrafında kümelenmiş özel Gladio’ya kadar bu yapılar varlığını sürdüregeldi. Günün sonunda bu tarihsel özel savaş birikimini, devletin milli menfaatleri görünümü altında kendi iktidarının bekası için özelleştiren bir rejimle karşı karşıyayız. Peker’in ifşaatları, FETÖ Borsası, SADAT gibi başlıklar ise bu özel savaş rejiminin, paramiliter örgütlenme, gasp, mala çökme gibi karakteristik özelliklerini belirgin kılıyor. Yanısıra içerde muhalefete dönük zor yoluyla sindirme ve sınırlarının dışına savaş-savaşçı ihraç etme, bu yeni dönem özel savaş örgütlenmesinin öncelikli görevleri olarak da öne çıkıyor. Öyle ki hiçbir dönem görülmediği kadar iktidar ve bakanlarının yine iktidara yakın medya ve yargı mensuplarının suç örgütü liderleriyle, çete-mafya üyeleriyle ilişkileri orta yere saçılıyor. Adeta görünenler, görünmeyen derin ve kirli ilişkilerin, suç ortaklıklarının kapasitesini ele veriyor.
Sinan Ateş cinayetini de bu bakış açısıyla ele almak elbette kaçınılmaz. Cinayetin üzerinden günler geçmesine rağmen iktidar ortaklarının, ilgili bakanlıkların, emniyetin ve ülkü ocaklarının mutlak sessizliğe gömülmesini başka nasıl açıklayacağız? En küçük bir gelişmede kıyamet koparanların, “dava arkadaşları” için intikam yemini edenlerin bu suskunlukları olsa olsa Susurluk kazası gibi bütün kirli ilişkileri açığa çıkarma potansiyeli taşımasındandır. Mersin limanı etrafında döndüğü iddia edilen uyuşturucu trafiğinden mi tutalım? Türkmen Dağı’nda, Halep’te, Libya’da savaşan ve hayatını kaybeden ülkü ocakları başkanlarından, üyelerinden mi bahsedelim? Cinayette motosikleti kullandığı iddia edilen ve gözaltına alınan şahsın, Maltepe Gülsuyu’nda sosyalist Hasan Ferit Gedik cinayetinden kesinleşmiş 35 yıl 4 aylık cezasından dolayı yaklaşık beş yıldır “arandığını” mı söyleyelim?
Daha da çoğaltabiliriz bu soruları. Hangi soru etrafında dolanırsak dolanalım ortaya çıkan yalın gerçek, “Vatan-Millet-Sakarya” üçlemesiyle harcanan hayatlar ve kocaman bir suç imparatorluğu. Anti komünizmle temelleri atılan bu özel harp örgütlenmesi, günün sonunda anti toplum haline gelen bir devlet-iktidar gerçeğine dönüştü. Toplum karşıtlığı temelinde kendisini örgütleyen bu yapılanma, ekonomik-siyasal saltanatını bu karakterine borçludur. Kendi ağacının kurdu olarak da değerlendirebileceğimiz bu karanlık yapılanma, sadece denetimi altına aldığı medyayı, siyaseti, bürokrasiyi, yargıyı değil; toplumsal ilişkilerin ve hayatın bir bütününü de kirleten bir ‘ur’a dönüştü. Son günlerde sıkça rastlanılan akran zorbalığı, cemaatlerdeki-tarikatlardaki taciz-tecavüzler, her köşe başında türeyen çeteler, topluma salınan bu kirli egemenlik ilişkilerinin sonucu olarak görülmelidir. Gelinen aşamada iktidar ilişkileri etrafında saf tutmuş bu kirli ilişkileri, toplumsal çürümenin de faili olarak değerlendirebiliriz.
Kendi egemenlik alanını ayakta tutma adına yapılan bu örtülü faaliyetler, devletin kendisini de hükümetleri de yasanın dışına çıkardı. Bu örtülü yasa dışılık rejimi, günümüz iktidarı açısından devralındı, kendisine bağlandı; daha aleni ve daha özel kılındı. Mafyalaşan devlet mi, mafyalaşan iktidar mı dersiniz; ne dersek diyelim bu özelleşmiş kayıt dışı suç örgütlenmesinin geldiği tehlike düzeyini de görmek zorundayız artık. Hem devlet içindeki güç çatışmalarının geldiği düzey hem de topluma salınım kapasitesi bağlamında bu gerçekle yüzleşmeliyiz. Öyle ki bu suç yapılanması, her dönem kendini aklayacak alanlar bulmakta da oldukça mahir. Bir örnekle açıklamaya çalışalım; Sinan Ateş cinayeti kapsamında tekrardan gündeme gelen Maltepe Gülsuyu’ndaki çete üyeleri, Hasan Ferit Gedik’in öldürülmesinden dolayı cezaevinde tutuldukları dönemde Erdoğan’a bir mektup gönderiyorlar. Bu mektupta şu ifadelere yer veriyorlar: “Bizler… Gülsuyu olayları davasında 40’a yakın DHKP-C, PKK, MLKP, KCK militanını yaralamaktan yargılanan insanlarız… Sizin de cezaevlerinde emirlerinizi bekleyen ak değil ama kara da olmayan, şehadet şerbetine susamış, bir emriniz ile Afrin’de ve tüm hain yuvalarında savaşmaya hazır olan neferlerinizin olduğunu bilmenizi isteriz. Bir emrinizi bekliyoruz… Saygılarımızla.” Bu mektup Ocak 2018’de gönderiliyor ve mektubun sahiplerinin yargılandığı dosyanın karar duruşması Şubat 2018. Peki bu “saygı” dolu ifadelerle hangi mesajlar verilmek isteniyor? Mesaj nettir: Kara’yız, Afrin’de Kürtlere karşı savaşarak ak’lanmak istiyoruz. Günün tablosunun özeti de burada yatıyor. Kürt mahallesinde yıllarca “terörle mücadele” adı altında uygulanan konsept, günümüzde uyuşturucu-silah ticareti, faili meçhul gibi bütün suçları affettiren öğrenilmiş bir rantçılığa dönüştü.
Hasılı, Sinan Ateş cinayeti etrafında ortalığa saçılanlar, bir kez daha çetelerin-mafyaların Türkçü ve Siyasal İslamcı politikaların hedefinde olanlara namluyu doğrultarak günah çıkarttıkları yüz yıllık bir devlet geleneğini hatırlattı. Bu geleneğin zirve hali olan mevcut rejimi de bu yönüyle mafya-çete rejimi olarak tanımlamak zor olmasa gerek. Öyle bir rejim ki yozlaşma ve içerdeki güç savaşlarının geldiği düzey olarak da müstesna bir yerde duruyor. Gelinen aşamada bu müstesna rejimdeki özel savaş oluşumları, “cephe gerisinden” çıkıp siyasal alan zeminine tüm açıklığı ve ağırlığıyla oturmuştur. Bu karakterini hesaba katarak düşünecek olursak, seçimler öncesi rejimin bir korku iklimi yaratacağına dair okumaları yabana atmamak gerekir. Hele hele Sinan Ateş cinayetini ve etrafındaki gelişmeleri bu bağlamda ele almak önemlidir. Düşünsenize, yıllarca bir devrimcinin öldürülmesi olayında kesinleşmiş hapis cezası alan ve “aranan” ama bir türlü “bulunamayan” suç örgütü üyesi, son cinayet kapsamında gözaltında. Ortaya çıkan bu tablo, bütün toplumsal, siyasal muhalefete yönelik tehdidin kapsamını ya da hazırlık düzeyini de göstermektedir. O nedenle tüm bu karanlık senaryoları deşifre etmek, korkusuzca bu tezgâhın üzerine gitmek ve boşa çıkarmak muhalefetin öncelikli görevidir. Belki de sandık güvenliğinden önce sandık öncesi sürecin güvenliğine daha fazla kafa yormak gerektiği günlerden geçiyoruz. Yeni yılda toplumun, medyanın, siyasetin ve yargının bütün bu karanlık yapılardan ve kirli ilişkilerden kurtulması dileğiyle…