Esad’ın düştüğü haberleri sonrasında Kuzey Suriye’deki Qamişlo şehrinden çok sayıda resim ve video içeren mesaj aldım. Hafız Esad’ın devasa heykelini deviren dans eden ve şarkı söyleyen insanları gösteriyorlardı
Suriye diktatörlüğü, Esad ailesinin 50 yılı aşkın süren acımasız baskısının ardından 8 Aralık’ta sona erdi. Beşar Esad, kendisine “insani gerekçelerle” sığınma hakkı tanıyan Rusya’ya kaçtı. Kendisi ise varil bombaları ve kimyasal silahların kullanımı, etnik temizlik, sistematik işkence ve devlet cinayeti gibi çok sayıda suçtan sorumludur.
Suriye’de, ülkenin Kürt nüfusun yoğun olduğu kuzeydoğusu da dahil olmak üzere birçok kişi diktatörün devrilmesini kutladı. Ancak oradaki savaş, Türkiye destekli İslamcıların Rojava olarak da bilinen Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne saldırmasıyla devam ediyor. Onbinlerce insan kaçıyor ve insani bir felaket yaklaşıyor.
Özerk Yönetim bölgesinde yaşayan halk, on yıldan fazla bir süredir Suriye devletinden bağımsız olarak örgütleniyor. Ülkenin Kürtlerin egemen olduğu bölgeleri, 2012’de iç savaş sırasında rejimden bağımsızlıklarını ilan etti ve 2014’te Cizîr, Kobanê ve Efrîn’in ilk üç kantonunu ilan etti. Rojava, DAİŞ’e karşı mücadele ve tabandan demokratik yapıların kurulması için küresel bir sembol haline geldi. Esad’ın düşüşüne kadar, bu özyönetim genişledi ve sonunda ülkenin yaklaşık üçte birini kapsadı. Araplar, Kürtler, Êzidiler ve Hristiyanlar da dahil olmak üzere tahmini 4 milyon insana ev sahipliği yapıyordu. Tüm bölge, nüfusun yerel siyasete doğrudan katılabildiği konseyler ve komiteler tarafından yönetiliyor.
Türkiye’nin çıkarları
Rojava, Türkiye tarafından desteklenen İslamcı Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) saldırılarından kaynaklanan varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya. Ankara, Suriye devletinin çöküşünü, yıllardır Kuzey ve Doğu Suriye’de peşinde olduğu hedeflere ulaşmak için kullanıyor. Türk hükümeti, Rojava’yı ülkede yasaklı olan PKK’nin bir uzantısından sadece biraz daha fazlası olarak görüyor. Bu nedenle, son yıllarda AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’nin güney sınırında, 30 kilometre genişliğinde bir güvenlik tamponu kurma niyetini defalarca duyurdu; bu, Özerk Yönetimi’nin de sonu anlamına gelecek. Mevcut gelişmeler, onun artık bu planı gerçekleştirmek istediğini gösteriyor.
Türkiye’nin uluslararası hukuku ihlal ederek Kuzey Suriye’ye yönelik bitmek bilmeyen işgallerinin ardından – 2018’de Efrîn ve 2019’da büyük bir bölümünü işgal ettiği Tel Abyad ve Serekaniye gibi – SMO milisleri yakın zamanda Halep’in kuzeyindeki Til Rifat şehrini ele geçirdi ve haftanın başından beri Fırat’ın batısındaki Minbic şehrine doğru ilerliyor. Arapların çoğunlukta olduğu her iki bölge de DAİŞ’ten kurtarıldığından beri özyönetim biçimiyle kendi kendini yönetmekteydi. Birkaç gün süren kanlı çatışmaların ardından SMO, 10 Aralık 2024 sabahı Minbic’i ele geçirdi.
‘’Tıpkı 2015 yılında tüm dünyanın Kobanê için korktuğu gibi, Suriye’nin geleceği bir kez daha Kobanê’de belirlenebilir.’’
Bununla birlikte, çatışmalar hala doğuya doğru devam ediyor ve şu anda Fırat üzerindeki Qereqozax Köprüsü’nde yoğunlaşıyor. Aynı zamanda Türkiye, hava saldırılarıyla Kuzey ve Doğu Suriye’nin Kobanê kentine saldırıyor. Köprünün bulunduğu Kobanê sadece 30 kilometre uzaklıkta.
Kobanê şehri, Kürt savunma birliklerinin ABD öncülüğündeki uluslararası DAİŞ karşıtı koalisyonun desteğiyle radikal İslamcıları ilk kez geri püskürtmeyi başarmasının ardından 2015 yılında DAİŞ’e karşı mücadelenin sembolü haline geldi. Şimdi şehir yenilenen bir İslamcı kuşatma tehdidi altında. “Suriye’nin iç savaşın en kanlı günlerine geri dönmesi engellenmeli. Ancak Türkiye tırmanışını durdurursa savaşın bitmesine yönelik barışçıl bir çözümün ortaya konması için tarihi fırsatı değerlendirebiliriz” diye açıkladı Almanya’daki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi temsilcisi Xalid Derwiş. Xalid Derwiş, “Tıpkı tüm dünyanın 2015’te Kobanê için korktuğu gibi, Suriye’nin geleceği şimdi bir kez daha Kobanê’de belirlenebilir” diye belirtti.
Kaçış ve sürgün
Şimdiye kadarki süreçte, siyasi bir çözüme dair çok az işaret var ancak özyönetim ve DSG, Esad’ın düşüşünden bu yana defalarca bir çözüm çağrısında bulundu. Öte yandan, SMO’nun saldırılarının insani sonuçları yıkıcı. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Minbic savaşlarının ardından işgalci birlikler tarafından ciddi insan hakları ihlalleri yapıldığını bildiriyor. SMO militanlarının hastanede yaralı DSG savaşçılarını infaz ettiği söyleniyor. Çok etnikli şehirde Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yağmalama yapıldığı da söyleniyor.
Ayrıca, birçok insan İslamcıların işgal ettiği bölgelerden kaçmak zorunda kaldı. Yardım kuruluşları Medico İnternational ve Kürt Kızılayı’na (Heyva Sor a Kurd) göre, Halep ve Til Rifat çevresindeki bölgeden 120.000’den fazla insan yerinden edildi. Kürt kantonu Efrîn’den kaçanlar 2018’den beri gayrı resmi yerleşim yerlerinde ve mülteci kamplarında yaşıyorlardı. Şimdi ise onlarca işkence ve cinayet raporundan sonra tekrar kaçmak ve göç etmek zorundalar.
Bu arada, insanlar Fırat’ın doğusundaki Özerk Yönetim bölgesine ulaştılar ve ilk kabul merkezleri Tabka ve Rakka şehirlerinde kuruldu. Ancak koşullar feci ve yaşamsal olan her şey eksik: ilaç, yiyecek, çadır… Bazı çocuklar hipotermiden öldü. Hijyenik koşullar kötü ve hastalıklar yayılıyor.
Uluslararası kamuoyu ne yapabilir?
Tekrarlanan sınır dışı etmeler, etnik ve dini azınlıkların, Suriye savaşında jeopolitik çıkarların hedefi haline geldiğini gösteriyor. Uluslararası toplum şimdiye kadar kuzey Suriye’deki şiddetin tırmanışını büyük ölçüde görmezden geldi. Türkiye’nin NATO üyeliği ve özellikle AB’nin Ankara ile yaptığı “mülteci anlaşması”, Türk saldırılarını açıkça kınamayı zorlaştırıyor. Dahası, Batılı ülkelerin Ukrayna’daki savaşa odaklanması, Suriye’deki insani felaketin çok az ilgi görmesi anlamına geliyor.
“Özyönetimin başarıları, jeopolitik güç oyunları ve bölgesel çıkarlar ortasında yok olma riskiyle karşı karşıya.’’
Şimdi Rojava’da net sinyaller görmenin zamanı. Rojava’daki ve Suriye’nin diğer bölgelerindeki yerinden edilmiş insanlara temel insanı ihtiyaçları için tedarik sağlamak bir öncelik olmalı. Buna yiyecek, çadır ve ilaç sağlanmasının yanında güvenli kaçış koridorlarının oluşturulması da dahildir.
Özerk Yönetim, bölgede istikrar sağlayıcı bir faktör olabileceğini kanıtladı. Onu siyasi bir aktör olarak tanımak, yalnızca konumunu güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’ye yöneltilecek “Saldırıyı sona erdirme baskısını’’ da artıracaktır. Özerk Yönetim’in BM aracılığıyla ateşkes çağrısı da bu nedenle desteklenmelidir, çünkü Suriye’de sürdürülebilir, barışçıl bir düzen için yol ancak kapsamlı bir diyalogla belirlenebilir. Bu aynı zamanda uluslararası toplumun Türkiye’yi uluslararası hukuku tekrar tekrar ihlal etmesinden ve Ankara’nın bilgisi ve onayıyla SMO milisleri tarafından işlenen savaş suçlarından sorumlu tutması anlamına gelecektir.
Esad’ın sonu, Rojava’nın geleceğinin tehlikede olduğu anlamına gelir. Özerk Yönetimi’nin başarıları, jeopolitik güç oyunları ve bölgesel çıkarlar ortasında yok olma riskiyle karşı karşıyadır. Uluslararası kamuoyu tarafından kararlı bir eylemde bulunulmaması durumunda, Suriye’deki insani felaket tırmanmaya devam edecektir. Rojava mücadelesi yalnızca bireysel alanların toprak kontrolü için değil, aynı zamanda Suriye ve Ortadoğu’nun tamamında özgürlüğün, eşitliğin ve kendi kaderini tayin hakkının geleceği için de bir mücadeledir.
Kaynak: Rosalux International (https://www.rosalux.de/en/news/id/52871/rojava-is-under-fire)
Yazar: Christopher Wimmer (Sosyolog)