akp iktidarı, özellikle ikinci döneminden itibaren bir darbe hükümeti gibi hareket etti. yargıyı, eğitim sistemini, orduyu, dış siyaseti, ancak demokratik ya da parlamenter mekanizmalar içinde hesap vermeyecek bir iktidarın yapabileceği kadar radikal biçimde değiştirdi. suriye iç savaşını fırsat bilerek sınır hattında toprak işgali, esad yönetimine muhalif olan cihatçı güçlere dayanarak buraları “kontrol etme”, bütün bunları da iç kamuoyuna “terörle mücadele” olarak yutturmaya çalışma bu değişiklikle mümkün oldu. propagandasını dayandırdığı osmanlı hayalleri de herhangi bir yerin işgalini olağan hatta gerekli sayıyor.
bugün yaşanan krizin bir ayağı bu.
diğer ayağı her savaşın sonucunda ortaya çıkan göçmen ordusunu fonlar ve başka tavizler karşılığında avrupa’dan uzak tutmaktı. işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkeye bu kadar çok sayıda göçmenin gelmesinin burjuvaziye avantaj, emekçilere sıkıntı yaratacağı açıktı. bu insanlar daha ucuza ve kayıtdışı çalışmaya hazırdı, zaman zaman onları dövüp ücretlerini ödememek bile mümkün oluyordu. bu “avantaj”ı iktidar çevreleri defalarca dile getirdi.
diğer yandan göçmenler, ab’den alınan fonlar sayesinde türkiye’nin sırtına yük falan değildi. ama hükümet bundan bahsetmekten ısrarla kaçındı. suriye’de yani bir başka egemen devletin topraklarında, ptt, kaymakamlık falan açıldığı, cihatçılara maaş ödendiği de pek konuşulmadı. yani suriye ile ilgili herhangi bir mali yükten söz edeceksek bunun türkiye’de yaşayan suriyeliler değil, suriye’de türkiye adına hareket edenler olduğundan haberdar olan türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı sınırlıdır.
diğer yandan türkler ve kürtler -muhtemelen diğer uluslar gibi- başka halkları tek bir düşünce sistemi, tek bir kişilik yapısı olarak görmeye meyyal. türkiye’nin osmanlı ile özdeşleşen kesimleri “araplar”ı geçmişte “yönettiğimiz” bir toprak parçası olarak görürken cumhuriyetle özdeşleşen laik kesimleri, tamamının şeriatçı olduğuna emin. türkiye’de, suriyelilere düşmanlık ateşi yıllardır kolaylıkla harlanan bir kazan.
ama…
önce kayseri’de, sonra antep’te yapılan saldırıları, antalya’da, 17 yaşındaki suriyeli çocuk işçi ahmet handan el naif’in bıçaklanarak öldürülmesini, iki arkadaşının ağır yaralanmasını bu düşmanlık kolaylaştırıyor çünkü onaylıyor ama özellikle toplu saldırıların örgütlü, örgütlenmiş olduğuna şüphe yok. bu işleri kimin örgütlediği de muğlak değil, bolca kurt işareti, tutuklananların arasında insan kaçakçılığı, uyuşturucu satışı, taciz gibi suçlardan sabıkalılar var!
krizler, fırsatlar
bu örgütlü saldırılar, iktidar içinde bir hesaplaşmaya dayanıyor da olabilir. ama her kriz fırsata çevrilebiliyor: suriye’de, bunların hemen ardından, türk bayraklarına, türkiye’den gide tırlara vb. saldırılar suriyelilere yönelik pogroma bağlandı, oysa birçok kaynak erdoğan’ın esad’la yakınlaşma çabalarıyla ilgili olduğunu söylüyor. çünkü o bölgede yaşayanlar, böyle bir ihtimalde ortada kalacak cihatçılar. fakat iç kamuoyunun bunları takip edecek ilgisi ve sabrı yok! suriye iç savaşına, kendi devletinin nasıl müdahil olduğunu öğrenmek bile istemiyor.
ırkçılık tespiti yeterli mi?
o arada, suudi liginde oynayan milli takım oyuncusu merih demiral’ın kurt işareti yapması üzerine yaşanan gelişmeler, tam da sinan ateş cinayetinin düğümleri çözülürken mhp’nin alameti farikası olan bu işareti ve bu hareketi türklüğün simgesi, masum bir şey olarak gösterme imkânını yaratmaz mı?
yaratır. karşısındaki güçler imkân verirse daha fazlasını da yaratır.
hayır, konunun türkiye işçi partisi’nin açıklamasında iddia edildiği gibi çocukların güvenliğiyle alakası yok. türkiye’de, maalesef her gün, türk, kürt, suriyeli çocuklar istismar ediliyor ve ensar gibi korunan kurumlar dışında bile olsa, bu vakalarda hiçbir infialle karşılaşmıyoruz. kaldı ki çocuk istismarı erkek şiddetidir ve o kapsamda ele alınması gerekir. hayır, göçmen meselesi tkp genel sekreteri kemal okuyan’ın iddia ettiği gibi bir güvenlik meselesi değil. zaten göçmenlere mal edilen uyuşturucu trafiği ve kaçakçılık da güvenlik meselesi olarak gösterilse de aslında dünya ekonomi politiğinin çarkları ve göçmenler olmadan da dönüyor. cihatçılık ise 21. yüzyılın önemli bir politik meselesi ve o da sadece güvenlikle açıklanamaz. hayır konu, sosyal medyada birbiri ardına önümüze düşen bildirilerde iddia edildiği gibi ırkçılık meselesi de değil. herkesin maddeci olması şart değil ama herhangi bir sosyal olguyu onun ortaya çıkarttığı ideolojiyle yani ırkçılıkla mücadele ederek dönüştürmek mümkün olabilir mi? hadi bu mümkün diyelim, ırkçılığa karşı mücadele, onu tespit eden, kınayan bildirilerle başarıya ulaşabilir mi?
göçmenler emeğin meselesi, emeğin meselelerinden biri. ancak emeği merkeze alan bir bakış açısıyla anlaşılabilir. ajitatif, meseleyi bir tür ahlaka indirgeyen, suçlayıcı metinlerle değil, bütün bu gerçekliği aktaran, uzun soluklu bir siyasi propagandayla anlatılabilir. bunlara niyetimiz, sabrımız var mı?
pogrom yahut protesto
diğer yandan, pogrom faili kitle çoğunlukla mülksüz, zaman zaman işsiz, geleceksiz. faşist politika, ezici çoğunluğu ve dünyayı algılayışı erkek olan bu kitlelerin tepkiselliğini pogromlara kanalize eder, ediyor. aslında hayal kırıklığı da olan o öfkeyi, dünyayı ve her birinin hayatını değiştirecek protestolara evriltmek sol siyasetin boynunun borcu.