27 Eylül’de başladığı andan itibaren sonu belli olan bir savaş, 43 gün sonra binlerce askerin ölümüyle sonuçlandı. Sabah saat 07 sularında Fe Facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin sınırları boyunca başlayan saldırının sonucunu belirleyen ise tartışmasız bir şekilde İsrail ve Türkiye yapımı silahlı insansız hava araçları oldular. Nitekim 10 Kasım’da imzalanan ve Karabağ’da ciddi bir toprak kaybını belgeleyen anlaşmadan sonra Bakü’de düzenlenen kutlamalarda İsrail, Türkiye ve Azerbaycan bayrakları bir aradaydı. Azerbaycan ordusunun milyar dolarlar ödeyerek aldığı bu silahların yanı sıra, Erdoğan hükümetinin uluslararası kamuoyunun gözleri önünde Suriye’den devşirerek Azerbaycan’a taşıdığı cihatçı paralı askerler ise ön cephede kolayca feda edilebilir piyonlar olarak kullanıldı.
Savaşı ve sonuçlarını uluslararası bir komplo olarak tanımlamak mümkün. Komplonun başlangıcında ise başta BM olmak üzere, Karabağ halkının iradesini yok sayıp meseleyi salt Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü veya sınırların değiştirilemez olması ilkesi ile değerlendiren siyasi tercihler var. Bu yaklaşım Aliyev yönetimine doğal bir meşrutiyet kazandırdı.
Azerbaycan yönetimi, Karabağ halkının 26 yıl boyunca fiilen uyguladığı devletleşme sürecini asla muhatap almadı. Bunun yerine Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal ettiği söylemini daima önceledi. Bu stratejisinde başarılı olduğunu da belirtmek gerekir. Sonuçta Moskova’da önce Rusya Federasyonu Dışişleri bakanı Lavrov’un, daha sonra ABD Dışişleri bakanı Pompeo’nun çağrılarıyla gerçekleşen ateşkes görüşmelerinde müzakereler Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri bakanlarıyla yürütüldü. En nihayet şartlar elverişli bir kıvama geldiğinde Putin de Ermenistan için ağır bir yenilgi anlamı taşıyan belgeyi imzalama işini Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan’a havale etti.
Ardından gelen günlerde bu imzanın Paşinyan’a karşı amansız bir kampanyaya dönüşmesine tanıklık etmekteyiz. 2018 Nisan ayında başlayıp Mayıs’ta iktidar değişimine yol açan ‘Kadife devrim’ ile hesaplaşmak için harika bir fırsata kavuşan eski yönetim çevreleri, yenilginin faturasını tümüyle başbakana çıkartma hevesindeler.
Karabağ’da yaşanan toprak kaybından ötürü Paşinyan’ı vatan haini ilan edip istifasını isteyenler ilginçtir, bu dayatmayı boşa çıkaracak bir söylem geliştirememekte, yenilgi sonrası kelle isteyen yeniçerilerden öteye gidememekteler. Salt bu gerçeklikten ötürü Paşinyan karşıtı hareket bu güne değin öngördüğü kitleselliği sağlayamadı.
Geniş halk kitleleri yaşanan mağlubiyetin, daha da önemlisi 3 bine yaklaşan asker kaybının ağırlığını yüreğinin derinliklerinde hissettiği halde, bu konuda Başbakan Paşinyan’ın çaresizliğini de, sorumluluğunun sınırlarını da idrak edebiliyor. İnsanlar koparılan fırtınanın, milliyetçilik çamuruyla bulandırılan suda balık avlama hevesinden kaynaklandığını farkında. Kaldı ki toprak kaybı olarak nitelendirilen alanlar esasen Karabağ Cumhuriyeti sınırlarının dışında kalan ve üzerinde hak talep edilmeyen bölgeler. Bu bölgeler Karabağ Cumhuriyetinin statüsünün belirlenmesine yönelik müzakereler kapsamında koz olarak kullanılmak üzere işgal altında tutulmaktaydı.
Bu gün esas tartışılması gereken, Levon DerBedrosyan’ın istifasına yol açan, sonrasında Robert Koçaryan, Serj Sarkisyan ve en son Nikol Paşinyan hükümetlerinin benimsediği ‘çözümsüzlük çözümdür’ ilkesinin yol açtığı sonuçtur. 1994’de Karabağ savaşı bir ateşkesle sonlandırıldığında, Levon DerBedrosyan müzakereler yoluyla bu alanların iadesini öngörmüştü. Ancak ‘savaşarak kazanılan toprakları parsel parsel satıyor’ eleştirileri karşısında istifa etmek zorunda kalmıştı. Yani bir anlamda Ermenistan siyasetini kilitleyen milliyetçi histerinin Azerbaycan’a başka bir yol bırakmadığını da söylemek mümkün.
Bugün savaş mutlak bir yenilgi ile sonuçlanmış olsa bile, halen diplomatik alanda atılacak adımlar var. En önemlisi ise, 10 Kasım anlaşmasının Karabağ’ın statüsü konusuna açıklık getirmemiş olması. Diplomasi masasının iyi değerlendirilmesi ile mevcut şartlar tersine çevrilebilir.
Kısacası hükümet devirmenin değil, akılcı stratejiler geliştirmenin önceliği ilk ve en önemli hedef olmak zorunda.