Türkiye’de, hadi kibarca söyleyelim, hiçbir otoriter rejim üniversiteye dokunmadan geçmedi.
Bunu da sözde demokratik rejime geçiş açıklamalarından sonra yaptılar çok kere.
Hadi darbeleri bir yana koyalım. Darbedir ne yapsa yeridir deyip geçelim.
Peki, sözde demokratik seçimle gelmiş iktidarların özgürlüklere peş peşe indirdikleri darbelere ne diyelim?
Üniversite temizlikleri. İşte bir üniversite resmen “başkanlık” rejimi kararnamesi ile kapatıldı.
Hemen peşinden “internet ayarı”! deklare edildi dün.
Sanki, dört nala 1950 seçimlerine doğru giden, sözde demokrasiye geçtiğini iddia eden tek parti rejimi günlerindeyiz.
Hapsedilen gazeteci Sertellerin, Aybarların, Aziz Nesinlerin, Sebahattin Alilerin yerini, Ahmet Altan başta her yaştan gazeteciler ordusu aldı. Dünya rekorlar kitabında hapisteki gazeteciler sayısında “dünya liderliğine” oynuyoruz.
İnişe geçen DP iktidarı da cezaevlerinde gazeteciler koğuşu oluşturmayı başarmıştı.
Devr-i Süleyman’da genç yaşımda yazı kuruluna girme onuruna sahip olduğum ANT dergisi yazarları hakkında istenen hapis cezaları yüzyılları bulmuştu.
İkinci Devr-i Süleyman’da ise sosyalist basına istenen hapis cezaları bin yılları bulmuştu.
Üçüncü Devr-i Süleyman’da özgür basın 72 yaşındaki Musa Anter’den 19 yaşındaki Ferhat Tepe’ye 25 mensubunu kurban vermişti.
Basın özgürlüğünü Türkiye’deki birbirini izleyen baskı rejimleri vermedi. Muhalif basın bedel ödeyerek, kopararak kendi yarattı.
Akademik özgürlük de öyle değil mi?
Türkiye’de modern üniversitenin kurulmasına, Nazi Almanya’sından kaçan Alman akademisyenler büyük katkı sundu. Bunlardan biri de, büyük hukukçu Ord. Prof. Dr. Hirsch’di. Hazırladığı yeni üniversite kanununda üniversite özerkliğinin temellerini attı. Rejim de herhalde “her şey kontrol altında nasıl olsa” deyip imzayı bastı.
Ama Nazi Almanyası’nın çöküşünden sonra, ters yönde gelişmelerin yaşandığı ülkelerden biri de maalesef Türkiye oldu. Salazar Portekizi, Franco İspanyası gibi Türkiye’deki rejim de ayakta kaldı, yeni dünya düzeninin dengelerine oynayarak. Ama Salazar ile Franco daha dürüsttü yine de. Hiç olmazsa demokrasiye geçildiği iddiasında bulunmadılar.
İlk üniversite tasfiyesi, sözde çok partiye geçildiği dönemde 1947 yılında Ankara Üniversitesi’nde yaşandı. Boratavlar, Boranlar, Muzaffer Şeriflerin tasfiyesine, üniversite özerkliğine sahip çıkan Ankara Üniversitesi rektörü direndi.
O zamanın ülkücüsü bakanın bulduğu çare, hileyi şeriye ile, onların bölümlerini iptal etmek oldu.
28 Nisan öğrenci protestoları sırasında özerkliği ihlal eden polis şefi, bunun ötesinde İÜ rektörü Sıddık Sami Onar’ı yerlerde sürükledi.
Bu onurlu rektör 27 Mayıs cuntasının yaptığı üniversite temizliğine karşı çıkacaktı. Haldun Taner’den Tarık Zafer Tunaya’ya, Hilmi Ziya Ülken’e, Mina Urgan’a, Yavuz Abadan’a, kimler yoktu ki üniversiteden atılmayan?
1968 işgallerinde de rektörler, güvenlik güçlerinin müdahalesine izin vermeyecekti. Ama aynı yılın Temmuzunda İTÜ rektörü üniversite yurdunun basılmasına izin verme zayıflığında bulunduğu için, bizim kuşağın ilk kurbanını verecektik, Vedat Demircioğlu’nu… Arkasından zincirleme kurbanlar gelecekti.
Ve bu izni veren rektör de ülkücü kurşununa kurban gidecekti 70’li yıllarda, doktora hocam Cahit Orhan Tütengil gibi.
12 Mart sonrası tahribat bir şekilde giderildi, ODTÜ direnişi gibi örnekler sayesinde. Demirel’in ülkücü rektör atamasına direnilmiş, yine kurbanlar verilmişti. Cumhur gibi kimi gençler ölümden dönmüştü.
12 Eylül cuntası üniversite özerkliğini bitirme şerefine nail. Az mücadele vermedi 80 sonrası kuşak. Oğullarımız tutuklandı bu kez. Yine Devr-i Süleyman’dı. Elazığlı bakan güvenlik güçlerini kurt köpekleri ile saldırttı üniversite özerkliği talep eden öğrencilerin üstüne.
Ama beterin beteri varmış meğer! Artık üniversiteler, aynı takımın ayrışan elemanlarının hesaplaşmalarında bedel ödüyor.
Daha 2 yıl önce Şehir Üniversitesi’nin ipinin çekileceği Saraybosna’da ilan olunmuş, kayyum getirileceği ilan olunmuştu. Yetmemiş, özel kararname ile kapatmanın hazzı yaşandı önceki gün. Bu ne öfke ne celal! Gariban üniversite öğrencilerine karşı bile.
İşin garibi zirve takımı da pek bir akademik! Zaten 27 Mayıs sonrası boynu kırılacakların 147’ler listesini hazırlayanlar da akademik değil miydi?
Yanılmıyorsam, takımdan biri de kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi’nin “kurucularından” biri üstelik. F. Altun sanırım. Genç ve de pek hırslı.
Öğrencileri, zaten daha önce emanet edildiği Marmara Üniversitesi devralacakmış. Hey gidi Marmara Üniversitesi, 28 Şubat günlerinde zor durumda olan Davutoğlu’na sahip çıkanlardan biri de, 2012 yılı davasındaki “cürmüm” Prof. Büşra Ersanlı idi. Davutoğlu Büşra Ersanlı ile dayanışma göstermede biraz geç kalmıştı doğrusu. (Biraz geç kalma herhalde bir özelliği.)
Oysa örneğin Ertuğrul Günay, benimle hemen dayanışma göstermişti, hatta hapishanede bana kitap yollamıştı, Kültür Bakanı statüsü ile.
Şimdi, Davutoğlu orada hocalık yaptı diye Marmara Üniversitesi’ni de kapatmasınlar!