Meliha Kayacı ve Hakan Dilmeç ile 19 Kasım’da Kartal’da yapılacak işçi mitingini ve emekçilerin durumunu konuştuk: Şimdi birlikte yürüme zamanı
M. Ender Öndeş
“Biz işçi ve emekçiler tüm hayatı üretiyoruz. Bir avuç asalak patron takımı bizim sırtımızdan servetlerine servet katıyor. Biz ise yoksuluz, milyonlarcayız. Artık yeter, insanca yaşayacağız” diyen işçiler ve emekçiler, açlık, yoksulluk, baskı, savaş ve sömürü düzenine karşı 19 Kasım 2023 günü bir kez daha Kartal Meydanı’nda olacak. Sendikal bürokrasiden uzak bir anlayışla kürsünün tamamen direnişçi işçilerden oluşacağı miting için son hazırlıklar tamamlanırken, mitingi organize eden kurumları temsilen Birleşik İşçi Hareketi’nden Meliha Kayacı ve Kaldıraç dergisinden Hakan Dilmeç ile mitingi ve işçi hareketinin durumunu konuştuk.
- Önce bir özet yapalım isterseniz… Nedir bu 19 Kasım İşçi Emekçi Mitingi? Neyi hedefliyor ve nasıl gerçekleşecek?
Meliha Kayacı: Türkiye uzun zamandır büyük bir ekonomik sıkıntı yaşıyor, zamlar, işçi haklarının budanması, kadınlara ve gençliğe başka, işçi emekçilere başka saldırılar sürüyor. Biz İşçi Emekçi Birliği’ni (İEB) kurarken bunlara karşı ne yapabiliriz diyerek 2021’de yola çıktığımızda şunu gördük: Koca koca konfederasyonlar mitingler örgütlüyor ama kürsülerde hep o konfederasyonların başkanları oluyor. Biz ise bütün sorunları bire bir yaşayan insanların o kürsüleri kullanması gerektiğini düşündük ve işçinin emekçinin kürsüsünü kurmak istedik. Bu yıl yaptığımız üçüncüsü oluyor. Belli bir deneyim de edindik bu arada.
Her şey çok yakıcı artık. Özellikle son yıllarda emeğin fiyatının düşüşü, çalışma koşullarının ağırlığı, esnek çalışma, ücretin kiraya ve pazara yetmemesi yaşamı bunaltıcı hale getirdi. Siyasi durum zaten bunaltıcı. O yüzden geniş bir çağrı yaptık ve bunlara sokakta itiraz etmek gerektiğini düşündük. Bu çağrıya İEB dışından cevap verenler de oldu ve yaklaşık bir buçuk iki aydır çalışmamızı devam ettiriyoruz.
Hakan Dilmeç: 2021’deki birinci miting pandemi sonrasındaki ilk mitingdi aslında. O zamanlar metal işçilerinin de direnişi vardı. Direnen işçilerin kürsüsü tarzında bir miting düzenlenmişti ve ciddi bir etki de yarattı. Daha sonra başka eylemler de geldi, biraz ön açıcı oldu yani. Geçen sene de benzer bir çalışma vardı. Bu seneki, Filistin gibi çok yoğun bir gündem olduğundan biraz gündemin gerisine düştü belki ama bir taraftan da ekonomik kriz daha yakıcı, özellikle son bir buçuk yılda ev kiralarından gıdaya kadar gelen zamlar belli. Bu gündemler devam ediyor. Duyurusu, çalışması geçen yıllara göre daha fazla aslında ama bu gündemlerin içinde ne kadar etkili oluyor, bilmek zor. Ama bu kez ilk olarak İstanbul’un üç seçim bölgesindeki kurumlar, kitle örgütleri, yöre dernekleri, siyasi partiler hepsi tek tek gezilerek bilgilendirmesi yapıldı. Ziyaret edilen yerlerden olumlu tepkiler geldi. Zaman zaman ziyaret edilen yerlerde, mesela diyelim bir siyasi partinin ilçesinde “niye merkezimizle görüşmediniz” gibi tepkiler geliyor ama aslında biz herkesi çağırdık. Bizzat, yüz yüze görüşmelerle ayrımsız tüm kurumları mitingi birlikte örgütlemeye davet ettik. Kimi yerlerde “Biz de değerlendirelim” denildi ama ilk görüşmelerdeki olumlu eğilim mitingin örgütlenmesi aşamasına yansımadı. Ama sonuçta çağrılmamış bir kurum kalmadı.
- Biraz da sık kurulan ve zayıf kalan platformların etkisi olabilir…
M.K.: Evet, genel görüntü böyle belki ama sokakta insanlarla karşılaştığımızda kimlersiniz, kaç kişi yan yana geldiniz, niye birlikte yapmadınız gibi tepkiler de alıyoruz. Yani gerçekten bir güç, kuvvet olma ve birlikte olma zamanındayız. Yaşanan sorunlar tek başına bir partiyi, bir örgütü, bir sendikayı kesmiyor; hepimizi kesiyor. Biz kendi sınırlarımızı, kendi yapabileceklerimizi biliyoruz ve birlikte olmadığımızda sokakta söz kuramamış oluyoruz. O yüzden zor da olsa, birlikte mücadeleyi özellikle istiyoruz. Zaten parçalana parçalana bir söz kuramaz hale gelmişiz, koca bir umutsuzluk dünyası içerisindeyiz ve bunu tersine çevirmek gerekiyor.
- Ankara katliamı sonrası büyük eylem yapılamadı zaten. Büyük eylemlerden kaçınmak adeta bir gelenek oluyor. Bunu da kırmak gerekmiyor mu?
H.D.: İEB ilk işçi emekçi mitingini örgütlediğinde bu isimle örgütlemedi ama ana omurgası yine İEB idi. İEB, 2022’nin ocak-şubat aylarında özellikle motokurye işçilerinin eylemleri başladığında, bu direnişlere destek olmanın ötesinde bu direnişler gerçekten nasıl kazanılır, buna beraber kafa yoralım tartışmasıyla bina edildi. Herhangi bir direnişte hangi devrimci kurum varsa gidelim ona güç verelim, ne düşünüyorsa onun planını güçlendirelim, önerilerimiz varsa sunalım ve bu direnişleri kazandıralım diye düşünüldü. Bir taraftan da milliyetçi bir taban var. Bunu eylemin içinde kırmayı, işçi sınıfını siyasallaştırmayı, yeni bir işçi kuşağını buralardan çıkartmayı düşündük. İEB’in ana ilkeleri bunlardı.
İEB artık az çok oturdu. Yani zayıf bir platform sayılmaz. Herkes neyi varsa ortaya katıyor. Zaman zaman kimi kurumlar daha fazla, kimisi daha az güç aktarabiliyor ama bu da zaten baştan söyleniyor. Öyle üç-beş kişi olmuyor artık. En küçük bir basın açıklaması bile 100-150 kişiyle yapılıyor. Her kurum gücü oranında geliyor.
- Sonuçta bir ekstra enerji çıkıyor yani?
H.D.: Kesinlikle öyle. Aynı anda 10 ayrı yerde bildiri dağıtılabiliyor mesela. Bu süreçte karşılıklı güven gelişiyor. Eskisi gibi bir direnişe gidildiğinde direnişi yürütenler “bunlar nereden çıktı” gibi bir olumsuzluğa girmiyor. Tersine bir kurumun direnişte yönlendirici durumu varsa, geri kalanlar ne yapabiliriz, nasıl katkımız olur diye düşünüyor. Rekabet değil de o eylemin birleştirici yanı öne çıkıyor. Güven oluşuyor. Ben o açıdan değerli buluyorum.
- Herhalde işçiler yön gösteriyor biraz. Bir süredir büyük konfederasyonların ötesinde bir sokak sendikacılığı var. Ve sınıf biraz da siyasal güçlere böyle davranın diyor sanki.
M.K.: O bildiğimiz sendikacılık anlayışı pandemi sürecinde işçi sınıfına sırtını döndü. İşçiler ölümüne fabrikalara kapatıldı ve o sendikal anlayış bu duruma itiraz bile etmedi. O anlamıyla güvensizlik daha da derinleşti. Bugün DİSK’in Kartal’daki buluşmalarına, emekli buluşmasına, hatta en son Ankara yürüyüşüne bakalım; zayıf ve sınırlı bir hat var. Saldırı ise o kadar ciddi ki. Grev hakkını bile elimizden alıp ben yaptım oldu diyebiliyor faşist iktidar. Saldırı bu kadar ciddiyken sokakta fiili meşru mücadele yaptığınızda işçide bir güven oluşuyor. Yasalarla sınırlanmamış, talebinin arkasında durarak elinden ne geliyorsa yapıyorsun ve hatta devrimci demokratik güçlerin dayanışmasını sağladığında kazanım elde ediyorsun. Mesela geçen yılbaşında LC Waikiki direnişi vardı. Türkiye’nin her tarafındaki mağazalara yayıldı ama bunu tek başına DİSK Limter-İş yapmadı. İEB yaptı, diğer devrimci sendikalar yaptı; Avrupa’dan sendikal örgütler katıldı. Ve aslında kazanan dayanışma oldu. Yani herhangi bir sınıra kendini hapsetmeden, sokakta, işçiye de kendini güçlü hissettirebilecek büyük dayanışmalarla kazanıyoruz. Bu tablo bize bir şey söylüyor, bir yol gösteriyor. Sen bu yasal sınırlar içinde hakkını alamıyorsun. Kod 49, kod 46… Hakkını vermemek için ben seni damgalarım, hırsız yaparım, asla başka bir yerde iş bulamazsın diyor. Biz bu yasayı geri çekin demekle bir kazanım ede edemeyiz. O yüzden birleşik, örgütlü ve dayanışmacı bir yol bulmalıyız.
- Yasalar için yine mücadele edilir. O ayrı bir şey…
M.K.: Tabii ki. Ama daha yüksek bir sesle, değiştirebileceğimize olan güvenle. İşçi sınıfı buraya bakıyor. Güven de, hareket de oradan büyüyor. Bu anlamda bugün en çok ihtiyacımız olan şey, sokakta kendini var ettiğin o mücadele.
H.D.: Direnişlerin kazanması işçi sınıfının siyasal bilinç edinmesi ve yeni militan işçi kuşaklarının yetişmesi, elbette fiili meşru bir mücadele hattı ile mümkün. İEB de kendisini buradan kuruyor. İEB bileşenlerinin öncülük ettiği ya da yönlendirmeye çalıştığı direnişlerde İEB bir bütün olarak orada. Bir direniş olduğunda gidiyor ve biz buradayız diyor.
- Dönem taktiği gibi oldu sanki. Nerede ne varsa oraya yüklenmek.
H.D.: Kesinlikle. Her direnişi büyütmek ve kazandırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Destek verelim, görevimizi yapalım değil. Hayır, orası nasıl kazanır, onu düşünüyoruz. İşçi sınıfı küçük bir direnişi kazansa, bu her tarafa yayılıyor. Böyle bakmak gerekir. Ve bunun fiili meşru müdafaa hattından başka bir yolu yok. Bilinen sendikal yapı bunu karşılayamıyor. Niyetleri var mı o ayrı konu zaten; herkeste verili durumu sürdürme hali hakim. O yüzden sendikaların dışında bir arayış var. Sokakta direniş sergileyen o bağımsız sendikalar da bunu yapmaya çalışıyorlar. İşçi hareketinde bir arayış var ve İEB de bu arayışın bir parçası. Şu ana kadar sürekli eylemlilik hali olduğu için buna fırsat olmadı ama bir sempozyum, konferans gibi şeylerle bunları da tartışmak istiyoruz.
- Güvencesizlik var ayrıca. Milyonlarca insan, geçici, bir sendikanın aidat alamayacağı bir pozisyonda. İnşaat böyle mesela, tekstil atölyeleri, OSB’ler böyle… O sendikacılık bunu örgütleyemiyor…
H.D.: Kesinlikle. Bu arayış zaten masada oturup ne yapalım dediğimiz bir şey değil. Hareketin içerisinde yol aranıyor. Şuradan gidilirse yol açılır diye bir şeyi henüz kimse bulabilmiş değil ama bunun meşru mücadele tarzı dışında olma şansı yok. Herkes bunda net.
Metal sektöründe Türk-İş var, Öz Çelik İş var ama BMİS de var mesela, en azından biraz daha solda duruyor. Böyle büyük sanayi kuruluşlarını olduğu, metal, lastik, petrokimya gibi, büyük tekstil fabrikaları da var. Bir de güvencesiz milyonlar var. Neredeyse işçi sınıfının yarısı böyle. Gerçek bu. Ve bu alanda mücadele edenler çoğu kez bağımsız sendikalar. Sokakta direnişlerle örgütlenmeye çalışan insanlar.
- Antep mesela iyi şeyler yaptı.
H.D.: Oradaki arkadaş mesela, DİSK Tekstil-Sen den mücadele ettiği için atılan ve sendika kurmak zorunda kalan bir arkadaş. Sonuçta, ya bu konfederasyonlar gittikçe eriyecek ya da bu arada başka bir şey çıkacak.
- Sanki aradan geçen yıllarda işçi sınıfı biraz da kazanmanın lezzetini unuttu. O duyguyu yeniden yaşamak, özgüven tazeliyor…
M.K.: Biz uzun süredir, bir direnişi kimin başlattığını bakmadan, oradaki talebin kazandırılmasına odaklanıyoruz. İşçi sınıfının o direnme halini, o dayanışmayı yaygınlaştırdığımızda bir kazanım ve kazanımdan da bir güç ortaya çıkmış oluyor. Esenyurt Migros direnişi mesela. O da iyi bir örnekti. Tuzla’da bir mağazada iki kadının eylem yapması bir anlam ifade ediyor. Hepsi özgüven yaratıyor.
- Biri çatıya çıksa yarın başka biri de başka bir yerde…
M.K.: Evet, aynısını onlar da yapıyor. Birbirinden öğreniyor herkes. Farplas’taki işçi kadınlar Trendyol’a ya da Migros direnişine selam göndermişti mesela; Enerji-Sen işçileri Akbelen’e, Akbelen de onlara selam gönderdi. Hem birbirlerini etkiliyorlar hem de dayanışmalarını ifade ediyorlar. Herkes, yalnız olmadığını, kazanabileceğini hissediyor. Bu pratik bize de öğretiyor ve yol açıyor.
Tabii ki hedeflerimiz büyük. Birleşik bir işçi sınıfı hareketi yaratmak, barakalardan sokaklara kadar işçi sınıfına kendi hakları için mücadele etmesine öncülük etmek, Henüz yolun çok başındayız ama sokağa çıkıp insanlarla mesela bir asgari ücret konusunda konuştuğumuzda, evet doğru diyor insanlar. Mevcut sendikal anlayışın bir şey yapmadığı koşullarda sen bir yol açmış oluyorsun. Belki bir eyleme çağırdığımızda gelmemiş oluyor ama en azından bildirimizi, afişimizi görüyor. Bugün yapılan belki çok büyük bir şey değil ama yol açıcı olduğunu düşünüyorum. Üç yıllık pratiğimizde de bunu defalarca hissettik. Bazen bir kazanımı kutladık, bazen sendikal bürokrasinin içinde yaşanan bir kaybı kendi kaybımız olarak hissettik. Yolun başındayız ama nabzı tuttuğumuzu düşünüyorum ben.
H.D.: Aslında bu, fiili meşru mücadele hattıyla kırılacak. Her direnişi kendi direnişimiz olarak görüp büyütmeye çalışarak olacak. İnsanlar eyleme geçtiğinde aklı da açılıyor. Önyargılarından kurtuluyor, yalnız olmadığını hissediyor, örneğin Kürtlerin de benzer sorunlar yaşadığını görüyor. Hatırlarsın Gezi’de “bu kanallar bize hep yalan söylemiş” diyen insanlar vardı. Gezi şehitlerinin içinde Medeni Yıldırım vardı mesela ve ulusalcıların kalesi Kadıköy’de on binler aynı gün sokağa çıkmıştı. İşçiler de kendi direnişlerinde bazı şeyleri fark ediyor.
- Bir de sırada insan her eylemde geriye bakar ve ne kadar çok olduğunu fark eder…
H.D.: Evet. İngiliz Marksist Terry Eagleton’un bir sözü var; “Halk en kötü koşullara bile katlanabilir, dibin de dibi vardır ama sadece bir ışık görürse hamle yapar.” İsyanlar da biraz böyle aslında. Ben sınıf mücadelesinin de böyle bir artı bir artı bir şeklinde gideceğini düşünmüyorum. Küçük küçük direnişlerle gider ama nihayetinde sıçramalı gelişecek bu. Burada kritik olan, öncülük edebilecek odakların yaratılması. Bağımsız sendikalar, İEB böyle bir misyon yaratmaya çalışıyor. Bir umut, bir ışık yaratmak için. Birbirimize bakarak, birbirimizi itmeden, yan yana, güç alıp güç vererek hareket ettiğimizde bu daha büyük bir tabloyu yaratacaktır.