“200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik: ‘İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik ki, hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kâğıtları zorla imzalasınlar. Onları, bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın, biz doğru davranmadık. Ne adil davrandık, ne de dürüst.”
30 Mart 1973 akşamında, Oscar töreninde ‘Baba’ filmiyle ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülü alan Marlon Brando, ödülü reddederken bunları söylemişti. Daha doğrusu kendisi törene gelmemiş, onun yerine bir Apaçi kadını, Sacheen Littlefeather (Küçük Tüy), kürsüye çıkarak Brando’nun “Film endüstrisinin Amerikan Yerlilerine yaptıkları ve Wounded Knee katliamı” nedeniyle ödülü almayacağını duyurmuştu.
Tarihten bir yaprak
Wounded Knee (Yaralı Diz) katliamı Amerikan yerlilerinin tarihinde en kritik olaydır. Ağır yaralarla kıyımdan kurtulan şaman Kara Geyik’in, “O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada…” sözleriyle anlattığı katliam, gerçek bir vahşetti ve tam da denildiği gibi bir düşün yok edilmesiydi. 29 Aralık 1890’da beş yüz kişilik 7. Süvari alayı Lakotaların kampını çevirmiş ve aralarında altmış iki kadın ve çocuğun da yer aldığı en az 153 Siux’u öldürmüştü.
Sabır taşı çatlayınca
Sonra, aradan uzun soykırım yılları geçti. Küçük ayaklanmalar, toplama kampları, hastalıklar, uygulamayan anlaşmalar ve tutulmayan sözler… Öyle ki, 20. yüzyılın ortalarında yerli nüfusunun neredeyse yüzde 90’ı artık tarihe gömülmüştü. Yine de, 83 yıl sonra yine ‘Yaralı Diz’de yaşananlar, tarihe son bir onur hamlesi olarak geçti. 71 gün süren silahlı ayaklanma, aynı zamanda bir “özerk yönetim direnişi” olarak da anlam taşıyor.
1968 yazındaki bir toplantıdan doğan Amerikan Kızılderili Hareketi (AIM) başlangıçta çok önemli değildi aslında ama Russel Means, Dennis Banks ve Clyde Bellecourt gibi liderler de o toplantıdan çıkmıştı. Aynı yıllarda, Oglala halkı da sabrının sınırlarına varmıştı. 1868 Sioux anlaşmasıyla Siux halkının olduğu kabul edilen Kara Tepeler işgal altındaydı ve madencilikte kullanılan kimyasallar toprağı ve suyu zehirliyordu. Buna karşın hükümetin kuklası ve bir tür ‘korucubaşı’ olan ‘yerli yönetimi’nin başkanı Richard Wilson, ‘Oglala Ulusunun Muhafızları’ adlı kontra-çete ile halkı baskı altına alıyordu.
Bir bahar rüzgârı gibi!
Sonunda Oglala yaşlıları AIM’den yardım istediler ve 27 Şubat 1973’te AIM üyesi tamamen silahlı 200 genç yerli, yasal olarak zaten sahip oldukları toprakları yeniden ele geçirdiler. Seçtikleri kasaba çok tarihseldi: Wounded Knee! 71 gün süren özerklik deneyiminde onlarca yıldan beri ilk kez, Oglala Siuxları, eskiden olduğu gibi devletten bağımsız olarak kendi kendilerini yönettiler. İstedikleri, devletin bozduğu tam 371 anlaşmanın uygulanması, kukla yönetiminin görevden alınmasıydı. Kısa sürede ülkenin her yerinden destekler gelmiş, bölgeye giden tüm yollar kesildiği halde yeni savaşçılar dağları aşarak işgale katılmışlardı. Hükümet, önce elektriği ve bölgeye gıda girişini engelledi. Sonra beyaz çeteler, FBI ajanları, helikopterler, zırhlı araçlar… Ancak, hareketin kazandığı büyük kamuoyu desteği yüzünden doğrudan saldırıdan kaçındılar. Hareket, Marlon Brando, Johnny Cash, Angela Davis, Jane Fonda, William Kunstler ve Tom Wicker gibi tanınmış aktör ve aktivistlerin desteğini almıştı. “Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından celladı olmayalım” diyen Brando’nun Oscar çıkışı ise tam bir zirve anlamına geldi. Yine de 71 gün boyunca çatışmalar hiç bitmedi. Arada, bir subay yaralanıp felç olurken, Cherokee’ler ve Oglala’lardan iki kişi uzaktan atışlarla öldürüldü.
Sonunda, ölümler artınca kabile büyükleri AIM’den işgale son verilmesini istedi. 5 Mayıs’ta bir anlaşmaya varıldı ve savaşçılar kasabayı boşalttı. Ardından hükümet bin 200 tutuklama yaptı; sonraki üç yıl boyunca ise, 64 genç Wilson’un kontraları tarafından ‘faili meçhul’ cinayetlerde katledildi.
***
71 günlük özgürlük zamanı için ağır bir bedeldi bu. Ama bilinmez ki. Belki de hareketin liderlerinden Russel Means haklıydı: “İşler eskisi gibi devam edemezdi. O gün ayağa kalkmasaydık, bunu asla yapamazdık. İnsanlarımız, istismarı sona erdirmek için gerekirse ölmeye hazırdı.”
Belli bir anda ayağa kalkmak… Tarih böyle anlarla doludur ve kolay yargılardan her zaman kaçınmak gerekir.