Seçimler yaklaşırken ve Türkiye 165 yaşındaki seçmenlerle, içinde bin kişinin yaşadığı evlerle tanışırken, o büyük insanı, o muhteşem varlığı anmazsak haksızlık olur. Hatta bana sorarsanız Charles D.B. King ismini içermeyen bir siyasi tarih, tarih bile sayılmaz! Şimdilerde çeşitli ülkelerde seçim sandıklarında faaliyet gösteren küçük dolandırıcıların hiçbiri onun yanına yaklaşamaz!
Muazzam bir seçim kampanyasıydı onunkisi. Guinness Rekorlar Kitabı’na ‘sahtekarlık kategorisinden’ giren 1927 Liberya seçimlerinde, Charles D.B. King resmi sonuçlara göre 240 bin oy alarak başkan seçilmiş, rakibi Thomas J. Faulkner ise 9 bin oyda kalmıştı.
Ama bu ezici seçim zaferinin tek bir problemi vardı: Liberya Anayasası’na göre ülkede oy kullanma hakkına sahip seçmen sayısı sadece 15 bin kişiydi! Bu, büyük bir başarıydı doğrusu. Mevcut seçmen sayısından tam 16 kat fazla oy almak, her fani kula nasip olacak şey değildi.
Doğuştan şanslı bir adam
King, tarihte hep bu marifetiyle anılıyor ama aslında bu doğru değil. Onun yaşamındaki rezillikleri sadece bu “küçük” seçim başarısıyla sınırlamak, ciddi bir yanlış. Charles Dunbar Burgess King, 12 Mart 1871’de ülkenin başkenti Monrovia’da doğdu. Ailesi, sahil şeridinde yaşayan işbirlikçi azınlığa (Liberio-American) mensuptu. Oy kullanma hakkına sahip tek topluluk da onlardı; ülkenin derinliklerindeki yerliler, sandık denilen şeyi hiç görmemişlerdi!
Kariyerine Yüksek Mahkeme’de başladı, daha sonra Dışişleri Bakanlığı’na yükseldi. O dönemde, I. Dünya Savaşı’nın ardından toplanan Barış Konferansı’na “konu mankeni” olarak alınan ülkeler arasında Liberya da vardı ve Liberya temsilcisi de King olmuştu. Liberya’nın ‘değeri’, asıl savaş bittiğinde anlaşıldı! Amerikan otomobil endüstrisinin en büyük ihtiyacı olan kauçuk üretimini elde tutan İngiltere’nin 1922’de aldığı kararlardan sonra, ABD’li Firestone lastik şirketi (Sabancı’nın Brisa’sının ana şirketi diyelim, daha kolay anlaşılır) Liberya ormanlarını keşfetti.
Liberya’nın derinliklerinde ideal kauçuk ağacı koşulları ve ucuz işgücü vardı. Firestone ile Liberya hükümeti görüşmeleri biraz uzun sürdü; şirket ayrıca Liberya hükümetine (bağımlılık yaratmak için) 5 milyon dolar borç vermeyi de istiyordu. Sonunda King, 1926’da muhalefeti de susturarak tarihin en büyük imtiyaz anlaşmalarından birinin altına imzayı bastı.
Ülkeyi satmak…
Anlaşma korkunçtu. Firestone, 99 yıl boyunca bir milyon dönümlük imtiyaz aldı, seçilen toprakların bütün hakları şirkete devredilirken, tüm vergilerden de muaf tutuldu. Öyle ki, Firestone, ülkenin ekilebilir topraklarının yüzde 10’una resmen el koymuş oluyordu. Bu arada, 5 milyon dolarlık kredi, Liberya’yı ABD denetimine soktu. ABD müşaviri, ülkenin bütçesini bizzat kendisi hazırlıyordu. Ayrıca anlaşmada, Liberya Hükümeti’nin Firestone’un izni olmadan yeni borçlar alması da yasaklanıyordu.
O günlerde, seçkinlerin yaşadığı kıyı bölgelerinin dışında parasal ekonomi yoktu. Kauçuk üretimi yapılan ormanlık bölgelerde hala takas yöntemi ve komün yaşamı söz konusuydu. Şirket ve hükümet el birliğiyle bölge halklarını köleleştirdiler.
Doğal olarak şimdi bize çarpıcı gelen 1927 seçimleri skandalı da ABD’nin hiç umurunda olmadı! Alt tarafı King, seçmen sayısından ‘birazcık’(!) fazla oy almıştı.
Köle ticareti skandalı
Ama King ve çetesi de işi abarttı bu arada… İçteki köle emeğiyle yetinmeyip ordu eliyle dışarıya köle ‘ihraç’ eden hükümet fazla göze battı. Muhalefet lideri Faulkner, King ve bakanlarını köle ticaretiyle suçladı ve sonunda BM, İngilizlerin baskıyla, ıkına sıkına bir araştırma komisyonu kurdu. Komisyonun araştırması, hem ülke içinde köle kullanımını belirledi, hem de ordu denetiminde başka ülkelere köle satıldığını ortaya koydu. İşler iyice karışınca, 1930’da, King ve başkan yardımcısı Yancy istifa etmek zorunda kaldı.
Ama ne onlar, ne de Firestone yargılandı. Anlaşma da tabii ki geçerliliğini korudu. Bu arada, olan Liberya’nın muazzam doğasına ve Firestone gelene kadar para nedir bilmeyen özgür orman kabilelerine oldu. Binlercesi köle olarak satılırken, bir yandan da yeni hastalıklarla ve ordunun mermileriyle karşılaştılar. Sonuç felaketti!
Ama King, yine de ısrarlıydı. Ülkesini kalkındırmıştı o! ‘Dış güçler’ olmasa, işler tıkır tıkır yürüyecekti! Seçmen sayısını bile 16’ya katlamış bir büyük ‘dünya lideri’ne yapılanlar ne büyük bir haksızlıktı!
Böylece o da ‘kıymeti bilinmeyen’ liderlerden biri olarak tarihe geçti. Her mesleğin bir piri vardır ya hani; ‘sandık piri’ olsaydı eğer, tartışmasız o makama King layık olurdu. Yazık ama… Kimse anlamadı onu!
Arif MOSTARLI