Kapitalizm endüstriyel üretimlerini gerçekleştirirken doğal yaşama ve üretimde çalışan işçilere bir değer biçer. İşçiye biçtiği değer onun sırtından ortaya çıkardığı artı-değerdir. Doğayı ise bir hammadde deposu olarak görüp sınırsızca kullanır. İşçilerin canı pahasına ocaktan çıkardıkları madene fiyat biçilirken patronun elde ettiği kar işçinin sırtından elde edilmektedir. Çıkarılan madenin değeri ile bu malların üretimi için işçiye ödenen ücret arasındaki fark sermayenin en önemli birikimidir ve bu birikim işçi emeğinin tam karşılığıdır. Kapitalizm işçi sömürüsüyle elde ettiği birikimleri yeniden değerlendirmek için yine doğaya geri döner ve yine işçiler ölümüne çalıştırılır ve kapitalist sistem kendisini bu yolla sürekli yeniler. Bu yenileme sürecinde her zaman ama her zaman kaybeden yani kanı emilenler doğa ve işçilerdir.
Bu süreç tam bir paradoksu ortaya çıkarır. Madenlerle doğada geri dönülmez gedikler açılırken yani bir nevi katledilirken, işçi ise bu madenlerde adeta ölüme mahkum edilir. Madende ertesi gün yine çalışabileceği enerjiyi elde edebileceği kadar bir ücretle işçiler köleleştirilir. Dünyada en çok işçi ölümleri ise madenlerde gerçekleşmiştir. Hiç kimse bir işçiye madende ya da doğayı benzer biçimde sömürüye tabi kılan bir kapitalist işletmede çalışma diyemez. Dünyada ortaya çıkan ekolojik krizin ilk etkileyeceği sınıf olan işçiler, içinden çıkılmaz gibi görünen bir paradoksun içine sıkışmış haldedir. Kapitalizmin aşırı üretimleri sonucunda ortaya çıkan ekolojik kriz ve işçilerin yaşadığı paradoks ancak ve ancak kapitalizm koşulları ortadan kalktığında çözülebilir olacaktır.
İşçiler maden ocaklarında grizu ve maden çökmelerinin dışında sinsice onları öldüren birçok hastalığa yakalanır. Bu hastalıklardan birisi de daha çok ‘kot taşlama’ işçilerinde görülmesiyle gündemimize giren silikozis hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan bir işçi iflah olmaz yani iyileşmesi neredeyse imkansızdır. Bu güne kadar kot taşlama işinden bu hastalığa yakalanan işçi sayısı 10 bin civarındadır. Bingöl’ün Karlıova ilçesinin, 300 haneli Taşlıcay köyünde neredeyse her evde bir silikozis hastası olduğu biliniyor. Bu hastalık aynı zamanda birçok iş kolunda da görülmektedir. Demir-çelik fabrikalarında çalışan işçilerde de görülen silikozis maden ocaklarında da aynen kot taşlama işçileri gibi yaygın yaşanmaktadır. Özellikle Kuvars ve Feldspat madenlerinde çalışan binlerce işçi silikozis hastalığıyla boğuşmakta ve yaşamını yitirmektedir. Türkiye coğrafyasının hemen her yerinde açılan bu açık maden ocakları doğal yaşamı katlederken aynı zamanda işçileri de aynı kadere mahkum etmektedir.
Aydın’ın Çine ilçesi ile Bingöl’ün Karlıova ilçesi silikozis hastalığıyla boğuşan işçilerle dolup taşmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Çine Yaşam Platformu, ekolojik yıkımlara karşı bir mücadele sürdürmek için kurulurken, kurucularının çoğunluğu silikozis işçilerinden oluşuyor olması dikkat çekiciydi. Çine’deki madenlerde çalışan işçilerin 3 ayda bir akciğer filmleri çekilip hastalığa yakalanan işçiler işten atılıyor, filmler ise işçilerden saklanarak işten atılma gerekçeleri ekonomik kriz vb. gibi nedenler öne sürülüyor. Gazeteci Özer Akdemir bu işçilerle yaptığı görüşmede işçilerin anlattıkları içimizi acıttı. Yüz işçinin çalıştığı bir maden şirketinden hastalandıktan sonra çıkışı verilen İlyas Tekin adlı işçi, aynı işyerinde kendisi gibi 10 işçiye daha silikozis tanısı konduğunu söylüyor.
İşçiler, şirkette çalışan iş güvenliği uzmanının maden tesisindeki tozun dışarıdan görünmemesi için havalandırmaları dahi kapattığını söylüyor. Yıllarca çalıştıkları madenlerden hastalanınca kapı önüne konan işçiler hastalıklarının ciddiyetini çok daha sonra anlayabiliyorlar. Çünkü hastalıkları işçilerden saklanıyor ve şirket işçilerin durumunu merak bile etmeden yeni işçileri işe alıp hastalık ortaya çıkıncaya kadar çalıştırıyor ve bu durum aynı tekrarlarla yaşanarak sürüyor. Kot taşlama işçileri neyi yaşıyorsa maden işçileri de aynı şeyi yaşıyor.
İşçiler ve doğa arasında yaşanıyor gibi görünen bu paradoksun kapitalizm koşullarında tamamen çözülmesi olanaksız. Ancak işçilerin çalıştıkları madenlerde dayanışma ile büyütebilecekleri bir direnişle bu hastalıkları ortaya çıkaran koşulların düzeltilmesi ve hastalıkların azaltılması sağlanabilir. Aynı zamanda sermayenin doğaya amansız biçimde verdiği zararların da en aza indirilmesi bu yolla mümkün olabilir. Ancak, işçinin öncelikle doğanın bir parçası olduğunu görmesi ve doğa olmazsa kendisinin de olamayacağı bilincine çıkması gerekmektedir.